Vuslat Doğan Sabancı, Hürriyet Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanlığı görevinden ayrıldı. 1996 yılından bu yana gazetede görev yapan Vuslat Doğan Sabancı, ayrılık kararını kurum içi bir yazışmayla çalışanlara bildirdi.
Vuslat Doğan Sabancı, son röportajını Hürriyet Pazar ekine verdi. Sabancı, ayrılık kararını da ilk kez bu röportajla açıklamış oldu.
Çınar OSKAY / HÜRRİYET
Ara verme HÜRRİYETimi kullanıyorum
- Çınarcığım, yarın sabah 08.30’da yanıma gelir
misin? Kayıt cihazı da getir lütfen, bir konuşalım…
- Tabii ki… Konu nedir peki?
- Şimdi söylemeyeceğim. Bir haberim var, geldiğinde
anlatırım...
Aklımdan pek çok şey geçti. Yurtdışında katıldığı İslamofobi konferansları, medya, kutuplaşma meseleleri, belki yeni bir proje… Ama hiçbir tahminim tutmadı. “Ben bir süre yokum” dedi. Hem de böyle bir dönemde... Gerisini Hürriyet Yönetim Kurulu Başkanı Vuslat Doğan Sabancı’dan dinleyelim…
Vuslat Hanım, yoksa Hürriyet’i bırakıyor
musunuz?
- Hayır, tabii ki bırakmıyorum. Sadece bir süreliğine ara
veriyorum. 20 yıldır aralıksız Hürriyet’te çalışıyorum. Ancak
odaklanmak ve kendimi geliştirmek istediğim, hep ertelediğim bazı
konular var. Bunlara zaman ayırabilmek için Yönetim Kurulu
Başkanlığı’nı bir süreliğine bırakıyorum. Ama Yönetim Kurulu
üyeliğim devam edecek.
Neye odaklanacaksınız?
- Kutuplaşan dünyada medyanın oynaması gereken role... Bu çağda
medya ne kadar hakiki, ne kadar samimi olabilir? Bu konuları dert
edinen kanaat önderleriyle çalışmak, tartışmak ve hayata
geçebilecek çözümler aramak istiyorum. Varmak istediğim nokta,
medyanın insanlar ve kültürler arasında ‘samimi sohbetler’e ev
sahipliği yapması. Beni asıl heyecanlandıran bu.
Nerede yapacaksınız bu çalışmaları?
- Dünyadaki felsefi ve akademik tartışmalara dalıp, somut
projelerle çıkmayı hayal ediyorum. Yani uluslararası ilişkilerimden
besleneceğim ama tabii ki Türkiye’deyim.
Tam olarak hangi sorunu çözmek amacınız?
- 1996’da Columbia Üniversitesi’nde yüksek lisans tezimi yazarken
yeni medya ve internetin habere ve bilgiye ulaşımı
kolaylaştıracağını ve demokrasinin gelişimine olumlu katkı
sağlayacağını düşünüyordum. Basın ve ifade özgürlüğünün gelişeceği
varsayılıyordu. Küreselleşme ve dijital devrim hepimizi büyük mutlu
bir aile yapacaktı. Fakat tersi oldu...
Ne oldu?
- Herkes sadece kendine benzeyenlerle haberleşir, sanal surların
arkasında yaşar oldu. İfade özgürlüğüyle hakaret özgürlüğü
birbirine karıştı. Küreselleşme neticesinde birbirimize
yaklaştıkça, birbirimizden korkmaya başladık; tahammül edemez
olduk. Sonunda kutuplaşma kazandı ve tüm dünyayı tarafgirliğe
zorladı.
Türkiye’de her kesimden insan Hürriyet okuyor
Siz bir medya yöneticisi olarak tarafgirlik baskısı
hissettiniz mi?
- Tabii ki yaşadım. Bir de Hürriyet’in işi ekstra zor.
Araştırmalara göre okuyucu profili açısından Hürriyet, Türkiye’nin
en çoğulcu yayın organı. İtiraf etmeliyim ki bu yeri korumak hiç
kolay değil. Çünkü herkes sizi kendi tarafına çekmeye çalışıyor.
