GÜNDEMDE KARAKOL VE EROL KÖSE VAR

Neslihan Acu'dan gündemi oluşturan iki konu üzerine bir yazı. Karakolda elleri bağlı kadına atılan dayak görüntüleriyle ortaya çıkan örgütlü şiddet... Ve, gündemi twitter'dan ortalara attığı iddialarla oluşturan Erol Köse'nin durumu...

Google Haberlere Abone ol
GÜNDEMDE KARAKOL VE EROL KÖSE VAR

Karakolda dayak


 


Karakollarda dayak var, bunu hepimiz biliyoruz.


Ama bir gerçeği laf olarak bilmek başka bir şey, gözle görmek başka şey.


O yüzden, İzmir Karabağlar karakolunda Fevziye Cengiz isimli vatandaşın dayak yediği görüntüler hepimizin kanını dondurdu ve isyan ettirdi.


Görüntülerde sivil polisler elleri bağlı kadını acımasızca döverlerken, arka tarafta iki polis memuru ise sakin sakin işlerini yapmaya devam ediyorlardı.


Televizyonda bir programa konuk olan emekli bir emniyet müdürü, bu durumu “bir polislik alt-kültür”ü ile açıkladı. Doğrusu bana tuhaf geldi bu ifade. “Kol kırılır yen içinde kalır” anlayışının, ya da hiyerarşiden kaynaklanan bir müdahale edememe durumunun bir alt-kültür’le alakası yok bence.


Olsa olsa örgütlü bir legal şiddetle alakası var.


Söz konusu, kadınlar, çocuklar, yoksullar, göçmenler, öğrenciler, işçiler olduğunda, polis-adli tıp-adalet sisteminin oluşturduğu bir “örgütlü şiddet” bu.


 Fevziye Cengiz acımasızca dövülmüş. Zayıf, ince vücutlu, elleri bağlı bir kadın… Polisler acımasızca vuruyorlar, kemik kırmacasına! Bunun adı resmen işkence. Videoda her şey açıkça görülüyor.


Ama dayağı atan polisler, “kendilerini koruduklarını” iddia ediyorlar!! Güya kadın, polisleri “eli ile itmiş, tırmalamış” vs vs vs.


Polislerin bu ifadelerini ciddiye alan hukuk sistemi, kadın için 6.5 yıl hapis istiyor.


Oysa kadını acımasızca döven polisler için önerdiği ceza sadece 1.5 yıl! Seyirci kalan polislere ise ceza talebi bile yok.


Polisler kendilerini savunmak için kadının konsomatris olduğunu bile iddia edebiliyorlar! Öyle ya, bu ülkede yazın kolsuz bluz giyen, gece de eğlenceye giden her kadın konsomatristir, değil mi ama!


İşin daha da vahim tarafı, bu polisler bu ifadeleriyle, karşılarında konsomatris olması durumunda nasıl bir şiddet uyguladıklarını/uygulayacaklarını da fütursuzca açıklamış oluyorlar.


 


Fevziye Cengiz olaydan hemen sonra savcılığa gidiyor, dayağın raporunu almak istiyor ama bu rapor verilmiyor.


Kadının şikayeti ise, adli tatil nedeniyle ancak iki ay sonra ele alınabiliyor.


Savcılık karakoldaki görüntüleri izlemeye bile tenezzül etmiyor.


Yani kadın neredeyse suçlu çıkacak…


Ama vaka medyaya düşüyor (neyse ki!), görüntüler yayılıyor… Pisliğin üstü kapanamaz hale geliyor, ancak o zaman herkes Fevziye Cengiz’e sahip çıkıyor.


Yine de gelinen nokta bu işte: Polislere 1.5 yıl, dayak yiyen kadına 6.5 yıl.


Başa dönüyorum.


Bunun neresi alt-kültür? Basbayağı örgütlü şiddet bu.


 


 


Erol köse ne yapıyor?


