Ekonomim.com'dan Fatih Özatay'ın "Kapalıçarşı’da yükselen döviz kuru" başlıklı yazısı
Dün saat 10.27.33’te Kapalıçarşı’da bir dolar 19.97 liradan alınıp 20.10 liradan satılıyordu. Oysa aynı dakikalarda bankaların alış-satış fiyatları 19.30-19.40 arasındaydı (verileri Özgür Demirtaş’ın kur kotasyonlarını gösteren bir ekranın fotoğrafının eklendiği tweetinden aldım). Bu, sadece dün ortaya çıkmış bir gariplik de değil; birkaç gündür devam ediyor. ‘Şans Sohbetleri’nde Ali Aağaoğlu ile Hakan Güldağ da aynı konuyu ele almışlar dün. Sohbetlerinin başlığı ‘Faizden sonra kur ve altında çoklu fiyat’.
‘Finansal Krizler ve Türkiye’ adlı bir kitabım var (Doğan Kitap). İlk baskısı Aralık 2009’da çıkmıştı, altı bölümden oluşuyordu ve toplam 182 sayfaydı. Altıncı baskısı Aralık 2020’de yayınlandı; dokuz bölüm ve 312 sayfa. Ne yazık ki krizler üzerine yazınca böyle oluyor; pehlivan tefrikasına dönebiliyor. Aman yanlış anlamayın. Kitabın sayfa sayısının bu kadar artmasının tek nedeni Türkiye’nin krizleri değil. 2018-19 krizimiz önemli katkıda bulundu elbette ama bir de ilk baskıdan sonra patlak veren Avrupa krizi var. Gerçi onlar sorunlarını azalttılar, oysa biz tam gaz yeni krizlere doğru gidiyoruz. Gazdan ayağımızı çekebilir, frene basabilir, arabayı yeni bir yola döndürebilir ve sonra da o yeni yolda tam gaz gidebiliriz. Ekonomi politikasında makule dönersek yapabiliriz bunu; seçimden sonra inşallah.
1979’da yayınlanmış bir akademik çalışma var. P. Krugman yazmış ve birinci nesil kriz modellerinin öncüsü olarak biliniyor bu çalışma. Daha çok Latin Amerika ülkelerinde yaşanan ve artık arkaik diyebileceğimiz krizleri açıklamayı amaçlıyor. ‘Arkaik’ çünkü daha sonra yaşanan krizleri –mesela 1990’ların başlarında Avrupa Para Sistemi’nde çıkan krizi, 1997 Asya krizini ya da 2008’de patlak veren küresel krizi- açıklamak mümkün değil bu modelle. O nedenle, ikinci ve üçüncü kuşak kriz modelleri çıkıyor. Başka modeller de var.
Özü şu: Sabit ya da artış hızı sabit ya da artış hızı üç aşağı beş yukarı sabit bir döviz kuru rejimi uyguluyorsanız, döviz talebini körükleyecek bir ekonomi politikası uygulamamanız gerekiyor. Mesela kamu kesimi açığı merkez bankasına para bastırılarak finanse edilmemeli. Kamu kesimi açığı yoktur da çok hızlı kredi artış vardır. Aynı şey: Bu tip gevşek politikalar sabit kur sistemi ile uyumsuzlar; döviz talebini yükseltiyorlar ve kura yukarıya doğru baskı yapıyorlar. Oysa döviz kuru belli bir düzeyde tutulmak isteniliyor. Bu durumda o ülkenin merkez bankası sürekli döviz arz etmek (döviz satmak) durumunda kalıyor; rezervler eriyor. Döviz rezervinin düşebileceği bir alt sınır var. Oraya gelince de sistem çöküyor; kriz çıkıyor. Kısacası, doğal ölüm ve doğal ölüm zamanı var. Krugman’ın çalışmasını ilginç kılan ana husus, doğal ölümden oldukça önce spekülatif atak sonucu uygulanan kur politikasının çökeceğini kanıtlaması.
Dediğim gibi oldukça gerilerde kalmış krizleri açıklamak için geliştirilmiş bir model. Ancak birinci nesil olarak adlandırılan krizlere benzer krizlerin artık yaşanmayacağı anlamı da çıkmamalı ‘arkaik’ nitelemesinden. Bu tip krizlerin öncü göstergeleri var ve şu anda yaşadıklarımız açısından oldukça ilginç bu öncü göstergeler. Birincisi, karaborsa kuru ile resmi kur arasındaki fark açılıyor. Model 70’leri açıkladığı için ‘resmi kur’ ve ‘karaborsa kuru’. Yoksa siz buna ‘bankaların kuru’ ve ‘Açıkmarket kuru’ falan da diyebilirsiniz. İkincisi, piyasa faizi ile ‘resmi faiz’ arasındaki fark da açılıyor. Ve üçüncüsü elbette o ülkenin merkez bankasının döviz rezervlerinin giderek erimesi. Sözünü ettiğim kitaba yeni bir bölüm eklemek zorunda kalmamak dileğiyle…