Hayatın İçinden Bir Gazeteci: Mete Çubukçu
NTV’nin en istikrarlı kıdemli muhabirlerinin başında geldiğinizi düşünüyorum. İlişkilerinizi çok doğru yönettiniz bugüne kadar. Yazılı basında ve televizyonda farklı yaklaşımlar olmalı, muhabirlik daha çok önemsenmeli diye düşünüyorum, siz ne dersiniz, bu konuyu açalım mı?
Muhabirlik gazeteciliğin dinamiğidir. Muhabir olunmadan gazeteci olunmaz. Birçok gazeteci, yazar, köşe yazarı aslında gazeteci değil. İyi köşe yazarlarının hemen hepsinin ardında iyi bir muhabirliğin olduğunu görüyoruz. Bu bir ruh halidir aslında. Bizde kırkından sonra herkes garantili, masabaşı işlere yöneltilmekte, oysa asıl o zaman edinilen deneyimle iyi noktaya gelinecektir. İyi bir muhabir olmanın sınırı yok. Sırrının ise deneyim olduğunu düşünüyorum. Ben yöneticilik yaptım, şimdi de program yapıyorum ama hala muhabirim.
Savaş muhabirliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Birçok alanda çalıştım, sosyal, siyasal olaylar, felaketler, hepsinde vardım. Ama en çok hayatın içinde olmayı sevdim. Savaş, kriz haberleri ilgimi çekti, devamında kitabını da yazdım. Ateş Altında Gazetecilik adlı kitabım bunun sonucunda ortaya çıktı. Sadece muhabirliğin pratikte yaşanması değil teorik tarafı da beni çok ilgilendiriyor. Yazacaksın, okuyacaksın, inceleyeceksin ve hissedeceksin.
Aynı zamanda Birikim dergisinde de yazıyorsunuz, Birikim ekolünün bir parçasısınız.
Benim gençlik dönemimde, siyasallaşma dönemimde zihniyet, dünya bakışı açısından ufkumuzu çok genişleten bir şeydi Birikim. Hala da öyle olduğunu düşünüyorum. 80 sonrası en çok yazı yazan üçüncü isim benimdir. Türkiye’nin o çalkantılı döneminde sosyalist kültür dergisi olarak Türkiye’nin sosyalist siyasetine çok önemli katkısı oldu Birikim’in. Sosyalizmin, demokrasinin nasıl bir şey olduğunu, sosyalizmin sadece bir sistem değil yeni bir insan yaratmak, insanın kendini dönüştürmesi olduğunu, siyasetin kültürün, sanatın, edebiyatın yeni bir insan kurmada ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Ciddi katkısı olan bir dergi, hareket ve kültürdü.
En gerilimli anlarda bile en doğru bölgelerde olabilmeyi nasıl başarıyorsunuz?
Tecrübe, doğru ilişkiler, doğru yolu içgüdüsel olarak bulabilme ve şans tabii ki. Deneyim vurgusunu tekrar yapıyorum.
“Son dönemde yine daha iyileşmiş durumda da olsa, Batının kafasında Türk imajını yıkmak çok zor.”
Böylesine çok ülkeye giriş çıkış yapmış bir gazeteci olarak siz de bilirsiniz, garip bir kompleks, tuhaf bir mesafe olur oldum olası Türkiye’den gelenlere karşı kapılarda, pasaport kuyruklarında.
Avrupa’da son dönemde yine daha iyileşmiş durumda da olsa, Batının kafasında Türk imajını yıkmak çok zor. İslam ve Türk imgesi çok korkutucudur oldum olası. Ama bu ön yargılı tavır rahatsız etse de önemsemem. Birçok özel davete bu abartılı tavırlar sebebiyle gitmediğim zamanlar oldu. Mesleki olarak gitmek zorundaysam da toplantı-turistik amaçla gitmekten özellikle kaçınıyorum.
“İsviçre çakısı gibi isimler var, hangi konu olursa olsun çıkıp konuşuyorlar.”
Türkiye’de yeterli birikimi olmadan ekranlarda olan gazeteciler görüyorum, var olmak için başkasını yok eden, telaş içinde bir şeyler söylemeye çalışan bir takım isimler var. Hayat uzun ve tarih herkesi layık olduğu yere koyar.
Bu ekranlardaki tartışma ve spor programlarında genel bir ayar bozukluğu var. Seyirci çekmek her şeyden önemli onlar için. Hadler aşılıyor, bilgisizliği kapatmak için sesler yükseliyor, hakaretler ediliyor. Haber kanallarının kurulması olumlu bir gelişme oldu ancak beraberinde sorunları da getirdi. Kanal çok olunca artık yorumcuya, uzmana ihtiyaç var. Bu nokta da belli alanlarda yetişmiş insanların azlığı sebebiyle, yetersiz isimler de çıkıyor. İsviçre çakısı gibi isimler var, hangi konu olursa olsun çıkıp konuşuyorlar. Seyirci ne kadar seyrediyor bilmiyorum. Bunu tartışmak gerekiyor. Fikir ortaya koymayı önemsemek gerekiyor. Karşıt görüş olacak tabii ki ama kavga, hakaret etsinler, sesler yükselsin olmamalı amaç.
