Hazal Özvarış / T24
Gülriz Sururi: Tesettürlü kadınlara Nişantaşı kafelerinde
oturmaları emredildi
Gülriz Sururi yaş almayı, Uğur Dündar’ın onun için kullandığı
'cumhuriyet kadını' olmanın ne anlama geldiğini, Kürt Cemali olduğu
öne sürülen Keşanlı Ali’nin hikâyesini anlattı
Cemal Süreya’nın düz yazılarındaki en büyük dize Gülriz Sururi
için yazılmış sayılır:
“Ressam bir Tanrı’ya düşmüş.”
Annesi ilk Türk primadonnası Suzan Lûtfullah Sururi, babası ilk
operet kurucularından Lûtfullah Sururi ve kendisi anne karnından
sonra ilk kez Muhsin Ertuğrul’un isteğiyle 12 yaşında sahneye çıkan
Gülriz Sururi.
Cemal Süreya’nın, benzersiz serüveni ve sürekliliğiyle Türk
tiyatrosuna tuğrasını vuran isimlerden Gülriz Sururi için yaklaşık
15 yıl önce yazdığı portreden birkaç satır daha:
“Tiyatromuzda daha zengin bir tereke düşünülemez. Kenterlerde de
sanatsal aile değerleri var. Ama Gülriz’in bambaşka. Bu yönden
Evliya Çelebi Seyahatnamesi gibi bir serüven söz konusu. Benzersiz,
yenilenemez ve tek.
(…)
Gülriz’in gözleri elmacık kemiklerinin sarp kayalıklarının altında
derinleşen iki göl gibi duruyor. Hiç bozulmayacak. Yaşadığımız
dönem birtakım simgelerle anlatılırsa ileride, onunla da
anlatılacak.”
“Sokak Kızı İrma”dan “Keşanlı Ali Destanı”na, “Ferhat ile Şirin”den
“Teneke”ye, “Zilli Zarife”den “Kaldırım Serçesi”ne yıllar boyunca
rol aldığı her oyunla çoğalan Gülriz Sururi, 1999’da kaleme aldığı
“Söyleyeceklerim Var” oyununun ardından sahnelere veda etti.
Sururi, oyunculukla sınırlı kalmadı. Üçüncü cildi yolda olan
anılarının yanı sıra bir roman, bir öykü kitabı ve gazete
yazılarından bir derleme yayımladı. “A La Luna”nın sponsor olduğu
aynı adlı yemek programıyla beş sene boyunca o vakte kadar
kendisini bilmeyenlere de ekranlardan ulaştı.
Sururi, sahneye son olarak Beşiktaş Belediyesi tarafından
sekizincisi düzenlenen “Ustalara Saygı” buluşması için çıktı.
Sahnedeki “usta” elbette oydu.
Bu vesileyle, Sururi’nin şimdiye kadar konuşmadıklarını kendisinden
dinlemek için kapısını çaldık.
“Yaşsız kadın” olarak da bilinen Sururi’ye Prof. Mîna Urgan’ın
anıları eşliğinde yaş almayı, Uğur Dündar’ın onun için kullandığı
“cumhuriyet kadını” olmanın ne anlama geldiğini, “aslında Kürt
Cemali olduğu” da öne sürülen Keşanlı Ali’nin hikâyesi ve güncel
tartışmaları sorduk.
İşte Gülriz Sururi’nin T24’e verdiği söyleşi. Buyrun…
- “40’ına kadar yaşadığımız her olayın bir yeri, bir önemi, bir
anlamı vardır. 40’ından sonra tempo inanılmaz biçimde hızlanır. Bir
bakarsınız daha dün olduğunu sandığınız şey 15 yıl önce geçmiştir.
Bir bakarsınız kucağınıza aldığınız küçücük çocuklar kocaman
delikanlılar, kızlar oluvermiştir. Bir bakarsınız siz de 65 yaşına
gelmişsinizdir. İşte yaşlılık orada başlar. 70’ine kadar ağır ağır,
75’inden sonra hızlı yaşlanırsınız.” Mîna Urgan’ın “Bir Dinozorun
Anıları” adlı kitabında çizdiği bu harita size uyuyor mu?
Bana fevkalade yabancı. Mîna Hanım’ın ihtiyarlık dediği 63’te ben
üçüncü kez Sokak Kızı İrma’yı oynuyordum.
