Enis Akın’ın son kitabı Müjgân, Yapı Kredi Yayınları etiketiyle raflarda yerini aldı. Deniz Abla, Kar Başladı, Başka Birinin Altın Avcısı, İşte Geldik (XIV) / (Son Bir Siliniş), Kendine İyi Ne Yaparsan Yap, İpek Eczanesi, Bir Korku Treni Olarak, İşte Geldik (XV) / Bu Odaya Bir Enis Gerek (V.2), Seni O Gün Arayan Bendim başlıklı dokuz şiirden oluşan, yükte hafif pahada ağır bir kitap “Müjgân”. Sayım Çınar, Enis Akın’la kitabını, şiir dünyasını konuştu.
Sayım ÇINAR / [email protected]
'Her Dönemde Şiir Bitti Denmiştir'
Dört yılın ardından yeni bir kitap geldi. Müjgân geçen günlerde yayınlandı. Şiir bitti diyenler çok. Sen nasıl değerlendiriyorsun ortamı?
Daha önce de kaybolduğum zamanlar oldu. Çok da uzun bir süre değil aslında dört yıl. Dergi çıkararak, yeni baskılar yaparak okurun hafızasında canlı kalmaya çalışıyorum. Şiir iki yüz elli yıldır bitti deniyor. Modernizm, dünya tarihinde yerini almışıyla kendinden önceki her şeyi “eski” görür. Victor Hugo mesela 1800’lerde “şiir bitti” diyor, neredeyse iki yüz yıl önce. Şiir okuyanlar değil sadece okumayanlar bile, şiirsiz bir hayat düşünemiyor hâlâ.
Şiirlerini nasıl yazıyorsun?
Ben ses ve ritme çok önem veriyorum ama hikâye de önemli benim için. Yaşantımdan geçmişimden parçalar ister istemez giriyor. Ama genellikle hiçbir şiirimde tek bir hikâye anlatmıyorum, birden fazla hikâyeyi aynı anda anlatmak hoşuma gidiyor ve çağrışımlara açık oluyor. Bir çocuk yokuş aşağı örneğin babasıyla el ele yürüyorsa, bunu bir sokak arasında oynana bir top oyunuyla beraber anlatmaya kalkınca, “o gün babamla el ele top oynuyorduk yokuştan aşağı” gibi değişik betimlemeler çıkıyor. Sık sık uyguladığım yöntemlerden biri bu.
İlhan Berk, Lale Müldür, A. İlhan… Sen yeni kuşaksın tabii. Seni kalbinden vuran şairler kimlerdir?
Geçmişte de bugün de etkilendiklerim var. Tabii ki Nâzım Hikmet ve İkinci Yeniciler. 80’lerde tanıştım şiir dünyasıyla, o dönemde İkinci Yeni için “kaçış edebiyatı yapıyorlar, politikadan korkuyorlar” diyorlardı. Ben kendi görüşümü kendim edineyim istedim. Edip Cansever’in İkinci Yenideki varlığı çok önemli, bir bahçe kapısı gibi. Oradan Turgut Uyar, Ece Ayhan’a geçiliyor… Son dönemde çokça okunan “Etkilenme Endişesi” diye bir kitap var Harold Bloom’un. Endişe duymamak imkansız ama bunun kişiyi felç etmesi de gerekmiyor. Çevremdeki şiirle uğraşan gençlerden biri “şu şiirin çok iyiydi, ortasına gelip bıraktım, etkilenirim diye korktum” dedi geçenlerde.
Dünyanın en büyük acısı aşk acısı mı? Şiir denince neden hep aşk geliyor akla?
Nurullah Ataç “bana aşk şiirleri getirin” diye bağırmış ölüm döşeğinde. Şiirin doğal bir içeriği varsa bu aşktır belki de. Müjgân’da böyle şiirler var, ama başka türlü şiirler de var. “Başka Birinin Altın Avcısı” mesela. Otobiyografik yönleri var bu kitabın. Aşk var, ama ölüm de çok temel bir konudur şiir için.
