haberx.com sitesinden Bilgehan Uçak'ın röportaj yaptığı Ilıcak, “Nerede, ne yanlışlar yapıldı? Siyasetin yakın gelecekteki planlanması nasıl olabilir? Gezi Olayları’na nasıl yaklaşılabilirdi?” gibi birçok soruya yanıt verdi.
İşte o röportaj:
"Sabah Gazetesi yazarı Nazlı Ilıcak’la Gezi Olayları’ndan kaygılı olmasına giden sürece dair bir söyleşi yaptık. “Nerede, ne yanlışlar yapıldı? Siyasetin yakın gelecekteki planlanması nasıl olabilir? Gezi Olayları’na nasıl yaklaşılabilirdi?” gibi birçok soruya “kendi zaviyesinden” yanıtlar verdi Nazlı Ilıcak. “Dost acı söyler” misali, bütün açıklığıyla şu son aylara ve geleceğe dair düşüncelerini açıkladı.
Sabah Gazetesi yazarı Nazlı Ilıcak’la Gezi Olayları’ndan kaygılı olmasına giden sürece dair bir söyleşi yaptık. “Nerede, ne yanlışlar yapıldı? Siyasetin yakın gelecekteki planlanması nasıl olabilir? Gezi Olayları’na nasıl yaklaşılabilirdi?” gibi birçok soruya “kendi zaviyesinden” yanıtlar verdi Nazlı Ilıcak. “Dost acı söyler” misali, bütün açıklığıyla şu son aylara ve geleceğe dair düşüncelerini açıkladı.
“ERDOĞAN, FARKLI DÜŞÜNEN AYDINLARLA DA GÖRÜŞMELİ”
Geçen günkü yazınızda, siz de bir grup aydın gibi “kaygılıyım” dediniz. Çok geniş bir “kaygılı insan” yelpazesi var, siz tam olarak nerede duruyorsunuz?
Ben, AK Parti’ye ve Tayyip Erdoğan’a karşı öfke besleyen birisi değilim, aksine başarılı olmalarını isteyen gruptayım. Ama son yaşanan gelişmelerin hem ülkedeki istikrarı bozduğunu hem de iktidarın kredisini aşındırdığını düşünüyorum. Kendi zaviyemden baktığımda böyle hissettiğim için “kaygılıyım” dedim. Tayyip Erdoğan’ın bir cümlesine atıfta bulundum orada.
Ayaklar…
Evet, o “ayaklar baş oldu” cümlesi. Tayyip Erdoğan bunu sarf edecek bir kimse değil esasında. Hatta sarf etmemesi gereken biri. “Yaradılana Yaradan’dan ötürü değer verdiğini” söylüyordu hep. Ama orada bu “ayaklar baş oldu” cümlesi hiç hoş olmadı. Bu cümleyi de vurgulayarak ben kendi kaygılarımı izah ettim. Hatta sonunu şöyle bağladım: Ben memleketimi sevmeseydim, AK Parti’yi sevmeseydim, Tayyip Erdoğan’ı sevmeseydim bugün kaygılı olmaz, zil takar oynardım, sevinirdim. Bu son gelişmelerin iktidarın aleyhine olduğunu ve zarar verebileceğini düşünüyorum. Zaten uluslararası camiada da bu sonuçlar görüldü.
Referandumdan sonraki bu gidişata karşı sizin gösterdiğiniz tavır için “dost acı söyler” diyebilir miyiz?
Ben kendimi hep dost hanesine koyuyorum. Ta 28 Şubat sürecinden beri onlara yakınım. Fazilet Partisi döneminde doğan bu yakınlık, AK Parti’nin kurulmasıyla birlikte devam etti. Ben kendi zaviyemden doğru bulduklarımı söylüyorum ama ben de yanlış gözlemler yapmış olabilirim. Benim doğru dediğim hakikat olmayabilir. Ama birçok çevreyle temasta bulunduğum için oralardaki nabzı da tutma şansına sahip oldum. Şöyle düşünüyorum: Tayyip Erdoğan Başbakan olunca, üstüne bu kadar da güçlü bir iktidar olunca her zaman doğruları duyup öğrenemeyebilir. Kendisine ne kadar aktarılırsa o kadarını bilebilir.
Çevresinde bir duvar ve oradan mı geçmiyor?
