Gazeteciler ve Yazarlar Birliği tarafından yayınlanan mektup şöyle:
"Sayın Başbakanımızın Dolmabahçe’deki toplantıda “mektup”tan nasıl
bahsettiğini bilmiyorum. Fakat, bazı katılımcıların eksik ve yanlış
bilgilendirmeleri neticesinde medyada çok hatalı yorumlar yapılmaya
başlandığını esefle görmekteyim. Muhterem Hocaefendi’nin iki
haftadır sükûtu tercih etmesini bile farklı yönlere çeken bazı
kimselerin mektup hadisesini de bir “pazarlık” gibi
değerlendirmeleri fazla şaşırtıcı değil ama gerçekten çok
üzücü.
Peki, işin aslı nasıl gelişti? Sükûtun hikmeti neydi? Mektubun
içeriği nasıl?
Dershane konusuyla başlayan tartışmaların büyümesi neticesinde,
bazı duyarlı insanlar, mektuplar ve mesajlar gönderip muhterem
Hocamızı ve sevenlerini sessizliğe davet ettiler. Problemin bir
yangına dönüşmemesi için acil tedbirler alınması gerektiğini ve
bunun ilk basamağını sağduyulu mesajların, hatta bir süre sükûtun
teşkil ettiğini söylediler. Bu arada bizzat gelip görüşme talebinde
bulunanlar da oldu. Muhterem Hocamız, “Zahmet buyurmayınız; sulhün
yanında duracağımızdan ve elimizden geldiğince herkesi sükûnete
çağıracağımızdan emin olunuz!” manasına gelen cevaplar verdi.
Gerçekten de o son sohbetinin akabinde hiç hasbihalde bulunmadı ve
her fırsatta çevresine “Lütfen güncel olaylarla oyalanmayalım;
imanda derinleşmeye ve hizmetlerimizi sürdürmeye bakalım!”
dedi.
Bu güzel niyetinin bir nişanesi olarak, buraya ziyarete gelen bir
dost aracılığıyla sayın Başbakan’a iki imzalı kitap da gönderdi ve
iyi dileklerini ifade etti.
O günlerde sayın Cumhurbaşkanımızın da tartışmaların büyümemesi ve
milletimizin huzuru adına farklı kesimlerle görüşmeler yaptığı,
binaenaleyh muhterem Hocamıza da bir elçi gönderip kendi
düşüncelerini aktarmak ve buranın mülahazalarını öğrenmek istediği
iletildi.
21 Aralık’ta gelip Hocaefendi’yle görüşen ve onun
değerlendirmelerini not eden misafirimiz, yazılı bir metinle
dönmenin çok daha faydalı olacağını söyleyince, muhterem Hocamız,
medyada sözü edilen o mektubu yazıp verdi. Daha misafirin gelişi
teklif edilirken “Bu ziyaretten mutlaka Başbakanımızın da haberi
olsa!” dileğini ifade eden Hocaefendi, mektupta muhtevanın
Başbakan’la paylaşılması arzusunu da dile getirdi. İhtimal bu iki
hususla da gizli saklı bir iş yapılmadığı nazara veriliyordu.
Muhterem Hocaefendi’nin son iki haftadaki sükûneti ve aşağıdaki
mektubun içeriği insafla okunursa görülecektir ki yakışıksız iddia
ve ithamları kabul, buna bağlı bir özür ve hele bir “pazarlık” asla
söz konusu değildir. Sürekli sözü edilen yangının büyümemesi,
alevlerin bir an evvel söndürülmesi adına ortaya konan gayretlere
aynı duyarlılık ve sorumlulukla mukabelede bulunma cehdi vardır
ortada. Bunun dışındaki yorumların hakikati yansıtmadığı ve bir
çarpıtmadan, hatta iftiradan ibaret olduğu aşikârdır.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın bu konuda gerekli açıklamayı
yapmış olmasına rağmen, söylenenleri bilgisayara aktarmış/metni
daktilo etmiş ve öncesine sonrasına hasbelkader şahitlikte bulunmuş
bir insan olarak mektubun muhtevasını özetlemeyi bir sorumluluk
sayıyorum. Aracı olan misafirimizin ve sayın Cumhurbaşkanımızın da
iktiza ettiğinde hakikati dillendireceklerini umuyorum.