Sosyal medyada şiirini okuyup sonra da şiiri çöpe atan bir okura yanıt verdin.
Caize diye bir olay var. Ulemaya maaş veriyor Osmanlı, icazet alıyor onlar da. Kasideler yazıyorlar. Hamilere yazılan upuzun şiirler. Bu hâlâ var bu ülkede. Bazı şairlerin reklam olarak, yardım olarak devletten, onun yan kuruluşlarından aldıkları paralar, boşa değil. Karşılıksız öğlen yemeği diye bir şey yoktur der İngilizler. Arkadaşlar da o ya da bu biçimde menfaat ilişkilerine giriyorlar. Vasat şairler bunlar. Dahası devlet satın aldığı isimleri değil, sürgüne gönderdiği, hapse attığı, hatta öldürttüğü isimleri öğretir akademilerinde.
Şiirlerinde mevsimler de geçiyor. Şiirlerini hangi zamanlarda yazıyorsun?
İstanbul’da sonbahar çok güzel oluyor. Çok güzel görüntüler ortaya çıkıyor. En az yazı seviyorum. Yaşamayı seviyorum ben, her mevsimi seviyorum bu yönüyle.
Şiirlerini yazmadan önce nasıl bir duyguyla girişiyorsun yazmaya?
İki tür çalışma biçimim var. Oturup mesai yapar gibi yazdığım zamanlar da oluyor, bir de belirli bir ruh halini beklerim. Bende ikisi de var. Kitap olarak çalıştığım şiirler var, Güzel Boşluk, Dağdaki Emirler, Puşt Ahali… Onlara mesai ayırıyorum, çalışmak için ortamlar yaratıyorum. Belli mekanlara gidiyorum, düzenli olarak her gün. Etrafımı ona göre düzenliyorum. Defterlerimle, kitaplarımla hazırlıyorum ortamımı.
'Öfke benim için önemli bir duygudur'
Bir şairin gezgin tarafı da var mıdır? Avustralya’da yaşadın, farklı ülkeler ve hayatlar yaşadın.
Avustralya da burası gibi, orada da “şiir bitti” diyorlar. Aziz Nesin orada yaşasaydı “her iki Avustralyalıdan üçü şair” derdi. Çok şair var. Dünya büyük bir köy aslında.
Varoluşçu bir şair misin?
Öyle şiirlerim var. Öfke benim için önemli bir duygudur. Bir katliam olmuştu Avustralya’da. 34 kişi öldürüldü iki gün içinde tek bir kişi tarafından. Ben de bu katliamın olduğu yeri iki ay öncesinde ziyaret etmiştim. Arkasından tüm toplum, herkes paralize oldu, açıklayamadılar. Buna tanıklık ettim. Hukukçular, hekimler, görgü tanıkları… Herkes bunu konuştu aylarca. Haleluya Demeden Olmaz’ı yazdım. O şiirimi hâlâ okuduğumda heyecanlanırım.
Müjgân şiirini kime yazdın?
Bende kalsın.
Şiirlerin şarkılara geçti mi?
Sadece bir tane müzisyen kardeşim Banu Akın’ın Kırmızı Leke adlı albümünde vardı.
YKY’den yayınlandı. Nasıl bir his buradan bir kitabın çıkması?
Bu benim on ikinci kitabım. Her kitap ayrı bir heyecan. Natama Şiir Dergisini çıkarıyorum biliyorsun. İnsanların aklına geliyordur “neden kendi yayınevinden çıkarmıyor” diye. Biz dergiyi kapattık aslında. O dönemde de bu dosyayı derleyip YKY’ye gönderdim. Biz “dergisiz olmuyor” deyip geri başladık dergiye, sonra da haberini aldım kitabımın çıkacağının. Özellikle dağıtım ve duyurma anlamında önemli YKY. Dağıtımcı şiir kitabı almıyor. Bu büyük bir sorun.
Roman gibi başka bir türde üretimde bulunmayı düşünüyor musun?
Düşünmüyorum. Üç öykü yazdım bugüne kadar. Başka bir dünya orası. Ben kendimi öykücü gibi göremiyorum.