Radikal yazarı Koray Çalışkan'ın Birgün'de pazar günü yayınlanan yazısına Başar Başaran'dan yanıt geldi. Çalışkan'ın politik görüşlerine karşı çıkan Başaran, Çalışkan'la ilgili bir 'anısını' da hatırlayınca ortaya ağır bir yazı çıkmış.
İşte Başaran'ın yazısı:
Koray Çalışkan nereye koşuyor?
Yaz başıydı zannediyorum. CHP İstanbul İl Başkanlığı’nın gazetecilere verdiği kahvaltıdaydık. Bir ara laf masada bulunanlardan Koray Çalışkan’ın o günlerde başını ağrıtan bir mevzuya geldi. Bilmiyordum, kendisinin daha önce Birgün’de yazdığı bir yazı muhafazakâr basın tarafından keşfedilmiş ve orada İslamiyet hakkında kullandığı ifadeler üzerinden Çalışkan’a dönük eleştirilere başlanmış. Koray Bey makalenin karşısına bunca zaman sonra çıkartılışından haklı olarak yakınıyordu.
Bir ara masada kim olduğunu hatırlamadığım birisi yazının içeriği hakkında Çalışkan’a bir şeyler sordu. Verdiği cevap kulaklarımda çınlıyor; ‘’ Birgün’de yazdığınız zaman çok okunmayacağınızı bildiğinizden rahat yazarsınız. Ondan o sırada biraz rahat davranmışım’’ Masada herkes bu sözlere gülerken ben durmuştum. Zira orada Birgün’de yazan bir tek ben vardım. Bu sözün beni ilgilendiren kısmına mı yanayım yoksa Çalışkan’ın yazısını ve yazdığı mecrayı üstlenmeyen haline mi, bilemedim. Eli böylesine hafifleterek yazmanın rahatlığı hakkında düşünmeye dalmıştım ki Can Ataklı’nın onu masada motive eden tek unsur olan menemenden biraz daha istemesiyle kendime geldim.
Aslında bu anıyı ne zamandır anlatmak istiyordum vesile Çalışkan’ın geçen hafta Birgün Pazar’da yazdığı hepimizi CHP’ye davet eden yazısı oldu. Çünkü yazarın çok fazla okunmaz zannettiği yazıyı maalesef ben okumuş bulundum. Koray Bey devrimci mücadeleye artık kendimizin bile inanmadığını bize hatırlatan makalesinde solculara ‘’hadi artık hayata katılın’’ çağrısı yapıyordu. Önce boşvermek istedim, olmadı. Cüretini iyi niyetiyle, kibrini özgüveniyle, üstenciliğini eğitimiyle yer değiştirebilsem rahat edecektim, beceremedim. Mevcut şartlara dayandırılan bir haklılığın o koşulları mutlaklaştırmakla yazgılı olduğunu bilsem de yine de davet dilindeki ‘’ aklın yolu bir’’ cakasına gülüp geçemedim. Çünkü Çalışkan’ın kendi pozisyonundan emin bu daveti en başta bu emin oluşun mesnedi üzerinden sorgulanmaya muhtaçtı. O halde Koray Bey’i neyin söylettiğini konuşmadan şu kimsenin okumadığı mecranın hakkını veremeyiz dedim. Zira ‘’yazanın rahat olduğu’’ bu mecra aksi gibi okurun yazılanları fazlasıyla ciddiye almakla hayli rahatsız olduğu bir yerdi. Dolayısıyla makale üzerine yazmak zorunda hissettim.
HAYDİ CHP’YE GELİN… NEDEN DAHA ÖNCE DÜŞÜNEMEDİK?
Çalışkan’ın bizi mevcut dünyaya razı etmek üzere kurduğu bu muhalefet dilinden söz ederken aslında sık rastladığımız bir eğilimden bahsediyoruz. Yazarlarının bize daima pragmatist bir çıkışı vaaz ettiği bu argümanları alternatif krizinde bir çaresizliğin tecessüm edişi olarak da tarif edebiliriz. Zira vaziyeti mukadder kabul ederek öncüllerini oluşturan bu önermeler haliyle böyle durumlarda yapılabileceklerin ne olduğunu söyleyerek tamamlanıyor. Böylece iki kere ikinin dört edişi gibi basit, yalın, apaçık yargılara varılıyor. Haydi CHP’ye gelin. Üstelik bu fikirler paradigmanın gardiyanlığını sorgulamadıkça kulağımıza gayet makul yaklaşımlar gibi de gelebiliyor. Varsın matematiğin sahibi muktedilerler olsun bize sıtmalara bakıp veremlere özenen bir hasta gibi yaşamak imkânı veriyor. At üstünde sinek gibi saygın değil ama makuller.