- “Limon gibi sıkmaya” kararlı olduğunuz hayatı siz dilimlere
ayırdığınızda bölümlere vereceğiniz başlıklar ne olur?
Ben, hayatı hiç bölmelere ayırmadım. Çocukluğumu yaşamadığımı hep
söylüyorum. Onu, 30 yaşından sonra tadını çıkartarak yaşadım. Bunun
dışında 40’ımda neysem, 60 yaşında da öyleydim. Bu gerçekten çok
büyük bir şans, bunu da genlerime borçlu olduğumu
zannetmekteyim.
- “Bir An Gelir” kitabınızdan bir alıntı: “Çok yaşamış olmama
rağmen hâlâ yaşlılığı merak ediyorum. İhtiyarlığımı keyifli
yaşamaya, hakkını vermeye kararlıyım. Ayrıca ölene kadar delikanlı
yaşayacağımı biliyorum.” Hayatınızın bu evresine girdiğinizi
düşünüyor musunuz?
Haldun Dormen, hep “Ben hayatımda böyle enerjik, böyle disiplinli
bir oyuncu görmedim” der. Kaldırım Serçesi’nin provalarındayken,
herkes pestil haline gelmişken ben devam etmek isterdim. Bunun
sebebini karakterimde görüyordum. Bahsedilen bu enerji ne demek,
tam olarak bilmiyordum. Gerçek anlamını enerjim azalırken anladım.
“Merdivenden çıkacağıma asansöre binsem daha iyi olur” gibi şeyler
dediğim zaman “Aa! Galiba enerjim azalıyor!” dedim.
- Peki siz hangi tabiri tercih edersiniz; yaş almak mı, yaşlılık
mı, ihtiyarlık mı?
Yaşlanmak ve ihtiyarlamayı ayırmak gerektiğini düşünüyorum. Ben
yaşlanıyorum. Yaşımı uzun bir süre unuttuktan sonra hesapladığımda
“Hadi canım! Ben bu yaşta olamam” dedim. Bende yaşı telaffuz
etmemek vardı. Ama şimdi onu da aştım.
‘Her kadının ömrünün en uzun bölümünü geçirdiği bir yaşı
vardır’
- Artık söylüyor musunuz yaşınızı?
Rakamları kullanmak hoşuma gitmese de hayatı olduğu gibi kabul eden
birisi olduğumdan her yaşı yaşamam gerektiğini biliyorum.
- Mîna Urgan, bu ayrımda “ihtiyarlık” kelimesini şiddetle
savunuyor.
Engin’in (Cezzar) tiyatrocu olmasına Mîna Hanım neden oldu. Engin’i
Robert Kolej’de Othello oynanırken izleyen Mîna Hanım, Engin’i
gördükten sonra annesine babasına gidiyor ve diyor ki “Bu çocuk çok
büyük bir yetenek. Okulu bitirir bitirmez Amerika’ya falan
yollayın, tiyatrocu olsun.” (Mîna Urgan) Daha tanışmazken ilgi
çeken bir kişilikti. Deve tüyü bir paltosu, bir kaşkolu, spor
ayakkabıları vardı. Tak tak tak diye yürürdü Beyoğlu’nda. Ben
kendisini tanıdığımda en fazla 14-15 yaşındaydım ve o zaman da
yaşlı bir kadındı, her zaman beyaz saçlı, her zaman yüzü kırışık.
Adile Naşit gibi. “Biz Kadınlar” kitabımda yazdım, her kadının bir
yaşı vardır, ömrünün en uzun bölümünü öyle geçirir. Kimisi 20 sene
30 yaşında gibi olur, kimisi 20’li yaşlarından başlayarak hep
40’larında gibi olur, kimi de hiç genç kız olmamış gibidir. Mîna
Hanım da öyle birisiydi işte.
Gülriz Sururi’nin Mina Urgan’la ‘fasulye’ hikâyesi
Mîna Hanım ile biz dosttuk. Fakat o Bodrum’a yerleşince daha çok
görüşmeye başladık. Güzel yemek yiyip içki içmek, sohbet etmek en
sevdiği şeylerden biri, ama yemek yapmaktan, iş görmekten nefret
ediyor. O çeviri yapsın, onların tashihiyle uğraşsın istiyor. Evi
yolumuzun üstünde olduğu için, biz de giderken gelirken sık sık
uğruyorduk. Avluda oturmuş, harıl harıl daktilosunun başında
yazıyor. “Ay Gülriz kendine bir kahve yap, çay yap” diyor, “Peki,
peki” deyip otuyorsun. Ama bir şey duruyor kenarda, fasulyeler,
aralarında da bıçak. Üç dört tanesi ayıklanmış. Sorunca, “Vaktim
yok, ne yapayım!” diyor. “Aa, ben çayımızı içerken ayıklarım Mina
Hanım” deyip ayıklamaya başladım. Ondan sonra baktım ki böyle bir
adet edinmiş. Kim gelirse eline bir şey veriyor, işi ona
gördürüyor.
