Yeni Asır yazarı Neslihan Acu, Nuri Bilge Ceylan'ın Cannes'da 'Altın Palmiye'yi alan filmi 'Kış Uykusu'na övgü yağdırdı.
Temposu ve uzunluğu nedeniyle kimilerinin izlemekte zorlandığı filmi Acu, şu sözlerle tavsiye etti: "Hayatlarımızın dörtte üçünü sanal alemlerde geyik yaparak, klişelerle tükettiğimiz şu dünyada, üç buçuk saatliğine ruhunuz havalansın."
İşte, Acu'nun bugün Yeni Asır'da yayınlanan yazısı:
KIŞ UYKUSU
İnsanlar kendilerini "gerçek" halleriyle görmek istemezler.
Kafalarında kendilerine dair çok daha "şık" bir imaj vardır ve
kendilerini o imajla kandırarak yaşamayı tercih ederler.
Kış Uykusu, insanın gerçek halini 3 saati aşkın süreyle insanın
suratına çarpan bir film.
Süresinin uzunluğuna rağmen hiç sıkmıyor (Haluk Bilginer'le Demet
Akbağ'ın 20 dakikalık diyaloğu hariç), tam tersine hayrete
düşürüyor, acıtıyor, irkiltiyor, yer yer fena halde
eğlendiriyor.
İmajlar, vitrinler dünyasında "mış" gibi yaşayanlar büyük ihtimal
Kış Uykusu'ndan hoşlanmayacaklar.
Ama diğerleri için gerçek bir sinema şöleni. Dostoyevski'den,
Çehov'dan ve bilumum Çehovvari Rus filmlerinden izler taşıyan bir
şölen.
Oyunculuklar, Nejat İşler hariç, çok iyi. Nejat İşler, o
mezbelelikte yaşayan, ezik, çaresiz, işsiz bir babadan çok, bir
Cihangir barından az önce çıkmış kafası bozuk bir entel arkadaş
rolünde sanki. Olmamış.
Haluk Bilginer olağanüstü. Gerçekten de, dünya çapında bir oyuncu
Bilginer.
Demet Akbağ muhteşem oyunculuğuna rağmen, yüzüne yaptırdığı estetik
müdahaleler nedeniyle, görüntüsüyle çok rahatsız ediyor. Bir kez
daha altını çizmek lazım.. Oyuncular, tiyatrocular botokstan,
dolgudan uzak dursunlar. Bu facianın dünyadaki 1 numaralı örneği
Nicole Kidman mesela... Kadın artık sadece "gözleriyle" oynamak
zorunda... Yüzünün diğer tarafları donmuş çünkü.
Kış Uykusu'na geri dönersek... Film, her biri kendi inlerinde kış
uykusuna yatmış, artık yaşamayan 3 insanın (Aydın, kardeşi Necla ve
genç karısı Nihal) natürmort hayatlarına odaklanıyor. Mekan,
Kapadokya. Sırf bu bile filme bir rüya kıvamı veriyor.
Filmin konusu yok. Ama 3.5 saat su gibi akıp gidiyor. Çünkü en
başta da dediğim gibi, NBC insanın gerçek hallerine odaklıyor
kamerayı. İkiyüzlülük, çaresizlik, pişmanlık, korku, kibir...
Bu 3 karakter, Çehov'un karakterleri gibi, birbirlerini
iğneliyorlar, zehirliyorlar, hayat hakkında ahkam kesip duruyorlar,
pişmanlıklarını her dakika dile getiriyorlar ama hayatlarını
değiştirmek için en ufak bir şey yapmıyorlar, yapamıyorlar.
Çünkü zenginler ve hayat enselerinde boza pişirmiyor. Keyifli
aksesuarlarla döşenmiş mağaralarında sonsuza dek çene çalabilir,
birbirlerinin dibini oyabilirler.
Film bu bakımdan, laftan ve kibirden başka hiçbir şey üretmeyen
çakma aydınımıza direkt bir eleştiri olarak görülebilir. (Filmin
başkarakteri zaten "Aydın" Bey)
Dışarıda ise yoksulluk, sefalet, cehalet, çirkinlik, pislik
var.
3 karakter bu yoksulluğu/sefaleti görüyorlar ama kendi
sıkıntılarına "meze" yapmaktan ya da hayatlarını onlarla dekore
etmekten öteye gitmiyorlar. Yani, "içlerinde" hissetmiyorlar.
Hissedemezler de zaten. Çünkü derin uykudalar. Bir nevi koma hali.
Ayılar bahar gelince kış uykusundan uyanırlar ama bizimkiler için
umut yok. Çünkü onlar için bahar mahar yok artık. Tüm baharları
tüketmişler.
Diyeceksiniz ki, filmin hiç mi kusuru yok...
Olmaz olur mu? Diyaloglar çok fazla ve kimi zaman dikiş tutmuyor.
Senaryoda zaaflar ve bazı tuhaflıklar var. Mesela filmin ilk
yarısında ağırlıklı görünen Necla (Demet Akbağ) filmin ortasında
yok oluyor. Bir daha da gözükmüyor. İntihar mı etti, İstanbul'a mı
gitti, ne yaptı belli değil. Aydın'la genç karısı Nihal'in
aralarının neden o kadar bozuk olduğu da belli değil. Senaryo bu
tip "ayrıntılara" hiç kafayı takmamış.
Ama bu kusurlar filmi daha da güzelleştiriyor.
Çünkü bu bir Nuri Bilge Ceylan filmi! NBC, dünyayı "kendi gördüğü
gibi" aktaran bir yönetmen çünkü. Bizim istediğimiz gibi ya da
klişelerin buyurduğu gibi değil.
"Bir zamanlar Anadolu'da" gibi gerilimli bir filmde, 10 dakika
süreyle bir elmanın yuvarlanışını bize göstererek tüm senaryo
kurallarını yamyassı etmiş bir yönetmen sonuçta, karşımızdaki.
Özgün, yaratıcı, kendi yolundan şaşmayan, ısrarcı, cesur...
Altın Palmiye'yi de o yüzden aldı bence.
Gidin görün bu güzel filmi. Hayatlarımızın dörtte üçünü sanal
alemlerde geyik yaparak, klişelerle tükettiğimiz şu dünyada, üç
buçuk saatliğine ruhunuz havalansın.