Çevrenin bir bölümü böyle yapıyordur ama bu düşünme şekli Tayyip Erdoğan’ın da işine geliyor. Birlikte oturup sözde istişare ediyorlar ama aslında hep birlikte aynı düşünüyorlar. Ben zamanında onlarla biraz da farklı düşünen, mesela Nilüfer Göle, anayasa hukukçusu Mustafa Erdoğan gibi, aydınları çağırmalarını söylemiştim. Kendi çevresinin dışındaki aydınlara, en azından istişarî mahiyette açılması gerekir. Onun çevresindeki kişilerin, benim bildiğim kadarıyla, diğer kesimlerle öyle yakın bir ilişkisi yok. Acaba kendisine oy vermeyen kesim neden oy vermiyor? Neden endişe ediyor? Niçin eğitimli kesim ve sahillerden oy alamıyor? On yılda bu endişeler niçin hâlâ giderilemedi? Niçin böylesine bir öfke birikimi var?
“GEZİ OLAYLARI’NA ÇOK YANLIŞ YERDEN YAKLAŞILDI”
Gezi’de gördük…
E ben bu öfkeyi daha önceden de görüyordum. Nereden görüyorum? Ben o muhitin insanıyım çünkü. Gündelik hayatımda, misal alkolle ilgili yasa çıktığında, yaşıyorum hep bunları. Bu tepki ve öfke, alkoliklerle ayyaşlardan gelmiyor sadece. Ama “bu da bizim hayatımıza müdahale etmenin bir parçası”, “artık kimse bunlarla mücadele edemeyecek” diye bir kuşku var. Mesela sanatçıların başka türlü birikimleri var. Şehir Tiyatroları’nda yapılan bu düzenlemeye karşı çıktılar, sonra bu tiyatrolar kapatılacak şeklinde bir söylenti yayıldı. Ben, devletin sanata mutlaka finansman ayırması gerektiğine inanıyorum. Çünkü bir ülkenin medenileşme yolu sanatla açılır. O ülke, eğitimli insan sayısının artmasıyla, sanatla daha medeni bir hale gelir. Peki, sanatkârlar ve eğitimli kesim neden böylesine karşı duruyor? Bunları incelemeleri lazım. Mesela Tayyip Erdoğan, Gezi Olayları’na yaklaşırken “ben sizi anlıyorum, biz de genç olduk” deseydi her şey çok daha farklı olurdu.
Onun yerine mitingler yapıldı…
O mitinglerin bana göre hiçbir manası yoktu. Sonuçları göreceğiz tabii. Dik durdum, diyor; oysa burada askeri bir müdahale falan yok ki, halkın protestosu sözkonusu. Bir muhtıra veya bir yabancı müdahale karşısında dik durabilirsin ama Gezi Olayları’nda böyle bir durum yok. Zaten günümüz dünyasında yabancı ülkeler de, yabancı basın da senin ülken hakkında söz söylüyor. Neden? Çünkü Türkiye artık önemli bir ülke ve bunu başaran da daha ziyade Tayyip Erdoğan. Genç nüfus, katlanan milli gelir, ekonomik çalkantılara karşı güçlü durabilen, geleceğe umutla bakan insanların çoğunlukta olduğu bir ülke herkesin dikkatini ve ilgisini çekiyor. Sonra yapılan çok önemli reformlar var…
Sağlık alanında…
Sağlık alanında sosyal adalete yakın, fakirler için atılan çok önemli adımlar var. Türkiye bir yerden bir yere geldi. İstanbul’a bakın… Tabii ki, bu gökdelenleri, büyük projelerin hiç danışılmadan yapılmasını falan eleştirebiliriz ama Erdoğan belediye başkanlığından beri yeşile çok önem verdi. Bütün bulvarlar, yolların kenarı, bulduğu her boş alanı yeşillendirdi.
Her yere çiçekler ekiliyor…
Ben eskiden Cenevre ya da Paris gibi kentlere gittiğimde çiçeklere bakıp bakıp benim memleketimde neden yok diye üzülürdüm. Sonra da gülerdim, biz yeşili muhafaza edemezken çiçeği ne yapacağız diye! Ama şimdi İstanbul çiçekler içinde. Ama bunlar yetmez, neden özel hayata böylesine bir müdahale endişesi taşınıyor, onu anlamaya çalışmak lazım. Bu sebebin bir kısmı dindarları iç düşman olarak gösteren eğitim sistemimizde yatıyor. Laikliğe karşı oluşumlar olarak görülmüş hep. Ondan dolayı en başından beri Tayyip Erdoğan’ı kabul edemeyen bir kesim var. Ama yeni nesiller o kadar peşin hükümlü olmayabilir. Erdoğan’ın birtakım jestlerle o gençleri kazanması hâlâ mümkün bence. Gezi Olayları’ndan gerekli dersin çıkarıldığını düşünüyorum."
Röportajın tamamını okumak için tıklayınız.