Gazeteci ve CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay, tutuklu kaldığı 4 yıl 278 gün sonra Türkiye'deki gazetecilikten yana duyduğu endişeyi paylaşarak, tüm gazetecileri dayanışmaya çağırdı. Amerika'nın Sesi'nin sorularını yanıtlayan Balbay, “Gabriel Garcia Marguez'in çok güzel bir sözü var. Diyor ki 'Gazeteci yaşadığı çağın tanıdığıdır'. Ben diyorum ki 'Türkiye'de ise gazeteci yaşadığı çağın sanığıdır'. Maalesef bu hale geldi” dedi.
“Türkiye'de tutuklu gazeteci olmak ne anlama geliyor ve uzun tutukluluk süresini nasıl yorumlamalıyız?” sorusuna yanıt veren Balbay, “Gabriel Garcia Marguez'in çok güzel bir sözü var. Diyor ki 'Gazeteci yaşadığı çağın tanıdığıdır.’ Ben diyorum ki 'Türkiye'de ise gazeteci yaşadığı çağın sanığıdır'. Bu hale geldi. Ne yazık ki dün parlementoda Başbakan Yardımcısı (Bülent Arınç) dediki 'Eğer gazetecilik yapacaksınız biraz cesur olacaksınız. Sayın Balbay gibi 5 yıl hapis yatmayı göze alacaksınız' gibi bir değerlendirme yaptı. Gazeteci için tutuklanmak meslek hastalığı gibi. Madenci akciğer hastalığına, öğretmen varise yakalanır. Hemşireler bulaşıcı hastalığa yakalanır gibi yaygın bir meslek hastalığı haline gelmiş durumda. Gazeteci tutuklanır meslek hastalığı haline gelmiş durumda. Hükümet'in de bunu güncel gidiş ve icraat gibi görebilmesi. Türkiye, bu konuda deyim yerindeyse sabıkalı pek çok ülkeden daha kötü durumda” dedi.
“ABD'deki basın özgürlüğüyle ilgili kuruluşlar sizinle nasıl bir
temas kurdu? Şimdi yurtdışı çıkış yasağınız var ancak ABD'ye davet
aldınız mı?” sorusu üzerine ABD’den bir davet almadığını belirten
Balbay, şunları kaydetti:
“ABD'ye henüz davet almadım. Freedom House başta olmak üzere
ABD'deki pek çok kuruluşun Türkiye'deki gazetecilerle ilgili
çalışma yürüttüklerini biliyorum. Doğrusunu isterseniz kişisel bir
davet almam gerekmez. Evrensel olarak gazeteciliğin sınır tanımayan
bir meslek olarak özgür oluşuyla ilgilenilmesi gerekir. Doğrudan
benimle ilgilendiklerinde tabii kendimi kişi olarak daha güçlü
hissederim ama önemli olan Türkiye'deki bu sorunla ilgilenmeleri.
Basın özgürlüğüne ilişkin bir sorun yalnızca o ülkenin sorunu değil
diğer ülkelerin de sorunudur. Bu tür özgürlüklerde müdahale
olduğunda buna müdahale etmek evrensel bir sorumluluktur diye
düşünüyorum.”
“SADECE GAZETECİLİK YAPTIM”
Kesinlikle gazetecilikten başka bir şey yapmadığını aktaran Balbay, şu değerlendirmede bulundu:
“Bu konuyu şimdi daha iyi anlatacağım. Şimdi çıktım, insanlara örnekleriyle paylaşacağım. Ben meslektaşlarıma hesap vermeye hazırım diyeceğim. Buyrun, Balbay deyin şu cümlen, şu haberin şu kitabın deyin. Hepsi ile ilgili sözüm var benim. Bugüne değin insanı fiilen işkence altında tutan demir parmaklıklarınızın arkasındasınız ve kendinizi ifade etme hakkınız yok. Birincisi bir gazeteciyi tutuklayarak bütün gazetecileri tehdit ettiniz. İkincisi, bir gazeteciyi tutuklayarak toplumun bilgi alma hakkını engellemiş oldunuz. Üçüncüsü, o gazeteciyi tutuklayarak kendisini ifade etmesiniz engellediniz. Bu bağlamda üç özgürlüğün ciddi olarak engellediğini düşünüyorum.