Ülkemizin huzurunu kaçıran her hadisenin kendisini de üzdüğünü dile
getirerek sözlerine başlayan muhterem Hocamız o mektupta şu
hususları vurguladı:
*Adanmış ruhların faaliyetlerini ve müesseselerini, -başkaları
“Hizmet”, “Hareket”, “Cemaat” veya “Câmia” gibi farklı
isimlendirmelerde bulunsalar da- her tür, her anlayış, her renk ve
her desenden insanın (camide bir araya gelip beraberce saf tutan
inananlar misillü) bir makuliyette ve bir mantıkiyette
buluşmalarının neticesi olarak gördüğünü.. ve hedef alınması
karşısında çok mahzun olduğunu;
*Daha dershaneler meselesinin konuşulduğu ilk günlerde ricâl-i
devlete değişik vesilelerle milletimiz için faydalı gördüğümüz
müesseselerin kapatılmamasını ve mevcut halleriyle misyonlarını ifa
etmeyi sürdürmesini arzuladığımız hususunun iletildiğini;
*Hizmet gönüllülerinin genel ve sosyal medya aracılığıyla elden
geldiğince nezaket çerçevesinde kendilerini ifade etmelerinin
ortaya atılan itham ve iftiralar neticesinde başladığını ve bu
hususta kanunlar çerçevesinde hukukun gereklerinin
seslendirildiğini; fakat, zamanla içtimai hayat içinde bir çok
insanın hadiseye dahil olması neticesinde maalesef yer yer nezaket
ölçülerinin dışına çıkan bir üslup ile çok çirkin söz ve karşılıklı
isnatların gündemde olduğunu;
*Kendisinin, devletin kanun çerçevesinde yürüyen işleyişi hususunda
emir verme, müdahale etme ya da memurları bir noktaya sevk etme
konumunda asla bulunmadığını;
*Bununla birlikte, sohbetlerinde tansiyonun düşürülmesi adına dost,
muhip ve sevenlerine itidal tavsiye edeceğini; özellikle bir kesim
medya kuruluşlarında kara propaganda sayılabilecek yayınların sona
ermesini arzuladığını; bu konuda kendisinin elinden geleni
yapacağını; Cumhurbaşkanımızın da ciddi etkili adımlar atacağına ve
samimi gayretlerle yeniden akl-ı selime dönüşün sağlanacağına
inandığını;
*Kanunların belirlediği vazifeleri yine kanunlar çerçevesinde
yerine getiren memurînin sırf belli bir yere nispet edilerek
engellenmesini ve hatta süreçle hiçbir ilgisi olmadığı halde yine
aynı nispete dayandırılarak tasfiyelerin (daha doğrusu kıyımların)
yapılmasını üzüntüyle izlediğini;
*Devlet memurlarının üzerlerine gidip onları vazifelerini yapmaktan
men etme ve masum vatan evladını sadece belli bir yere nispet
ederek tasfiyeye/kıyıma tabi tutma konusunda kendisi ve sevenleri
sussa bile maşeri vicdanın susmayacağını;
*Şimdiye kadar hayatın değişik alanlarında yalnızca “falan yere
müntesip, falancı.. filancı..” görüldüğünden dolayı mağduriyete
uğramış pek çok insanın gelip gözyaşı döktüğüne şahit olduğunu;
fakat bunları hiç dillendirmediği gibi o insanlara da sabır ve
vifak tavsiye ettiğini;
*Dünyanın dört bir tarafına dağılmış ve Allah’ın inayetiyle,
kıymetli dostların himmet ve himayesiyle sürekli genişleyen Hizmet
hareketinin -maalesef- önünü kesmeye matuf gayretlerin aşikar hale
geldiğini; bu yakışıksız engelleme faaliyetlerinin -önceden
olmamakla birlikte- hareketin büyümesi ve genişlemesiyle eş zamanlı
olarak arttığını;
*Ayrımcılık ve meşrepçilik gibi hatarlı düşünce ve çirkin işlerin
önü alınmazsa yarın Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri muhiblerinin,
Süleyman Efendi’nin talebelerinin, İlim Yayma Cemiyeti’nin, Menzil
mensuplarının ve diğer meşreplerin/mesleklerin de aynı muameleye
maruz kalacaklarını;
*Kendisinin ve sevenlerinin dün neredeyse şu yaklaşan seçim
sürecinde de aynı yerde ve çizgide durduğunu;
*Hep sulh ve huzurun, ittihad ve ittifakın, uhuvvet ve hulletin
yanında yer almaya, kendisine sevgi duyanları da bu yönde teşvik
etmeye çalıştığını; gözünde ahiretin tüllenip durduğu şu yaşından
sonra da başka bir sevda, düşünce ve emelinin olamayacağını;
*Bundan sonra da arkadaşlarına, dostlarına ve sevenlerine itidal
tavsiye ederek huzurun temini adına elinden geleni yapmaya
çalışacağını ve her zaman sulhun takipçisi/destekçisi
olacağını..
Evet, sükûtun ve mektubun aslı böyle ama maalesef ne çirkin
senaryolar yazılıp seslendiriliyor!..
Olsun!..
Biz yine senelerdir yaptığımız gibi, zaruri gördüğümüz açıklamaları üslubunca dile getirmeye çalışacak; onun haricinde, olup bitenleri kaderin mutlak adaletine bağlayarak, bir iki yutkunduktan sonra yeniden bütün duygularımızı her zaman muhabbetle çarpan kalblerimize emanet edecek; karakter, düşünce ve üslûbumuzun hatırına herkesin yalan-doğru sesini yükselttiği durumlarda bir “Lâ Havle” çekip “Buna da eyvallah” demekle yetineceğiz." (DHA)