Sürgit zevahiri kurtarmaya, deveyi gütmeye, kervanı düzmeye yahut adına ne dersiniz deyin yolculuğun yola göre şekilleneceğini kabul etmeye davet ediliyoruz. Biz zevahirden vazgeçtik, develerin iplerini çözüp kervanı da bağışlayacağız dememizi anlamakta zorlanıyorlar. Siz bakın işte çorbanıza demek şansını bize vermiyorlar. Haklarını teslim ediyorum, düzenin gidişatını böylesine içselleştirmiş insanların bize hala sabır göstermeleri büyük incelik. Düşününce söylediklerini bir türlü anlamayışımıza tahammül ediyorlar. Doğrusu dünyaya onların baktığı gibi bakınca insan Koray Bey gibilerin şefkatine şaşırmadan edemiyor. Bu kadar basit bir gerçeği defalarca şu kalın kafalarımıza sokmaya çalışıyorlar. Herhalde Ford bu imanı sağlam kullarından razıdır diye düşünüyorum peki ya biz, ondan pek emin değilim.
KADİR TOPBAŞ’I ÖDP’YE Mİ ALSAK?
Olan oldu artık diyor Koray Çalışkan, referandum da iyi oldu, bak hükümete o krediyi açanlar şimdi anladılar diyor. Öyle bakınca aslında her şey iyi oldu. Kaybettiklerimizi hatırlamadıktan sonra yenilginin ne anlamı var? Olanı kader gördükçe her şey seyrindedir. Başka çaresi var mı, o halde hayatın seyrine uymak gerekir. Yelkenci miyiz biz, yelken mi? Kendisi rüzgâr olmayı düşleyen bir harekete hava böyle ne yapalım denir mi? Düşünmüyor Koray Çalışkan. Sanki CHP yeni kuruldu, 70 ler’de iktidar alternatifiyken bile Sosyalistler için neden bir seçenek olamadı, Oy verme hesap sor diyenlerin aklına niçin böyle fikirler gelmedi, düşünmüyor.’’ Win Win’’ diyor, ‘’acık da biz’’ diyor, ‘’neyimiz eksik’’ diyor.
Her şey tastamam sahi. Sarıgül başkan sol iktidar. Şu Kadir Topbaş’ı ÖDP’ye mi transfer etsek? Doğru ya CHP yeni CHP, Altı Ok’lu rozetleri Eyüp Can’a mı taksak? Ama bu okları zaten kimse sevmiyor. Okların dördünü Emine Ülker alsın, ikisinden de kırpıp Avrupa Solu çıkarırız. Hem ne diyor Çalışkan sosyal demokratlar yükselişteymiş. Ama bir sorun var; biz buna suni denge diyoruz, sosyal demokrat değiliz. İşte siz de bir fikir platformu olarak durun canım o zaman, siyaseti CHP’de yapın. CHP’de siyaset yapmak, oksimoron mu? Neyse, aklın, hayalin, rüyanın kapasiteleri var. Başka bir lisanda söyledikçe biliyorum konuşuyor ama anlamıyorlar.
Bir yerlere koşan bir güruhtan koparak arkaya dönüp gelmeyenlere seslenenlerin bilemediği bir şey var, yorgun değil gönülsüzüz. Olmayan iddialarına ikna olmuyoruz. Bir farkları yok diğerlerinden. Ama nedense Çalışkan gibiler geride kalanları çağırmakla görevli addediyor kendilerini. Sağ olsun, Sağ olsunlar. Ama gelmek istemediğimiz hiç aklınıza geliyor mu? Yola inanmadığımız, sonundaki uçurumu gördüğümüz, yanlış bir adım atmaktansa durmayı yeğlediğimizi hiç düşünüyor musunuz? Dünyayı daha iyi bir yer yapmanın başka bir yoldan gitmek olduğunu bildiğimiz için o yolu bulmadan ayağa kalkmayacak olduğumuza inanabiliyor musunuz? Ortaçağda bin yıl oturanlar oldu. Kopernikle ayaklandılar. Belki bir şey yapmak için doğrusunu düşünmeye ihtiyacımız var. Oturmak ve düşünmek, böyle kimsenin okumadığı yerlerde ama ‘’rahatsızca’’ yazmak istiyoruz. Bizce kendimizi gerçekleştirmek için çaba harcamamız Kılıçdaroğlu’nun peşinden gitmemizden hayırlıdır. Anlıyor musunuz?