‘Bu kadar yaşayacağımı beklemiyordum, çok şaşırdım’
- Peki merdiven, asansör tercihi dışında yaşla, yaşlılıkla
değişenler ne?
Benim yaşımda eşi yaşayan insan bir defa çok az. Tanışım bütün
kadınlar eşlerini çok önce kaybetmişler ya da üç kez evlenmiş
olsalar bile bugün ayrılmışlar, tekler. Ben yalnız değilim ve bu
yaşta anlaştığı bir hayat arkadaşı ile yaşamak dünyanın en büyük
mutluluğu. Hayat inanılmayacak kadar uzun. Ben bu kadar
yaşayacağımı beklemiyordum ve çok şaşırdım.
‘Yaşanmadan öğrenilmeyen tek şey, yaşlılık’
- Yaşlanmanın nimetleri ve külfetleri sizce neler?
Ben çok enerjik biri olduğum için günlük yaşamımın içine üç dört
program koyabiliyorum. Sonra ancak ikisini yapabiliyorum. Bana
yaşlılığın tarifini sorarsanız bunu söyleyebilirim. Dünyada
yaşanmadan öğrenilmeyen bir tek şey var, yaşlılık. Ben ki
tiyatrocuyum, birçok tiyatrocu yaşlı karakterler oynamıştır. Ama
hepsi palavra! Ben yaşlı rolü oynarken anneannemi taklit etmiştim
yahut bilmem ne yapmıştım. Ama onu duygu olarak hissetmene imkân
yok. Edith Piaf yaşlılığında ağrılar içinde kıvranan bir kadın.
Benim hâlâ ağrım sızım yok. Onu bir tiyatrocu olarak oynadım. Onu
da geldiği zaman öğreneceğim, şimdiden anlamaya imkân yok. Türkçede
çok güzel bir laf var: Allah elden ayaktan düşürmeden alsın. Kendim
için bunu dilerim.
‘Ötanaziyi ciddi ciddi düşündüm, doktorumla da konuştum’
- Türkiye’de uygulaması yasak olsa da bir parantez açsak; ötanazi,
elden ayaktan düşmek yerine tercih edeceğiniz bir eylem olur
mu?
Bunu ciddi ciddi düşündüm. Hatta iki üç sene önce doktorumla da
konuştum, “Böyle bir şey gerekirse ne yaparız” diye. “Düşünelim”
dedi, fakat sonra konuya dönmedik. Böyle bir şeyi isteyebilirim
diye düşünüyorum. Yalnız Tolstoy, bir hikâyesinde diyor ki “Adam
bitmiş, bilmem kaç yaşında. Hiçbir şeyi yok yattığı yerde. Tek
gözünün dörtte biriyle görebiliyordu, ama o gözünü doğduğu dünyaya
hiçbir zaman kapatmak istemiyordu.” Demek ki ihtiyarlık, ölüme
yaklaşırken insanda bu duyguları yaratabiliyor. Dolayısıyla,
olanlar da bu nedenle mi yaşıyorlar? Bunu ancak yaşadığınızda
bilebilirsiniz. Ama Miraç Zeynep’e (Özkartal) şunu söyledim; “Bak,
Aziz Nesin oğluna demiş ki, ‘Söylediklerimi tekrar etmeye başlarsam
bana hemen haber vereceksin, ben de bir daha hiç konuşmayacağım.’
Bende böyle tekrarlar mekrarlar başlarsa mutlaka
söyleyeceksin.”
- Yaşlılığın nimetlerinden gidelim; şımarma lüksü listenizde
mi?
Öyle şeyler yok... Ben zaten kendi kendimi yeterince şımartarak
yaşıyorum. Hiçbir fırsatı kaçırmam.
- Nedir sizi mutlu edenler?