NTV de dönem içinde değişti bence, ilk başta olduğu gibi haber ağırlıklıyken şimdi spor programları, belgeseller, tartışma programları ile daha farklı bir noktaya geldi. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu yeni durumu?
Mainstream bir kanal aslında, herhangi bir misyon yüklememek gerekiyor. Bir taraf değil NTV. İlk olması, referans, güvenilir bir kanal olması son derece önemli. Türkiye’nin en önemli markalarından ayrıca. Bugün baktığınızda eskiyle karşılaştırıldığında gündüz kuşağında çok daha fazla haber giriyor. Basında sancılar var bunu görmek gerekiyor. Her yer de bundan etkileniyor.
Bir yandan da Radikal İki’de yazmaya devam ediyorsunuz. Hem televizyon hem yazılı basın bir arada yürüyor. Gazetelerde görülen bir tiraj düşüşü var gibi geliyor bana, neye bağlıyorsunuz bu durumu?
Radikal daha çok elektronik ortama taşınmaya hazırlanıyor gibi. Kitap eki, Radikal İki Türkiye’deki ilklerdendir, çok önemsiyorum bu yönüyle Radikal’i. Tam nereye oturacağına karar verilemedi sanırım şu an, sorun bu. İnternet üzerinden giden bir Radikal olacağı konuşuluyor fazlasıyla. Yaygınlık açısından çok daha etkili elektronik ortam, ancak reklam vs. internet üzerinden ne kadar kazandırır, kaç kişi istihdam edilebilir, karşılığı ne kadar alınır, bu konulardan kaygılıyım biraz.
Türkiye’de internet ortamında reklam büyük bir sorun. Daha önemli farkına varılamadı gibi geliyor bana.
İnternet gazeteciliğini nasıl yapacağız sorusu da önemli. Gazetenin birebir aynısı mı olacak, ona göre insan mı istihdam edilecek, özgün haber mi yapılacak vs.
“Uzmanlaşmayı çok önemsiyorum.”
Bizde uluslararası ilişki ağlarını anlayan, bilen, yazıya döken yazar sayısı az gibi geliyor bana. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu alandaki insan kalitesini?
Yavaş yavaş yetişiyor ama haklısınız, böyle bir sorun var. Türkiye’nin dünya ile, demokrasi ile ilişkisi hep sorunlu oldu. Kendimizi dünyanın merkezi sanabiliyor, kendi içimizde yaşıyoruz çoğu zaman. Demokrasiyi kendimizin yaşadığı gibi sanıyoruz. Bu bahsettiğiniz sorunlar da bundan kaynaklı. Hala Türkün Türk’e propagandası mantığı geçerli ne yazık ki. Dünyayı analiz etmek, ne olup bittiğini takip etmekte zorluklar ve eksiklikler yaşıyoruz. Belli dönemlerde dış haber, dış yorum yükseliyor ama hemen devamında geri içimize kapanıyoruz ne yazık ki. Kendimizden konuşmayı çok seviyoruz. Bir de çözülmemiş hala çok sorun var, bunun sancıları sanırım. Uzmanlaşmayı çok önemsiyorum. Edebiyatını da kültürünü de sanatını da bilmeli bir ülkeden bahsediyorsak, duyarlılıkları okumak gerekiyor. Bilgisiz olmamalı bir ülkenin haberini yapıyorsan, o ülke ile ilgili yorum yapıyorsan.
Türkiye Ortadoğu halklarıyla geçmişe nazaran daha yakın bu dönemde. Nasıl değerlendiriyorsunuz bu yakınlaşmayı? Bir de ‘Yıkılsın Bu Düzen” adlı Arap ayaklanmaları ve sonrasını ele alan kitabınız var.
Ortadoğu halklarını önemsiyorum. Kimse oralarla ilgilenmezken ben oradaydım. Her anlamıyla önemli bir bölge. O bölgeyle ilişki kurulmasını destekliyorum. Ama üç sene önceye göre ilişkimiz belli noktalarda daha negatif algılanıyor. Önceden belirli bir ortak hava vardı. Türkiye’den gelen bir gazeteci olarak aldığım olumlu tepkileri hatırlıyorum. Bugün ise bazı ülkelerde Türkiye taraf olarak görülüyor. İran’dan, Lübnan’da, Şam yönetimi, Irak’ın belli bölgelerinde. Türkiye Ortadoğu ile bağını koparmamalı, Kürtlerle ilişkilerini daha da geliştirmeli. Ancak Ortadoğu için Türkiye’nin özgünlüğü Avrupa’ya atılmış bir çapası olması. Avrupa’dan kopan bir Türkiye’nin onlar için hiçbir anlamı yok. Avrupa Birliği, önemli bir direktir o, hatta daha da fazla ağırlık vermeli. Diğer durumda Türkiye özgünlüğünü kaybeder.
