Birgün gazetesinden Çevrim Çeviren, sosyolog- gazeteci - yazar Can Kozanoğlu ile bir röportaj yaptı ve önemli açıklamalarda bulundu.
Seçimlerle ilgili dikkat çeken bir açıklama yapan Kozanoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kazanma olasılığı var mı sorusunu şöyle cevapladı:
Valla bu söyleşide şu notu düşerek konuşmak lazım. 5 Mayıs 2023 Cuma günü yapıyoruz bu sohbeti. (Gülerek) İnişli çıkışlı bir şekilde, bir gün umutlu görüyorum tabloyu, bir gün bayağı endişeleniyorum. Bayağı da gerilerek bekliyorum 14 Mayıs’ı. Seçime 10 gün kala biraz daha emin halde olmayı da beklerdim açıkçası. O emin olma pozisyonuna gelemedim. Göreceğiz. Ama dediğim gibi o istediğimiz sonuç olur ise umudum şu ki, oturup hayatın dökümünü çıkaracağız. Gizlenen, çarpıtılan pek çok şeyi göreceğiz, yüzleşeceğiz. Enflasyon oranı, gerçekte nedir? İşsizlik oranı gerçekte nedir? Depremin asıl tahribatı nedir gibi…
Onlar görece kolay. Zor olan ise kendimizle yüzleşmek. Yurttaşlık halimizle yüzleşmek. Özellikle gençler için daha zor ve belki daha acılı ama daha önemli olacak, daha gerekli olacak bu. Bundan 15 yıl önce sokak röportajı yapıp “liyakat” ne demek diye sorsan, herhalde 10 insanın biri filan bilirdi. Şimdi en çok kullandığımız kelimelerden biri oldu. Torpil var, liyakate değer verilmiyor. İnsanların niteliğine değer verilmiyor.
Son derece haklı bir eleştiri. Özel sektörde kısmen öyle, kamu neredeyse bütünüyle öyle. Ama şöyle de bir acı gerçeğimiz var: O da yüksek ihtimal değil ama diyelim ki iktidar değişti, her şey çok adaletli oldu, konumlar tam liyakate önem verilerek belirlendi. Mevcut durumdan şikayet eden pek çok insanımızın, her yaştan insanımızın ama hayatın başında oldukları için en çok gençlerimizin bazıları için fazla bir şey değişmeyecek. Bazıları için. Çünkü hayallerine köprü olacak düzeyde birikimleri, nitelikleri yok…
İşte sorulan sorular ve verilen cevaplardan bir kaçı
Tepkisellik var, bir yere tam kanalize olamayan bir kesim var. Ve bu seçimde de taktiksel bir oy verme durumu var. Öyle değil mi?
Taktiksel oy uzun yıllardır var. İçine sinmeden oy veriyorsun bazen; oy verme kararının ardından havaya girip taraftar olabiliyorsun, sonra birlikte sevinip birlikte üzüldüğün insanlarla arandaki farkı görüp öfkelenebiliyorsun. Mesela Ekrem İmamoğlu aday olduğu zaman ilk başta çok içime sinmedi. Ama bir müddet süre sonra, tamam dedim ben buna oy veririm. Seçim yaklaştıkça gelecek olandan çok gidecek olanı düşüne düşüne bayağı heyecanlandım. 31 Mart’ta çok sevindim. Haziran’daki tekrar seçiminde bayağı gerildim. Biliyorum kazanacak ama ya bir sakatlık olursa… Seçimi kazandık. Benim bulunduğum bölgede insanlar erkenden sokaklara döküldü, seçimi kutladı, mutlu oldum. Hatırlarsın, seçimin üzerinden birkaç ay geçtikten sonra ilçe belediyelerinde grevler olmaya başladı. Tabii, DİSK’in olduğu yerde grevler oluyor iyi ki. Aslında Ekrem İmamoğlu’nu ilgilendiren bir şey de değil ilçe belediyelerinde olan grev ama onu da bilmedikleri için, baktım sosyal medyada yüzlerce insan İmamoğlu’na, “Başkanım sana oy verdik, bunları işten at” yazmış. Sabote ediyorlarmış. Bir tanesi tutmuş, “sendikalar soğuk savaş döneminde kaldı” diyor vs.
Yani böyle insanlarla aynı yere oy verdiğini görüyorsun. Onun için, taa lafın geldiği yeri toparlarsak 14 Mayıs’ta, olmadı 28 Mayıs’ta iktidarın değişmesini, Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçilmesini çok umutla, hevesle, heyecanla bekliyorum. Bazen kızsam da Kılıçdaroğlu’nu çok seviyorum ayrıca. Ben gazeteciyim, tarafsız olayım gibi de hiçbir kaygım yok. Onlara da sonra umarım dönebiliriz. Çünkü biz de taraflı olmak konusunu biraz abartmış olabiliriz ama Türkiye’nin koşulları bunu dayattı. Neyse, o çok mutlu olmayı umduğumuz akşamdan sonra yine benzer ayrışmalar olacak illa ki. O ayrışmaların yanında, Türkiye’nin solcuları olarak bizim de ayrı bir defter açıp üzerinde çalışmamız lazım. Çünkü çok çok yıllardır, benim gençliğimden bu yana, “Türkiye’de sol için yeni imkanların, yeni alanların açılacağı bir döneme giriliyor arkadaşlar” diye başlıyoruz. Sonrası…
Seçimden sonrasını nasıl görüyorsun?
İlk defa gitmesine bu kadar çok yaklaşıldığı hissediliyor, muhalefet bloğunda hemen hiç kimse son düzlükte tutup da bir yeni arıza çıkarmak, yeni bir ayrışma çıkarmak istemiyor. Onun için de içimize çok fazla şey atıyoruz. Boğulmamak için bir adaya çıkmaya çalışıyoruz, nefesimiz tükenmeye yakınken. Adayı gördük, karayı gördük ama nefesimiz de tükeniyor. Şu anda o durumdayız.
Onun için de adada ne olduğunu çok fazla düşünmek istemiyoruz. Yoksa, umduğumuz gibi adaya çıkmayı başarırsak, adada işler bayağı karışacak. Kaçınılmaz. Dizi sevenler için Lost adası, edebiyat sevenler için Sineklerin Tanrısı adası… Ne bu ittifakın bileşenleri aralarında tam olarak uyuşabilecek, ne de ittifakın her bir parçası kendi içindeki sükuneti koruyabilecek. Diyelim Kılıçdaroğlu 55’le kazandı, o 55 puanın aslında pek çoğunun talebi o kadar farklı ki. Lakin o günü görelim de sonrasına bakarız havasındayız. Acı ama gerçek.
Seçimi Erdoğan kazanırsa?
Son yirmi yılda her beş yılda bir yükselen vitesle hızı artan bir gidiş var, artık ivmesi nereye yükselir bilemiyorum. Sonumuz hayrolsun derim ama… Kılıçdaroğlu’na, bence haksızca, çok yüklenilir; adaylık hırsın bizi yaktı diye. Muharrem İnce’nin de yerinde olmak istemem. Gerçi hiçbir koşulda onun yerinde olmak istemem ya… CHP karışır, İyi Parti karışır, Ekrem İmamoğlu’nun tepesinde sallandırılan kılıcı başına indirebilirler çünkü on ay sonra yerel seçim var. Muhalif seçmen yerel seçimlere kadar toparlanabilir mi, bilmiyorum. Yine en çabuk solcular, sosyalistler toparlanır diye düşünüyorum. Alışkın olma meselesi…