Birol İnan yeni romanı Kalbim Pera ile bir kez daha okurları sürükleyici bir hikayeye davet ediyor. Sayım Çınar, yazarla yeni romanını, yazarlık serüvenini konuştu.
Sayım ÇINAR / [email protected]
Macerası ve Aşkı Yüksek Bir Roman: Kalbim Pera
Yeni kitabınız için sizi kutlarım. Şehirli hikayeler anlatıyorsunuz. Bu kurguların ne kadarı gerçek ne kadarı sizin hayatınızdan, bunu sormak isterim önce.
Evim diye tarif ettiğim yer, Bodrum Bitez. Ama, kış aylarında İzmir, Alsancak’taki evimde yaşıyorum. Uyduruk bir kentliyim anlayacağınız. Karşıdan karşıya geçerken ki halimi görseniz bunu anlarsınız. Bildiğiniz gibi mimarlık eğitimi aldım ve çok seyahat eden biriyim. Bizim zavallı, çaresiz, ihanete uğramış, içinde yaşayan insanları mutsuz eden kentlerimizi ve gittiğim yabancı ülkelerdeki kentleri mimari dokuları ve içinde yaşayan insanların yaşamlarını bir mimar yazar olarak analiz ediyorum.
İzmir, çok farklı bir kent. Bunca göç almasına rağmen, gelen insanlar içinde yaşamaya bir İzmirli gibi alışıyorlar ve kentin bilincine saygı gösteriyorlar. Neredeyse İzmirli olmak bir ayrıcalık onlar için. Bunun nedeni; İzmir’deki hoşgörü ve özgürlük, herkesin kendini ifade edebildiği demokratik ortam.
Bir İzmir romanıyla karşı karşıyayız.
Aklım Pera, bir İzmir romanı. İzmirliler, İzmirli olmayan bir yazar olarak İzmir’i, kıyılarını, İzmir’deki yaşamı benim gözlemlerimle nasıl yazdığımı, okuyup, değerlendirecekler. Tepkileri ben de merak ediyorum doğrusu. Romanın ana karakteri Sinan, Atatürk Lisesi’ndeki öğretmenin sorusunu, “kış formalite icabı konmuş, giyinmeyi gerektiren saçma sapan bir mevsimdir. Yaz iyidir. Çıplaklık güzeldir, sizi hiç yanıltmaz,” diye yanıtlıyor. Sinan’ın birlikte seyir yaptığı kaptanı Mustafa Senegalli ve şehirli olmayan biri. Yani romanda sadece şehirli karakterler yok. Birbirine zıt pek çok karakter iç içe ve gerçek hayat gibi doğal. Sinan, Kaptan Mustafa’ya, Ege’den bahsederken, “Cenneti aramaya gerek yoktu ki, zaten cennette yaşıyorduk,” diye tarif ediyor yaşadığı her dalı yemiş dolu Ege’yi.
Sorunuzun yanıtını açık ve net vereyim. Roman karakterlerinden hemen hepsi ve sahneler tamamen benim hayal dünyam. Lucy ve Hone sahici ve benim dostlarım. Hone ’nin yirmi yedi dakika ile en uzun süre ölü kalmış ve mucize eseri hayata dönüş hikayesi var. Ama bu hikayesi dışında romandaki olaylar kurmaca. Ayrıca sevgili dostum Özkan Gülkaynak, 2006-2009 yılları arasında Kayıtsız III, adlı kendi yaptığı teknesiyle elektronik hiçbir alet kullanmadan dünyayı dolaştı. Sinan’ın seyir rotasında ve benim deniz sahnelerimde onun bu yolculuğunun büyük payı var. Bir de tabii, yine sevgili dostum, İzmirli Doktor Murat Kılıç, bir karaciğer nakli uzmanı, onun desteğine teşekkür etmemek olmaz. Ama, romandaki Doktor Murat, tamamen başka bir karakter ve gelişen olaylar kurmaca.