Küçük bir örnek vermek isterim. Ben geçmişte dedim ki 'Askerler ile hükümet arasında gerginlik var.’ Manşetler, arşiv ortada. O dönemde 'Her şey süt liman, Balbay ortalığı karıştırıyor' dediler. Şimdi ne diyorlar? 'O dönem öyle gergindi ki bildiğiniz gibi değil' diyorlar. Balbay bunu o zaman yazdı. Balbay, bunu 8 yıl sonra yazmamış, o gün yazmış. Zaman beni haklı çıkartıyor. Gerçek zamanın çocuğudur sözü de benim davamda bir kez daha yaşama geçmiş oluyor.”
“ONU ELEŞTİRMEM YANLIŞ OLUR”
Mustafa Balbay, “Sizin yargılandığınız Ergenekon Davası. Mehmet Baransu ismiyle çok ilişkili. Şimdi yine belgeleriyle Baransu ismi gündemde. Siz bir gazeteci olarak Baransu'nun bir bavul dolusu belge sunmuş olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusuna şöyle yanıt verdi:
“Buna karşı söyleyebileceğim çok şey var. Gazetecilik anlamında çok şey konuşabilirim. Baransu'nun, Balbay'ın gazeteciliği eleştirilebilir. Ama Baransu böyle bir saldırı altında iken bunun doğru olduğunu düşünmüyorum. O'nu eleştirmem yanlış olur. Ama o gazeteci, olağanüstü bir saldırı altında ise önce o saldırı ortadan kaldırılır. Sonra gazetecinin, gazeteciliği eleştirilebilir. Örneğin, büyük bir sel bahçe duvarından içeri girip evi mahvetmek üzere iken evin duvarlarının boya rengini tartışma konusu yapmak ne kadar mantıklı ise, bir gazeteci saldırı altında iken O'nun gazetecilik yöntemlerini sorgulamak da benzer bir durum diye düşünüyorum.”
Mesleki dayanışma konusunda kendisinin “çok yaralı ve çok gururlu” olduğunun altını çizen Balbay, “Yaralıyım, yargıdan daha ağır saldırı meslektaşlarımdan aldım. Gururluyum, benim yargılandığım dava ile ilgili pek çok meslek kuruluşu dayanışma gösterdiler. En büyük dayanışmayı gazeteciler gösterdiler. Türkiye Gazeteciler Federasyonu Başkanı Atilla Sertel, Türkiye Gazeteciler Sendikası Başkanı Ercan İpekçi, o dönemki İstanbul Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Orhan Erinç, Ankara'dan Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin, Anadolu'dan bazı mesleki örgütler dayanışma gösterdiler. Bunu da ifade etmek isterim. Ama kimi meslektaşlarımızın sorgulamadan en ağır suçlamaları yöneltmeleri de söz konusu oldu. Şimdi onlarla ilgili durumu yorumlamak istemiyorum” dedi.
“BİRAZCIK HUKUK VARSA SUÇ OLMADIĞI GÖRÜLECEK”
“Siz Yargıtay aşamasından umutlu musunuz?” sorusunu ise Balbay,
şöyle yanıtladı:
“Hapiste şunu öğrendim. en kötü olasılığı hazır olup, en kötüden
iyiye doğru yaşamı buna göre biçimlendirmek. Türkiye öyle bir hale
geldi ki böyle bir saldırı ile karşı karşıya kalma olasılığı pekçok
gazeteci var. Ben meslektaşlarıma diyorum ki tek başına Balbay'ın
başına ne gelir diye bakmayın, bu yargılamalar nedir, ne değildir,
ona bakın diyorum.