BU YAŞTAN SONRA KILIÇDAROĞLU ALKIŞLAMAK
Kaybediyoruz diye zekâmıza hakaret mi edelim? Böyle düşündüğümüzü hiç düşündünüz mü? Kendimize bir CHP kurultayında delege olmayı yakıştıramayacağımız hiç aklınıza geldi mi? Bu kadar sahaf kitapla dolu. Çürüyen dirseklerin, bozulan gözlerin, giden arkadaşların hiç mi hatırı yok üzerimizde de gidip Muharrem İnce’yle siyaset yapacağız. Boşuna mı okudun demezler mi adama, galiba hayır demezler. Ya da Koray Bey demiyor. Onlar için verim, çözüm, win win stratejileri esas. O halde başarıyı böyle kutsamış bir bakışa başarısızlığın erdemini anlatmaya çalışmak da az şefkat değil, kabul edin. Deniyoruz.
Başarı dediğinizde duracaksınız. Zira tek başına bağımsız bir kavram değildir. Hangi oyunda kim ve ne olarak başarılı olacağız? Dolayısıyla ahlak başarıdan aşkın bir kavramdır. Aslolan dünya kavrayışımızıdır, devir ona itibar ettiğinde başarının anlamı vardır. Aksi halde yaşanan yabancılaşmadır, çürümedir. Bugün bu yana sallanır tarihin sarkacı, yarın öte yana. Sarkaçın peşinde helak olmakla varolunmaz. Siz bir yerde duracak, durduğunuz yerden de emin olacaksınız. Yapacak bir şey yoktu diyerek siyaset şekillenmez. O vakit marjinal olmanın anlamı kalmaz. Oysa tarih marjinaller sayesinde sıçrama yapar. Her büyük adam devrinin üvey evladıdır der Cemil Meriç. Her reddediş yerine yeni bir öneri getirmek zorunluluğunu taşımaz. Öneri gecikebilir. Kendimizi bozmadan bekleriz. Kavga ettiğimize dönüşmeden, haklı olmanın bedelini ödemek cesaretini göstererek. Tavır bazıları için budur. İkbale koşanların ardından bakmak ceza değil, seçimdir
Hasılı sınavın sahibini tanımıyoruz arkadaşım. Cevap anahtarlarına güvenmiyoruz. Puanımızla mı değerlendireceksiniz bizi? Ah siz bu kafayla, evet biz bu kafayla, bin yıl daha, evet bin yıl daha, ne fark eder? İlla günahınıza ortak mı olalım? Kenarda köşede kimse kalmasın, herkes bu anlatıya biat etsin mi istiyorsunuz? O zaman farklı söz nereden çıkar, tarih dursun mu istiyorsunuz? Bırak Koray Bey biz de böyle düşünelim. Fikrimiz mevkie tahvil olmasın. Sen koşup koşup gelme artık geriye, koş yetiş gidenlere uğurlar olsun. Mebus olursun, bakan olursun, şansın yaver gider Başbakan olursun. Ekonomik büyümelerle gönenirsin. Elini sürdüğün abat olur. Ne güzel. Bizden ne istiyorsun? Unutmaya çalıştıklarını hatırlayanlar kalsın bırak. Biz de yanına düştüğümüzde hep birlikte haklı olmayacağız. Haksız ve galip olmamayı seçmekle belirliyoruz safımızı. Bekliyoruz.
Belki ne kadar az o kadar iyi. Yedikçe pastalar bütün kalmaz. O yüzden susturun artık şu vicdanınızı, bırakın şu çılgın teklifleri, kendinize atfettiğiniz tanımlara bizi şahit yazmayın.
Başar Başaran
twitter.com/nobasaran