Dünya gazetesinden Osman Ulagay'ın "Kusursuz fırtınaya pusulasız giriyoruz" başlıklı yazısı
Genç yaşından beri yüksek enflasyonun cilvelerini tadarak bugünlere gelmiş bir TC vatandaşı olarak, 1980’lerin ve 1990’ların üç haneli enflasyonuna geri dönmenin sancılı heyecanını yaşıyorum şimdi. O günleri yaşamış olanlar, herkesin bol sıfırlı paralarla alışveriş yaparken kendisini milyoner hatta milyarder gibi hissettiğini unutmuş değil. Hala milyonlarla, milyarlarla konuşma alışkanlığından kurtulamamış bir hayli insan var etrafta. O günleri yaşamamış olan gençler arasında bile bu özlemi yansıtanlar var.
Sayın Cumhurbaşkanımız dünyada dillere destan olan kendine özgü faiz teorisini halkımızdaki bu özlemi gidermek için mi ortaya attı bilmiyorum ama Türkiye, Merkez Bankası’nın Sayın Cumhurbaşkanı’nın talimatıyla uygulamakta olduğu faiz politikası sayesinde 1994’den beri ilk kez üç haneli enflasyona yeniden kavuşmak üzere. TÜİK’in verilerine göze üretici fiyatlarındaki yıllık artış Nisan sonunda %122’yi buldu bile. Yazarmız Alaattin Aktaş’ın hesaplamasına göre, tüketici fiyatları endeksindeki yıllık artışın da yakında üç haneli rakamlara tırmanması olası.
500 TL’lik banknot?
Bir kez daha çok sıfırlı paralarla alışveriş yapmanın keyfini çıkartmaya başladık ama alışverişlerinde nakit kullananları üzen bir sorun var karşımızda, 200 TL’den büyük banknotumuz yok. 2004 yılı sonunda Türk lirasından 6 sıfır atılırken paramızın yeniden bu hallere düşeceği hatıra gelmediği için en büyük kupür 100 TL olarak belirlenmiş, 200 TL’lik banknot ise 1 Ocak 2009’da piyasaya sürülmüş. O tarihte 200 TL ile 131 ABD doları alınabiliyormuş.
Benim yaşıma gelmiş olanlar hatırlar, bir zamanlar kısaca “binlik”diye anılan 1000 TL banknotları vardı. Yeniden binlik banknota ne zaman kavuşuruz bilmiyorum ama 500 TL’lik banknotla yakında tanışacağız galiba. Önceki gün Dünya’da yer alan habere göre şu anda ülkemizde tedavülde (dolaşımda) bulunan 200 TL’lik banknotların toplamdaki payı %43’ü, 100 TL’lik banknotların payı da %44’ü aşmış. 2009’da bu oranlar %12 ve % 28’miş. Piyasadaki banknotların %1’ini bile oluşturmayan 5 TL’lik banknotu ise artık bahşiş diye vermeye bile çekiniyorum.
1970’den itibaren tek haneli enflasyon yaşamayan Türkiye’yi 34 yıl sonra tek haneli enflasyona kavuşturan ve TL’yi dandik para olmaktan kurtaran AK Parti ve Erdoğan iktidarının, şimdi TL’yi dünyanın en düşük değerli paralarından biri haline getirmeyi başarmış olması da kayda değer bir olay.
Dünyadaki enflasyon ve Türkiye
Özellikle 2017’den itibaren uyguladıkları, ne pahasına olursa olsun hızlı büyümeyi hedefleyen politikalarla Türkiye ekonomisini derin bir çıkmaza sürükleyenlerin, şimdi ülkemizdeki enflasyon üç haneli -rakamlara doğru tırmanırken “ne yapalım efendim enflasyon dünyada da tırmanışa geçti” demeleri ise komik bile değil. Karşılaştırmalı rakamlara baktığımızda acı gerçek çıkıyor karşmıza.
The Economist dergisi her sayısında dünyanın önde gelen 42 ekonomisine ait karşılaştırmalı verileri yayınlıyor. Derginin son sayısında yer alan verilere baktığımızda, Türkiye’nin %61,1’lik yıllık tüketici fiyatları artışıyla Arjantin’i de geçerek açık arayla 1. sırayı aldığını görüyoruz. Anjantin % 55,1 ile 2.sırada, Rusya %16,7 ile üçüncü sırada. “Eyvah enflasyon yükseliyor” diye panik yaşayan gelişmiş ülkelere baktığımızda, yıllık tüketici enflasyonunun ABD’de %8,5, Almanya’da %7,4, İngiltere’de % 7,0, İtalya’da %6,2, Fransa’da %4,8 olduğunu görüyoruz. Hepsi Türkiye’nin aylık enflasyonuyla boy ölçüşebilecek oranlar. Söz konusu ülkelerdeki yönetimler enflasyonun bir ekonominin en önemli göstergesi olduğunu çok iyi bildikleri için, bu alandaki gelişmeleri yakından izlemeyi ve gerekiyorsa önlem almayı vazgeçilmez bir görev sayıyorlar.
Enflasyondan kusursuz fırtınaya
Somut bir örnek olarak ABD’deki gelişmeleri ele alalım. Hatırlanacağı gibi Covid pandemisinin ekonomide yapacağı olumsuz etkiyi sınırlamak için başta ABD olmak üzere zengin-gelişmiş ülkelerin çoğunda yönetimler benzeri görülmemiş boyutlarda devlet yardımlarını devreye sokarak kesenin ağzını açtılar. Merkez Bankaları da muazzam bir parasal genişlemeye giderek bu çabaya katkıda bulundu.
ABD örneğinde yaratılan bu ek gelirin önemli bir bölümünün ABD borsalarındaki canlanmanın sürmesini sağladığı ama önemli bir bölümümün de düşük gelirli kesimin alım gücünü artırarak toplam 2 trilyon dolarlık bir ek talep yarattığı görüldü. Ekonominin arz cephesinde ise pandemi nedeniyle yaşanan sorunlar üretimi sınırladı. Talep hızla büyürken arzın sınırlı kalması enflasyonu tetikledi. Bunun üzerine alarm zilleri çalmaya başladı ve ABD Merkez Bankası faiz oranlarını artırmaya zorlandı. Bunun sonucunda da pandemi döneminde rekorlar kırmaya devam eden ABD borsaları da ciddi bir düşüşün sinyallerini vermeye başladı. Bu sürecin ABD ekonomisinde bir resesyona yol açması olasılığı da gündemde.
Pusulasız Türkiye zarar görür mü?
Bu gelişmelere Rusya-Ukrayna savaşının yol açtığı sorunlar ve belirsizlikler de eklenince çok boyutlu bir kusursuz fırtına senaryosu akla gelebiliyor. Bu senayonun gerçekleşmesi halinde özellikle Türkiye gibi enerjide dışa bağımlı ve döviz ihtiyacı yüksek olan Yükselen Pazar ülkelerinin bundan zararlı çıkabileceği vurgulanıyor. Türkiye’nin şu anda dış dünyaya verdiği izlenim de bu süreçten zararlı çıkabilecek ülkeler arasında yer alabileceğini düşündürüyor.