 


Dünkü iddialarından sonra, herkes gibi benim de aklıma takıldı: Erol Köse ne yapıyor?


İlk başlarda, yani twitter’a ilk girdiği günlerde ne yaptığı belliydi: Ona buna laf çakarak, polemiklere girerek gündem yaratmak, bedava tarafından reklamını yapmak.


Eh, ülke şartları müsait… Bunu başardı da!


Hiç kimse ona, ya kardeşim sen içinde olduğun bu alemin sırlarını neden faşır fuşur ortalara saçıyorsun, bu kadar kötüyse bu şov dünyası, sen ne halt ediyorsun orada diye sormadı. Tam tersine, her gün horoz dövüşü izlemek uğruna Köse’nin peşine takıldılar


Ama son günlerdeki iddialarından sonra işin rengi değişmeye başladı.


Ortada artık reklam uğruna sürekli sansasyon yaratmaya çalışan bir adam değil de, keçilerini dağlarda gezintiye çıkarmış bir adamın (yani, iyice abartmış bir adamın) görüntüsü var gibi.


Kamikaze dalışları yapıyor da denilebilir.


 


Cengiz Semercioğlu bugünkü yazısında “yeni medya düzeninde Erol Köse’leri yok edemezsiniz” diye yazmış.


Örnek olarak da Amerika’da Perez Hilton’u örnek vermiş.


Ben bu noktada kendisine tam katılamıyorum.


Çünkü ABD insan ilişkileri açısından bize hiç benzemeyen bir ülke…


Oralarda, Jay Leno’nun ya da Conan’ın şov programlarında, bir politikacının don’lu fotoğrafları gezinir, en hacimlisinden cinsel espriler yapılır, herkes kahkahalarla güler eder falan…


Bizde yapın bir politikacının donlu esprisini, bakalım neler oluyor…


Şu meşhur “rosto” programını seyredenler vardır.


Hani en son Charlie Sheen’i, bir grup komedyen aralarına alıp “haşlama” yapmışlardı.


Bu haşlama programında katılımcılar birbirlerine her bakımdan girişiyorlar. Birbirlerinin zayıf noktalarına, rezaletlerine hiç acımadan langır lungur laflar ediyorlar. Tarafların ne uyuşturucu bağımlılığı, ne seks bağımlılığı, ne de botokslanmaktan maymun kıçına dönmüş suratları kalıyor ağza dolanmadık… Hiçbir şey tabu değil.


Tek şart, şova katılanların birbirlerine tüm bu ağır sözleri sürekli gülümseyerek ve belli bir mizah eşliğinde söylemeleri… Yani, şıklık şartı var.


Türkiye’de öyle bir program yapılsa daha 10. dakikada kan çıkar, taraflar birbirlerine masa, iskemle, balta bıçak girişirler.


Kaldı ki, bizde bu kadar incelikli ve nükteli hakaret edebilecek kimse de yoktur pek. (Benim bildiğim bir Huysuz Virjin vardı geçmişte)


Yani burası başka bir ülke!


Burada insanlar polemiklerde zeka ve mizah aramazlar.


Tek istedikleri horoz dövüşü seyretmektir…


Birisi çıksın birileri hakkında atıp tutsun, diğerleri de seyretsin gülsün. Ama iş kendileri hakkında atıp tutulmasına gelince bizde herkes çıldırır.


Zeka ve mizah duygusu bizde eser miktarda bile yoktur.


 


Yani, lafın kısası, Erol Köse’nin tarzının eğlenceli falan olduğunu düşünmüyorum.


Ayrıca ilginç de değil, etik de değil.


Yeni medya düzeninde bu tip adamlar gündem belirleyecekse (ki, şu anda olan o!) ülke olarak akıl ve ruh sağlığımızı çoktan kaybetmişiz demektir.


 


NESLİHAN ACU


neslidost@gmail.com


 

Sıradaki Haber İçin Sürükleyin