İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin TBMM Grup Toplantısında konuştu.
Akşener'in açıklamalarından öne çıkanlar:
Biliyorsunuz, 11 ayın sultanı Ramazan Ayı geldi çattı. Yüce Allah’a hamdolsun. Bu mübarek ayda, Allah ibadetlerimizi makbul, tekrarını da nasip eylesin. Ak Parti iktidarının ve Nebati Bakan’ın; ışıltılı gözler ve iş bilmezliğin getirdiği bir garip özgüvenle,“ Şubat’tan daha iyi olacak.” dedikleri, Mart ayını geride bırakıyoruz.
Ama maalesef, zamları, geçim darlığını, işsizliği, siftahsız kapanan dükkanları, toprağına küsen çiftçilerimizin dertlerini, bir türlü geride bırakamıyoruz. Maaşlar erimeye, paramız değer kaybetmeye aynen devam ediyor.
CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN'IN MANDA YOĞURDU TAVSİYESİ
Sıra millete gelince, “Kemerinizi sıkın” diyorlar. Nitekim, bu arkadaşımız, son olarak, yaşam koçluğuna soyundu. Memlekette ne kadar diyetisyen varsa, an itibariyle panikte. Neymiş; Geceleri, manda yoğurdunu, kestane balı, Medine hurması ve yulafla karıştırıp, öyle yiyecekmişiz. Niye? Çünkü şifaymış… Manda yoğurdunun kilosu, 70 lira. 750 gramlık Medine hurması, 205 lira. Kestane balı, 250 lira.Yulaf ezmesinin yarım kilosu, 15 lira. Neymiş? Şifaymış. Peki bu şifa, bir asgari ücretlinin hanesine nasıl girecek? Orası belli değil. Sayın Erdoğan; Biliyorum, senin fesli meczuptan öğrendiğin, son derece sınırlı tarih birikiminde bulunmaz ama; Bilge Kağan der ki; “Türk Budunu! Ben işimi doğru yaptım. Az budunu çoğalttım, açları doyurdum, çıplakları giydirdim. Yoksul budunu bay kıldım.” Türk’ün devlet anlayışında, devletin başının asıl işi, vatandaşını refah içinde yaşatmaktır. Hadi bizim uyarılarımızı dikkate almıyorsun, anladık. Bari tarihimize kulak ver. Senin işin, milletimize gece yatmadan önce yemek için, tavsiyelerde bulunmak değil; milletimizin istediğini yiyip, yatağa da karnı tok girmesini sağlamaktır.
Millete şifa formülleri anlatmayı bırak, milleti nasıl doyuracaksın sen asıl onu anlat. Ayıptır, günahtır.
İKTİDARA YÖNELİK ELEŞTİRİLER
Siyasi partilerin bir iddiası olur. Ya, daha donanımlı bir kadro ile göreve talip olursunuz.
Bakınız, Şekil 1A. Ya, daha iyi bir sistem önerisi ile göreve talip olursunuz. Bakınız, Şekil 1B.
Ya da; haklarını alamayan işçiye, memura, emeklilere ve gençlere, daha iyi şartlar sunmak için göreve talip olursunuz. Bakınız, Şekil 1C. Yani koltuğa değil, göreve talip olursunuz. Kişisel çıkarlarınız için değil, milletinin çıkarları için göreve talip olursunuz. Millet teveccüh gösterip de, o göreve geldiğinizdeyse, parti ceketini çıkartır, devlet insanı ceketini giyersiniz. Milletinin tamamına hizmet etmek için, çalışmaya başlarsınız. “Bizim belediyenin manda yoğurduyla” değil, “bizim milletimizin dertleri” ile meşgul olursunuz.
İşte bu kadar basit.
Başımıza bela ettiği, bu ucube sistemi, inatla savunanlara, sormak istiyorum: Eğer bugün Türkiye’de, yargı bağımsız olsaydı; bu kadar yolsuzluk yapılabilir miydi?
Bir bakan, kendi şirketine dezenfektan ihalesi verip, sonra da, hiçbir şey olmamış gibi, ortalıkta dolaşabilir miydi?
Bir savcı çıkıp, soruşturma açabilseydi; bu ülkenin bakanları, sade bir vatandaş gibi, hesap vermek zorunda olsaydı; Türkiye’de yolsuzluk, bir kanser gibi yayılabilir miydi? Eğer ülkemizde, yargı bağımsız olsaydı; çiftçilerimiz kredi alamazken, devletin bankası, eşe dosta, televizyon kanalı satın alsın diye,
yüzlerce milyon dolarlık, karşılıksız kredi verebilir miydi? Türk Telekom, bir yabancı şirkete satılıp,
bu aziz milletin milyarlarca doları, yurt dışına transfer edilebilir miydi?
Bu işin sorumluları, hesap vermeden, ortalıkta gezebilir miydi? Eğer memlekette, ihaleler denetime tabi olsaydı; 1 buçuk milyar dolarlık köprü, 13 milyar dolarlık gelir garantisi ile, ihale edilebilir miydi? Eğer maliye bağımsız olsaydı; Dara düşmüş milyonlarca insanımıza, haciz koyan maliye, yandaşların, milyarlarca liralık vergi borcunu, tek kalemde silebilir miydi? Eğer Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, yüz yıllık kurumları, güçlü ve ayakta olsaydı; devletin bakanı çıkıp, pişkin pişkin, “bürokrasiyi alaşağı ederiz” diyebilir miydi?
Diyemezdi. Devletimizin kurumsallığı ayakta olsaydı, bunların hiçbiri yaşanmazdı.
CUMHURBAŞKANI ADAYI KİM? SORUSUNA YANIT
Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’in hedefi budur. İşte o nedenle biz; Kurumsal ve fikri farklılıklarımıza rağmen, 6 siyasi parti olarak, bu yolda, çok önemli bir adım attık. Biliyorsunuz, ilkini 12 Şubat’ta gerçekleştirdiğimiz toplantının sonrasında, 28 Şubat günü, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerimizi, ana hatlarıyla, milletimizin takdirine sunmuştuk. Geçtiğimiz hafta sonu da, yeniden bir araya gelerek,
hem parlamenter sisteme geçiş sürecinin, detaylarını konuştuk, hem de, ülkemizde yaşanan, güncel sorunları istişare ettik.Yalnız görüyoruz ki; Bu tablo, Cumhur İttifakı bileşenlerinin canını çok sıkıyor.
Elbette anlayışla karşılaşıyorum. Çünkü, şimdiye kadar yürüttükleri, “cambaza bak” oyunu bozuldu.
Çünkü şimdiye kadar yürüttükleri, kutuplaştırma siyaseti dağıldı. Çünkü rahatları bozuldu, rahatları… Biz asıl mesele sistemdir dedikçe, onlar ısrarla aynı soruyu soruyor; “Adayınız kim?” diyorlar.
Defalarca söyledim, yine söylüyorum; Adayımız, Türkiye Cumhuriyeti’nin, 13’üncü Cumhurbaşkanı olacak. Bu kadar net. Ama onlar ısrarla isim konuşuyorlar. Aday belli olmadan yapılan toplantıların, anlamsız olduğunu söylüyorlar.