Aşk, Kalbim Pera ‘da başrolde, tüm karakterleri değiştiriyor, dönüştürüyor. Aşkın böyle bir gücü gerçekten var mı sizce?
‘Aşka inanmamak yaşamın kendisine inanmamak,’ olur. Aşk olmasa ne şiir ne roman ne sinema ne de müzik olurdu. Hayat tatsız tuzsuz olur, yaşam ölümsüz bir ot gibi yaşanırdı. Aşk insanı yaşatır da öldürür de. Bu kadar doğal. Kaptan Mustafa’nın Allah’a aşkı olmasa bu kadar dirençli bu kadar dirayetli bir kişiliği olabilir miydi? Ya Alya, Sinan’ı aşkıyla yaşatan kadın veya Pera babası Sinan’ı oh papatyam diye şarkı söyleten küçük kız. Aşk bütün karakterlerim için en umutsuz anda tutunulacak bir çare, insan olarak dönüştürücü bir ilaç romanlarımda. Sinan’ın yalnız kalbini Şans adlı köpek kahramanım ısıtıyor, iyileştiriyor.
Hikâyenin açılışında bir ofis ve iki kan kardeşi dost görüyoruz. Sizin böyle bir dostunuz var mı?
Çocukken bir kan kardeşim oldu. Ama koptuk, görüşmüyoruz. Ben Samsunluyum, üniversite iş hayatı derken köklerimden istemeden koptum. Bizim ülkede çoğunluk böyle, kimse doğduğu yerde ölmüyor. Mezarlıklar bile bölük pörçük, neredeyse aile mezarlığı kalmayacak. 100. Yıl Kutlamaları için Samsun’a gittim. Bir günüm mezarlıkta geçti o kadar çok sevdiğim insan, genç yaşta ölmüş ki. Ama, yaşayanlarla bıraktığımız yerden devam ettik. Şükrettim bu kadar çok insan biriktirdiğim için. Evet çok dostum var ama, kaç tanesi Sinan ve Murat kadar birbirine yakın kıyaslayamam. Ne de olsa o, bir roman ve romanın yalanı olmaz, değil mi? Ama şunu söylemeliyim ben iyi bir insan olmak için iyi dostlarımı örnek alıyorum ve bunun için gayret gösteriyorum. Hayat dostlarla güzel…
Kadınlar da erkekler de çok doyumsuz kitabınızda, oysa görünürde her şeyleri var. Neye bağlıyorsunuz bu modern zaman mutsuzluklarını?
Buna katılmıyorum. Maddi şeyleri elinin tersiyle iten kahramanlar da var romanda; Kaptan Mustafa, Sinan, biraz Alya… Sercan biraz doyumsuz bir de Pınar; Sercan’a genetik olarak yapışmış bir özellik bahsettiğiniz doyumsuzluk. Hırslı biri ve Sinan’la yarışıyor. Onu suçlayamam. Harika bir yardımcı karakter oldu. Pınar, zaten kendisini ve ailesini ona özel çevreyle uyumlu Sinan’ın projesiyle kurtarıyor. Burada mimarinin ve şehirciliğin insan psikolojisine etkisini yazmaya çalıştım. Beton yığınlarıyla kaplı, yeşil oranı yüzde sekiz diye hava atan şehirlerimizi yönetenlere “selam” yolladım bu romanımla.
Kentlerimizde yaşayan insanların çıldırma noktasına gelen psikolojilerine, atık dolu nehirler gibi akan trafiğine, cam kaplı gökdelenlerin radyasyon etkisi yaratıp, kentin normal ısısını en az iki derece arttırdığına atıfta bulundum. Ya hastaneler? Sinan neden bu yolculuğa çıkıyor sizce? Neden zamanın rölatif olduğunu yaşamın bu rölatif hayata göre uzun veya kısalığının değerlendirilebileceğini söylüyor? Mutluluk da farkında olmadan bu acımasızlık içinde kaybolup gidiyor kentlerde. Ranta yenik düşmüş kentlerdeki acımasız vahşi kapitalizm insanları da doyumsuz ve mutsuz ediyor bana göre.