Türkiye’nin Suriye politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye bu meseleyi tek başına çözemez, zaten görüyoruz da bunu gelinen süreçte. Doğru strateji yanlış taktik meselesi. Başlangıçtaki hesaplar tutmadı. Ortadoğu şaşırtır, böyle bir bölgedir burası. Kaypak ve kaygan bir zemindir.
Türkiye’nin Suriye’deki rolüne kaç puan verirsiniz, ne kadar iyi yönetiliyor sizce süreç?
İnsani açıdan 5 ya da 6 veririm. Tabii ki mültecilere kapınızı kapatamazsınız. Ancak Türkiye’nin tek yönlü, çabuk angajmanı yanlıştı. Tabii ki yalnız bırakıldı, beklediği desteği de göremedi. Şimdi biraz daha düşük profile geçti. Siyasi çözüme yöneliyor gibi. Esad rejimin savunulacak bir yanı yok ama bu oranda Suriye’ye dahil olmak hatadır. Yakında ortada Suriye diye bir ülke kalmayacak, kadim bir tarih yok oluyor, şehirler yıkılıyor. Siyasi bir çözüm dışında çıkış görülmüyor. İnsani yaklaşımına, duyarsız kalmamasına veriyorum bu puanı da, süreci doğru yönetmesinden dolayı değil.
“Her tarafın anlattıklarını dinlemeli ve analiz etmeli.”
Suriye için gazeteciler neler yapmalı, bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Hem muhaliflerin tarafında ne oluyor bunu bilmeliyiz hem de diğer tarafı okumalıyız. Her taraftan haber almalı, her tarafın anlattıklarını dinlemeli ve analiz etmeli. Bir yanı tutmamalı. 2003’de Bağdat bombalanırken oradaydım. Saddam’ı da diğer tarafı da dinledim, haber aldım, analiz ettim. Amerikan ordusu havaalanını ele geçirmiş, hala biz kazandık diyen bir taraf vardı öbür tarafta. Bunları doğru okumalı. Zaten savalar dezenformasyon ve manüplasyonlar dönemidir. Savaşta herkes gazeteciyi kendi amacı için kullanmaya çalışır.
Gazetecilikte tutturulan dili nasıl değerlendiriyorsunuz Suriye söz konusu olduğunda?
Barış dili, barış gazeteciliği önde olmalı. Yunanistan iyi bir örnektir. Zamanında bir barış dili tutturulmasaydı bugünkü başlıkları tahmin bile edemiyorum. Genelde siyaset bir yol açınca medya da söylemini yumuşatıyor. Ama bunun tersi de olabilir. Bu yüzden medya siyasilerden önde olmalı. . Medya kullandığı dille hem faydalı hem de çok zararlı olabiliyor. Iraklı Kürtleri düşünün. Neler yazılırdı onlarla ilgili ama şimdi ilişkiler düzelince normale dönüldü. Siyasiler düşman yaratabiliyor, insanlar bilmediklerine düşman olabiliyor. Emin Alper’in Tepenin Ardı iyi bir örnektir, tavsiye ederim. Barış dili, barış girişimleri değerlidir, gazetecilikte bu hal baskın olmalı.
Akşam gazetesinden de bahsedelim isterim. Ne sıklıkta yazıyorsunuz?
Haftada bir yazıyorum.
“Büyük ülkelerle ilgili politikaları yaklaşımları vardır AB’nin, Türkiye de büyük bir ülke.”
AB ilişkilerini sorgulayan bir yazısı oldu İsmail Küçükkaya’nın. Siz nasıl bakıyorsunuz bu sürece?
Kendi iç dinamiklerini okumak gerek AB’nin. Türkiye’ye daha yakın olmalı, Türkiye de yolundan dönmemeli. Türkiye de büyük bir ülke. Shangay ne kadar mantıklı bilmiyorum, ama başbakanın bunun bir sopa gösterme için kullandığını düşünüyorum. Yoksa Türkiye’nin bu beşliye katılmak gibi bir mantığı ve niyeti olamaz. Bir defa hepsi şöyle ya da böyle otoriter rejimler. Avrupa son iki yıldır kendi içinde büyük şeyler yaşadı, Türkiye için de yeni bir formül bulacak. Bunun ip uçları var.