Bunlar içinde kutuplaşmadan yarar sağlamak isteyenler de var. En
nihayetinde Hürriyet, Türkiye’de bağımsız gazeteciliğin simge
kurumudur. Bizim sayfalarımız herkese açık olmalı.
Hürriyet’i bu konuda yeterli buluyor
musunuz?
- Birçok farklı görüşü, zengin bir fikir yelpazesini sunmaya özen
gösteriyoruz. Zıt sesleri bile duyurmaya çalışıyoruz. Hürriyet bunu
başarıyor ama her zaman daha iyisi yapılabilir. Zaten ben de tam bu
sebeple daha iyisini yapmak için araştırma sürecine giriyorum.
Bu konularla zaten bir süredir ilgileniyordunuz. Ama
bırakıp gitmek radikal bir adım. Kararınızı tetikleyen ne
oldu?
- İki ay evvel Washington’da Trump’ın yemin törenini izliyordum.
Telefonum çaldı. Arayan eşim Ali’ydi. “Maalesef Reda’yı kaybettik”
dedi. Karda çığ altında kalmış. Ali’nin kardeşi gibi yakın çocukluk
arkadaşı, benim can dostum... Ansızın gitti.
Ne hissettiniz haberi aldığınızda?
- İlk kez yaşıtım olan yakın bir dostum beklenmedik bir şekilde
vefat etti. Çok sarsıldım. Bu olay beni hayat muhasebesi yapmaya
itti. Sahip olduğumuzu düşündüğümüz hiçbir mevkinin veya gücün asıl
sahibi biz değiliz. Bunu kabullenmek, insana bambaşka bir özgürlük
duygusu veriyor.
Neyi sorguladınız?
- Ertelediğim her şeyi düşündüm. Evet, şanslı bir insan olarak
doğdum. Ama bu benim yıllardır hem yoğun tempoda hem de büyük stres
altında çalıştığım gerçeğini değiştirmiyor. Sonuçta sadece
kendimden ve ailemden değil, binlerce çalışma arkadaşımdan ve hatta
Türkiye’de medya sektöründen kendimi sorumlu hissediyorum. Daima bu
duygularla çalışıyorum.
Bu kararı kesinlikle günübirlik olaylara, siyasi ortama bakarak almadım
Kişisel bir muhasebe yapmışsınız. Fakat burası
Türkiye... Birçok kişi bunu siyasi bir karar olarak okuyacaktır.
Neden bunu referanduma bir hafta kala açıklıyorsunuz? Ayrılmanız
yönünde bir baskı mı oldu?
- Bu kararı kesinlikle günübirlik olaylara, siyasi ortama bakarak
almadım. Siyasi değil şahsi bir karar. Tam da bu sebeple,
referandum sonucuyla ilişkilendirilmemesi için şimdi
açıklıyorum.
Ama çok kritik bir dönem değil mi böyle bir ara
için?
- Gazetecilik dediğin pek öyle akıllı işi değil! İşler hiçbir zaman
kolay olmadı ki. Hele de Hürriyet’in başındaysan. Sadece kendi 20
yıllık tecrübeme değil, babam Aydın Doğan’ın medyadaki 40 yılına
bakınca da bunu görüyorum.
Babanız ne tepki verdi bu kararınıza?
Sevindiğini söyleyemem. Kabullenmesi kolay olmadı. Ama bunun
işimizi daha iyi yapmak için gerekli olduğuna ikna olunca kararımı
destekledi.
Bu adımınızın Hürriyet’in yönetim tarzına bir yansıması
olur mu?
- Gazetenin pek çok departmanında çalışmış biri olarak şunu çok iyi
biliyorum: Hürriyet’in oturmuş bir kurumsal kültürü var. Sonuçta 69
yıllık köklü bir şirketiz. Profesyonel yapımız ve ekibimiz çok
güçlü. Üstelik bu yıl yeni üyelerimizle yönetim kurulumuzda daha da
güçlendik. Ben de zaten stratejik düzeyde katkı vermeye devam
edeceğim. Tabii bu işin ‘business’ yanı. Gazetecilik tarafına
gelince... Bu konuda fazla söze gerek yok. Ekibin tecrübesi ve Türk
basınındaki liderliği ortada. Yani içim rahat.