Hayalimdeki kent, iş çıkışı parmaklarına asılı topuklusuyla yalınayak salınarak evine dönen iş kadınlarının, elinde bir çocuk, bebek arabasında bebeği ile yürüyüşe çıkmış annelerin sokaklarında caddelerinde rahatça dolaştığı bir kent olurdu. Bir gün masal kitabı yazarsam, bunu yazarım. Kahramanlarımın hepsinin dudaklarına asla sönmeyen ay gibi bir gülümseme asarım. Ve bu karamanlar, doyumsuz hırslar yerine mutluluklarını ve yaşamlarını takas etmez, azla yetinip mutlu olurlar. Asıl zenginliğin yaşamın zenginliği olduğunu savunurlar. Okuyanlar gülerler elbet, gerçekçi bulmazlar. Böyle bir kitap satar mı sizce?
Ne kadar sürede yazıldı Kalbim Pera?
Altı ay. Sonra birkaç ay dinlendi, demlendi. Arada bir tadını, rengini kontrol ettim. Sonraki birkaç ayda da üstünden geçtim. Son süreçte bazı karakterlerin adını bile unutmuştum.
'Hep Sevgili Kalalım çok sevildi'
İlk romanınızda beklentileriniz karşılandı mı?Hep Sevgili Kalalım’a bakınca ne görüyorsunuz?
Kesinlikle. Beni tatmin eden bir yayıneviyle çalışıyorum. İşini bilen harika profesyoneller var; başta patronum Sn. Vedat Bayrak, ona her yıl bir roman sözü verdim. Allah ömür verirse tam dokuz roman yazacağım. Yayın Yönetmenim, Sn. Arzu Çağlan hem kendisi hem ruhu güzel insan, dokunduğu kitap parlıyor, canlanıyor, hayat buluyor.
‘Hep Sevgili Kalalım’ aylarca çok satanlarda kaldı. Ankara Kavaklıdere D&R da ilk gördüğümde şaşırdım ama çok gururlandım. Bir saat içinde tam dokuz kitabım satıldı. Orada öylece elimde kalemle bekleyip, her birini çoğu hanım olan okurlarıma sevinçle imzaladım.
Okurların yorumları nasıldı?
Profesör doktor olan bir okurum, “benim hikayemi yazmışsın sanki” dedi. Çok beğenmiş. Bir hanım okurum, başlayıp yarım bırakmış, sorunlu bir dönemden geçiyormuş Hep Sevgili Kalalım’ı bunalımlı bir gecesinde sabaha kadar tekrar tekrar okumuş. Evliliğini kurtardığını, erkek dünyasını kitap sayesinde çözümlediğini söyledi. Teşekkür etti. Kitabımı okuyan lise arkadaşım Bengü Kışlacı ile yıllar sonra kitap sayesinde tekrar buluştuk, görüşüyoruz. Kendisi edebiyat öğretmeni ve edebiyatla uğraşıyor. Tam not verdi bana ve “Sen Sembolizm’ e ruh kattın. Maalesef öldükten sonra kıymetin anlaşılacak,” dedi. Bir başkası, kitabın bitişi için “Yıkıldım” dedi. Ama, en önemlisi roman kahramanı Demir’e âşık olan hanım hayranlarım, beni Demir sanıp, sayısız sevgi ve hayranlık mesajları attılar. Hepsine teşekkür ediyorum. Var olsunlar.
Yine farklı şehirler ve müzikler var Kalbim Pera ‘da. Bu detayların hikayesini anlatır mısınız?
