Milliyet Gazetesi'nde bir süre önce Serpil Çevikcan'dan boşalan Ankara Haber Müdürlüğü görevine getirilen Gökçer Tahincioğlu gazetede köşe yazmaya başladı.
Her Pazar günü edebi hikayeler yazacak olan Tahincioğlu ilk yazısını dün yazdı. Tahincioğlu'nun insan hikayelerini anlattığı köşesinin adı ise "Yüzleşme"
İşte Gökçer Tahincioğlu'nun ilk hikayesi
Zülfiye Öztürk, 15 yaşındaydı dünyayı tanımak zorunda kaldığında... 35 yaşında oğlunun gözleri önünde öldürüleceğini, 20 yılının mahkemede didik didik edileceğini ve suçlu ilan edileceğini bilmiyordu elbette... Öldürülen diğer kadınlar gibi o da sanıktı!..
Ne kadar ilk imzalayan ülke olsanız da Avrupa Konseyi Kadına
Yönelik Şiddetle Mücadele Konseyi’nin sözleşmesini, bileklere ne
kadar alarm zilleri, ayaklara ne kadar pranga takarsanız takın,
öldürülen bir kadının önce mahkeme salonlarında suçlu gibi
yargılanıp, sonra da asılmasını engelleyemiyorsunuz bu ülkede.
Beyinlerde “kadın” denildiğinde öten alarm zilleri, vicdanlara ve
adalete vurulan prangalar, baskın geliyor imzalanan bütün o
sözleşmelere.
Misal, bir mahkeme, ister dürüstçe başkasını sevdiğini söyleyip
ayrılmak istesin, ister öfkeyle, “Başkasını seviyorum dediğimi mi
duymak istiyorsun?” diye haykırsın, kadınların “namus belasına”
öldürülebileceğini ve onları koruma yükümlülüğü olmadığını
savunuveriyor kolayca. Ve bir telefona sahip olmasını,
“namussuzlukla” eşdeğer gördüğünü yazabiliyor tutanaklara.
Bir hayatım olsun
Zülfiye Öztürk, 15 yaşındaydı dünyayı tanımak zorunda kaldığında.
“Kadınlık yapmak” zorunda kalan bir küçük kızdı ve bu, bütün
çevresine göre fazlasıyla olağandı.
Dünya yine döndü, yine sabah oldu ve yine akşam. Ne zaman geçtiğini
anlamadığı 20 yıl geçti.
O zamanlar, 35 yaşında, kara gözlü oğlunun önünde öldürüleceğini,
20 yılının mahkemede didik didik edileceğini ve suçlu ilan
edileceğini bilmiyordu elbette.
30’lu yaşlara geldiğinde ilk kez çalışmak istedi. Önce Kızılay’da
bir işe girdi. Kocasının kıskançlıklarına dayanamayıp ayrıldı. Bir
süre sonra kardeşi haber verdi. Etlik’teki bir hastanede temizlikçi
arıyorlardı. Kocası da izin verince, güle oynaya gitti.
Birkaç kez ilk kez kendi parasıyla bir şeyler alabilmenin
heyecanıyla geç döndü eve. “Geç” denilen saat, kocasından 15-20
dakika sonraydı. Zaten hangi saatin geç olduğuna karar verme hakkı
olmayan kadınlardandı.
Ölüme giden ‘evet’
Arkadaşlarına, kardeşlerine, kocasının kendisini sürekli dövdüğünü
anlatıyordu. Eşinin alkol alıp dayak attığını, dayanacak hali
kalmadığını.
Kocası ise ikinci işinde de başlamıştı “beni aldatıyorsun”
çıkışlarına.
Kaçıp kardeşlerine sığındı birkaç kez, her seferinde yeniden eve
dönmek zorunda kaldı.
Öyle yorulmuştu ki, kocası duymasın diye arkadaşlarıyla
konuşmalarını bile evinin balkonundan yapıyordu. Bazen.
Kocasına göre ise aldatıldığının en büyük kanıtıydı bir gün elinden
zorla aldığı o telefon.
Nihayet ayrılmaya karar verdi kocasından, evden ayrılıp kardeşine
gitti, avukata başvurdu.
Tazminat istiyordu.
Yazının devamını okumak için TIKLAYINIZ