Haliniz vaktiniz yerinde... İstediğiniz yerde, keyif
içinde yaşayabilirsiniz. Bunca stresin içinde hiç “olmaz olsun”
deyip çekip gitmeyi düşündünüz mü?
- Hiç düşünmedim. Burası benim memleketim.
Yaşamak istediğim tek yer ülkem. Mecbur olduğum için değil âşık
olduğum için buradayım. Biz bir Anadolu ailesiyiz. Bu ülkenin bir
vatandaşı olmanın sağladığı hakları gururla taşırım,
sorumluluklarını da sonuna kadar hisseder, yerine getiririm.
Sık söyleşi veren biri değilsiniz. En son ne zaman
Hürriyet’e konuştunuz?
- Bu bir ilk...
Hem Türk hem de Müslüman kimliğimle gurur duyuyorum
Şubat ayında Columbia Üniversitesi Dünya Liderleri forumunda
‘Medyanın hayati rolü’ başlıklı bir konuşma yaptınız.
- Trump’ı düşünelim. Durduk yerde seçilmedi ki. Ona oy veren,
Amerika’nın ‘unutulmuş insanları’nın kendilerini hor görülmüş
hissetmelerinde mesela New York Times’ın ya da Hollywood’un hiç mi
sorumluluğu yok? Medya da at gözlüklerini çıkarıp, kör noktalarını
bulmaya çalışmalı. İlerleme ancak bu şekilde sağlanabilir.
Washington DC’de Atlantik Konseyi’nde, ayrıca New
York’taki ‘Women in the World’ konferansında art arda konuşmalar
yaptınız. Konu ‘İslamofobi’ydi. Neden?
- Birbirimizi iyi dinlemiyor ve anlamıyor olmamızın dünyadaki en
acı sonuçlarından biri İslamofobi. Bu meseleyi birçok uluslararası
forumda gündeme getiriyoruz ve gayet iyi sonuçlar alıyoruz.
Bahsettiklerine ek olarak Washington’daki ‘Kur’an Sanatı’ sergisine
de destek olduk. Amerika’da Kur’an-ı Kerim üzerine bu büyüklükteki
ilk sergiydi. Biz tüm dünyanın İslam’ın güzelliklerini görmesini
istiyoruz.
O günlerde basından ve sosyal medyadan eleştiriler
gelmişti. “Size mi kaldı İslam’ı savunmak” gibi. Ne
düşündünüz?
- “Sana kızıp oruç bozamayacağım.” 1.5 milyarlık İslam dünyası
kimsenin tekelinde değil ki. “Kimliğimi -bu Müslüman ya da Türk
kimliğim olabilir- dünyada haksız saldırılara uğradığı yerde
savunurum. Biz bunu vazife edinmiş bir aileyiz. Ayrıca yurtdışında,
Batılıların anladığı dilden, haklı davalarımızı anlatmayı iyi
biliyoruz. Bu konuda mütevazı olmayacağım. Örneğin Washington’daki
İslamofobi panelinin çok değerli katılımcıları vardı, etkili bir
toplantı oldu. Ancak tabii ki İslamofobi bir tek Doğan Grubu’nun
üstesinden gelebileceği bir önyargı değil. Bin kat fazla çaba
gerekli. Keşke çok daha fazla insan bu çabaya katılsa...
Diğer kanattan da eleştiri vardı. “Laik Türk
burjuvazisinin Yeni Türkiye’ye göz kırpma çabası” diye
yorumlayanlar oldu. Bu meselelere girerek hükümete iyi gözükmek
istediniz mi?
- ‘Laik burjuva’ illaki Batılı değerlerle yoğrulmuş, sadece Batılı
kimliğe sahip çıkan ve özündeki Doğulu, Müslüman kimliğini inkâr
eden biri olmak zorunda değil. Bu, geçmişte, geride kalmış bir
bakış. Türkiye’nin burjuvazisi kimliklerinin tümünü kabul edip
sahip çıkma özgüvenine eriştiyse, bu bence alkışlanacak bir şey,
yerilecek değil. Ben hem Türk kimliğimle hem de Müslüman kimliğimle
gurur duyuyorum.
Çınar Oskay'ın, Vuslat Doğan Sabancı ile yaptığı röportajın tamamını BURADAN okuyabilirsiniz.