Vicdanım rahat. Türkiye'de birazcık hukuk varsa, birazcık delil hukuku varsa Mustafa Balbay ile ilgili delil diye ortaya konulanların delil değeri sakatlanmış olduğunu görülecektir. Bunlardan hiçbiri üzerine suç unsuru inşaa edilemeyecektir, görülecektir diye düşünüyorum.
Ben KCK davalarındaki bazı iddianameleri okudum. Ergenekon iddianamesinin ruhu neyse, KCK'daki ruh da o. Ben bugün Cemil Çiçek ile görüşmem ardından bu değerlendirmeyi de ilk size yapmış oluyorum ama. Tekrar altını çiziyorum ben milletvekili olarak da haddimi biliyorum ama. Türkiye'nin ünlü öykücü Sait Faik'in güzel bir sözü var, 'Bir insanı sevmek ile başlar' her şey diyor. Ben diyorum ki 'Bir insanın bir sorunu bıkıp, usanmadan gündeme getirmesiyle başlar çözüm'. Sadece tutuklu gazeteciler değil, sadece tutuklu milletvekilleri değil bu ülkede tutuklu belediye başkanları, tutuklu avukatlar, tutuklu öğrenciler var bu ülkede. Madem ben milletvekiliyim bu sorunun üstüne gitmek benim görevim diyorum.”
“CEZAEVİNDE 70 YIL ÖNCE NAZIM'IN DAKTİLOSU VARDI”
CHP’li Baylbay, “Türkiye'deki cezaevleri koşulları da hep
tartışmalı. Siz koşullarla ilgili ne düşünüyorsunuz?” sorusuna da
şöyle yanıt verdi:
“Hapis içinde hapis yatmak diye bir söz var. Yani katmerlenmiş bir
şekilde hapis yatmak. Benim için de yazmamak öyleydi. Türkiye'de
cezaevlerine gazeteciler ve yazarların girmesi serbest,
bilgisayarlar yasak. 70 yıl önce Nazım Hikmet'in odasında daktilo
vardı. Bana bırak bilgisayar, daktilo dahi verilmedi. Bir konuyu
yazarken o konuya ısındığımda elim yorulduğunda 1 saat sonra aynı
cümleler aklıma gelmiyor. Ben pek çok kişi gibi sağ elimle yazarken
hapishanede sol elimle yazmayı öğrendim. Resmen bir parmağın bana
yalvardığını hissediyordum. Ne olur beni bırak diye. O zaman da sol
elimle yazmaya başlıyordum. Nazım o ünlü şiirinde, 'Bugün pazar
bugün beni güneşe çıkardılar' şiirinde, 'Toprak, güneş ve ben
bahtiyarız' diyor. Türkiye'nin bugün cezaevlerinde toprak yok.
Güneş cezaevlerine, neredeyse doğmuyor gibi. Ben cezaevinde iken
benim için güneş 11.45 gibi doğuyordu, 12.30 gibi batıyordu. Güneş
bizim için 1 saat bile olmuyordu. Sadece bu değil tabii.
Cezaevlerindeki pekçok koşul olması gerektiği gibi değil. Bu konuda
da çalışacağım.”
“BUNLAR YAŞANMASAYDI MİLLETVEKİLİ OLMAZDIM”
Balbay son olarak ise “Eğer Ergenekon Davası ve yaşadığınız bu
süreç olmasaydı, siz bir gazeteci olarak siyasetçi, milletvekili
olur muydunuz?” sorusunu da yanıt verdi.
Balbay, “Hayır. Olmazdım. Geçmişte 35 yaşında iken Bülent Ecevit,
42 yaşımda Deniz Baykal bana milletvekilliği teklif ettiler. Ben
gazeteciliğin, edebiyatın her alanında ilerlemek istediğimi
söyleyerek bu teklifleri hemen reddettim. Gurur duydum ama mesela
düşüneyim bile demedim. Hemen orada kabul edemeyeceğimi söyledim.
Ama şimdi siyaseti sevdim. Türkiye'nin sorunlarına çözüm bulma
mekanizması başında da siyaset geldiğini de gördüm” ifadelerini
kullandı. ANKA