Benim karakterlerim müziklerle canlanıyorlar. Çünkü dinlediğiniz müzik sizin ruh halinizi ve kişiliğinizi yansıtıyor. Sonra sahneler ve o sahnelerde kahramanlarımın davranışları. Sinan’ın yolculuğu bilinçli ve rotası kendisi tarafından çizilmiş bir yolculuk, müzikler de öyle. Onun görebilen gözleri, hissedebilen bir ruhu ve kendi yarattığı bir dünyası var. Detaycı bir insan, insan eliyle yapılmış güzellikleri Tanrı tarafından yaratılmış güzelliklerle kıyaslayabilecek ve değerlendirebilecek kadar vizyon ve yetenek sahibi. Bu arada gerçekçi, müzik konusunda icra yeteneğinin olmadığını biliyor. Alya’ya “Michelanjelo’yu kastederek onu kıskandığını söyleyebiliyor ve zeytin ağaçlarına bakarak, “David’i yaparken taşın fazlalıklarını attı tamam ama, Tanrı zeytin ağacını yaratırken neyini attı sence?” diye soruyor. Tabi fonda müthiş bir müzik var. Okuyucularım lütfen müzikleri dinleyerek yolculuk yapsınlar Aklım Pera’yı okurken.
Yalnızlığı çok güzel anlatmışsınız Kalbim Pera’da. Bu kadar derinlikli bilgi nereden geliyor?
Yazmak eylemini sevdiğim için yazıyorum. Başka bir amacım, yarışan bir halim yok. Yazarken ve izlerken, en kalabalık halimde bile en yalnız halimi yaşıyorum. Bu konuda Sinan’la benzeşiyoruz. Bu hal derinlik mi bilemem, bana biraz iddialı geliyor ama, böyle düşündüğünüz için teşekkür ederim. Demek ki iyi yazmışım; ilk olumlu eleştiri sizden geldi.
'Sırada yeni kitaplar, yeni hikayeler var…'
Roman dışında türler denemeyi düşünüyor musunuz ilerde?
Amacım iyi bir romancı olarak anılmak. Çok çalışıyor ve çaba gösteriyorum. Zaman gösterecek. Her yazar gibi taktir görmek, beğenilmek istediğim bir şey ve beni mutlu eder.
Birçok şiirim vardı, İzmir’de bir yarışmaya katılım için kitap haline getirildi. Sn. Devrim Türker düzenledi ve harika bir kapak yaptı. Adı: BELLEK.
Kısa hikayeler de yazıyorum. Eğlencelik şeyler. Ortaya çıkarmak için henüz cesaretim yok. Ama, şu an üzerinde çalıştığım, harika bir roman var, eli kulağında… Geç aşkı anlatıyor. Altmışlar, yetmişler Türkiye’sinden günümüze uzanan bir zaman diliminde geçiyor. Nostaljik bir roman olacak, kaybettiğimiz ve kazandığımız şeyler ortaya dökülecek. Kahramanımız ünlü bir türkücü ve bir sopranoya âşık oluyor. Yetmiş yaşında ve debdebeli bir hayat yaşamış biri, geç yaşında ilk aşkı bir soprano olan bu operacı hanım.
Roman şöyle başlıyor: “Yaşamak istediğin hayat bu mu diye sorsalar bilemezdim. Böyle bir hayatı tahayyül dahi edemezdim. Çünkü bizim çocukluğumuzda şimdi ve dün vardı. Gelecek yoktu ki.” diyor ve devam ediyor. “Cumhuriyetin bizler için hazırlayıp, oraya buraya serpiştirdiği sürpriz hediyelerden de henüz haberimiz yoktu. Oysa bu hediyeler bizim için umuttu. Şanslıydık biz.”
Aklım Pera’ya emeği geçen, editörüm Sn. Deniz ilhan Taşdelen’e, harika kapağını hazırlayan Sn. Füsun Turcan’a, sayfa tasarımı için Sn. Eylem Sezer’e ve tüm Mona emekçilerine sonsuz teşekkürler. Dilerim romanım onları da mutlu eder.
Umarım okuyucularım, Sinan’ın umuda yolculuğundan keyif alırlar, zevkle okurlar. Size de çok teşekkür ederim, sevgili dostum Sayım Çınar, beni hep cesaretlendin, yazmaya teşvik ettin. Sağ ol!