O kadar büyük şeylere gerek yok; her şey olabilir. Mutluluğu
bazılarının söylediği gibi yüksek raflarda aramıyorum. Mesela
aldığım çiçekleri buraya (balkondaki saksılarını gösteriyor)
yerleştirirken katiyen bu dünyada değildim. Bu çok keyif verici bir
olay.
‘Siz vazgeçmediğiniz sürece cinsellik sizden vazgeçmiyor’
- “Kıldan İnce Kılıçtan Keskince” kitabınızda cinsellik üzerine
konuşmaktan hoşlanmadığınızı açıkça vurgulamanızı ihmal ederek
soralım; hayata, hayatınızın dilimlerine yaydığınızda cinsellik
nasıl değişkenlik gösterdi?
Bunu bana şimdiye kadar hiç kimse sormadı, ama doğru bir soru.
Henüz sonlandırmadığım, 80 yaşla ilgili son kitabımı şunu
söyleyerek bitirmeyi düşünüyorum; “Kaç yaşında olursanız olun
cinselliğinizin sizi ölüme kadar takip edeceğini unutmayın.”
- Kadınlarda cinsel arzunun zamanla sonlandığı bir efsane mi?
Evet. Erkekler için çok kötü bir haber. Onların birtakım şeylere
ihtiyaçları var cinselliklerini bir ömür boyu sürdürebilmeleri için
ama kadınlar için böyle değil. Siz vazgeçmediğiniz sürece o sizden
vazgeçmiyor. Cinsellik en başta bir düşünce. Bir sürü arkadaşımdan
duyuyorum; “Ben çirkinleştim, fiziğim bozuldu, bilmem neyim ne
oldu, yok artık” falan filan. Bu çok yanlış. Zaten önce
kendinizden vazgeçmeyeceksiniz; gençken kendinize
yakıştıramadığınız kiloları yaşlıyken neden alıyorsunuz? Kendinizi
beğenmekten vazgeçmemek gerek. Ben hâlâ “Bu sene son bikinili
fotoğrafım” diyerek fotoğraflar çekiliyorum. Bu sene sondu galiba,
ama belli olmaz.
‘Gençliğimde demokrasiyi beğenmedim, sosyalizm istedim’
- Mîna Urgan, Behice Boran’dan alıntılayarak “Benim aşk acılarım
yok, dost acılarım var” diyor ve politik hattın dostları geride
bırakmaya neden olduğunu yazıyor. Son dönemde karşılaştığınız bir
durum mu bu?
Tabii, çok. Ama iki kişiyle bunu yendik. Politika konuşmamaya karar
verdik. Aslında o kadar politik bir insan da değilim. Ama
inandığım, aklımın erdiği şeylerden de kesinlikle taviz veremem.
Son dönemde olanlar da buna neden oldu.
- Beşiktaş Belediyesi’nin sizin için düzenlediği “Ustalara Saygı”
programında Uğur Dündar, sizi “cumhuriyet kadını” olarak tanımladı.
Sizce "cumhuriyet kadını” ne demek?
Uzun yüzyıllar hüküm süren Osmanlı’nın rejim değişikliği ile
cumhuriyete geçmesinden sonra burada yaşayan kadınlar demek. Benim
annem cumhuriyet kadını, babam cumhuriyet adamı. Ben de
cumhuriyette doğmuş, Osmanlı’yı hiçbir zaman bilmeyen, saf kan bir
cumhuriyet insanıyım. Ama cumhuriyeti ben seçmedim. Belki benim
idealim bu değildi.
- Neydi idealiniz?
İlk gençlik yıllarımda, biraz politize olmaya başladığım zaman
komünizm hoşuma hiç gitmedi. Ama sosyalizm, solcu olmak bana
fevkalade uygundu. Bırak cumhuriyeti, demokrasiyi bile beğenmedim.
Ülkemde sosyalist bir yönetim olsun istedim. İnsanlar çok daha adil
yaşasın, eşitlik olsun istiyordum. Cumhuriyetle hiç meşgul olmadım.
O doğup büyüdüğüm, içinde olduğum bir düzendi. Yıllar sonra, o
beğenmediğim cumhuriyeti yeniden kazanabilmek için benim bile bir
şeyler yapmam gerekliliği çıktı ortaya.
RÖPORTAJIN DEVAMI İÇİN:
http://t24.com.tr/haber/gulriz-sururi-tesetturlu-kadinlara-nisantasi-kafelerinde-oturmalari-emredildi/224024