Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Üyesi, Araştırmacı-Gazeteci Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993'te evinin önündeki arabasına yerleştirilen uzaktan kumandalı bombanın patlatılması sonucu hayatını kaybetti. 1906 yılından bugüne kadar 65 gazeteci öldürüldü. Gazeteciler Uğur Mumcu’nun öldürüldüğü tarih olan 24 Ocak’ta ölümlerden, tutuklamalardan geriye kalan meslektaşları olarak onları unutmadıklarını göstermek, özlemle anmak ve mesleğin sorunlarını bir kez daha dile getirmek için bir araya geldi.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Bakırköy Belediyesi’nin ortaklaşa düzenlediği “Türkiye’de Gazeteci Olmak, Gazeteci Ölmek...” başlıklı panel, 24 Ocak Pazar günü Bakırköy Belediyesi Leyla Gencer Kültür Sanat Merkezi’nde gerçekleştirildi. Toplantıya, TGC Genel sekreteri Ahmet Özdemir, Gazeteciler Sosyal Dayanışma Vakfı Genel Sekreteri Engin Köklüçınar, TGC üyesi Şükrü Disanlı’nın da içinde olduğu 250 gazeteci ve vatandaş katıldı.
Piyanist Şevki Karayel'in müzik dinletisiyle başlayan panelde, ilk olarak oyuncu Emre Kınay yaşamını kaybeden gazetecilerin yaşamlarına dair bilgi verdi. Mumcu'nun Abdi İpekçi'nin ölümünün ardından kaleme aldığı yazısını okudu. Kınay, konuşmasının sonunda "Yiğidim Aslanım" eserini seslendirdi. Ardından açılış konuşmalarına geçildi. Toplantının açılış konuşmasını Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Turgay Olcayto ve Bakırköy Belediye Başkanı Dr. Bülent Kerimoğlu yaptı.
BAŞKAN OLCAYTO: BELGELERLE TESPİT EDEBİLDİĞİMİZ ÖLDÜRÜLEN 65 GAZETECİ VAR
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Turgay Olcayto, şöyle konuştu:
“Türkiye’de gazetecilik zor günlerden geçiyor. Özellikle güneydoğuda gazeteciler, mesleklerini yapmakta çok büyük güçlüklerle karşılaşıyorlar. Birkaç gün önce Diyarbakır’a gittik ve meslektaşlarımızın neler yaşadığını gördük. Diyarbakır saat 17.00’e kadar nisbeten canlılığını koruyor. Sonraki saatlerde top sesleri başlıyor. Gazeteciler, halka gerçekleri aktarmak, haber kanallarını açık tutabilmek için çaba harcıyorlar. Güçlüklerle karşılaşıyor ama halka doğruları aktarmak için var güçleriyle mücadele ediyorlar. Basın özgürlüğünü ayakta tutmak, düşünce ve ifade özgürlüğünü engelleyen bütün koşulları ortadan kaldırmak için uğraş veren ama bu uğurda bedel ödeyen, canını veren arkadaşlarımızı, kardeşlerimizi, ağabeylerimizi sevgi, saygı ve özlemle anıyoruz. Bizim Basın Müzesi’nde belgelerle tespit edebildiğimiz 65 arkadaşımızın fotoğrafından oluşan galerimiz var. Tespit edemediğimiz bunlardan çok daha fazla. Türkiye böyle bir ülke olmalı mı? Bu utançtan kurtulmanın yolu elbette bütün kurum ve kuruluşları işleyen demokrasiden geçiyor.”
BÜLENT KERİMOĞLU: AYDINLARI SAĞLIKLARINDA DA ANMALIYIZ
Belediye Başkan Bülent Kerimoğlu, konuşmasında şunları dile getirdi:
“Türkiye’de gazeteci olmak zor ama muhalif gazeteci olmak çok daha zor. Gazetecileri, grup grup sınıflandırıyorum. Bir grup gazeteci etliye sütlüye dokunmayan; bir diğer grup vicdanını ve kalemini hükümetlere kiralayan,; bir grup gazeteci, düşüncelerini ve yaşamını sadece halkına adayan, gericiliğe, ırkçılığa ve bölücülüğe karşı hayatını ortaya koyanlardır. Bu ülkenin aydınlık yüzü olan gazetecileri bir kez daha saygıyla selamlıyorum. Ülkede insanlar ne yazık ki öldükten sonra anılıyor. Gazetecileri, aydınları sağlıklarında da anmalıyız.”
USTA İSİMLER KATILDI
Açılış konuşmalarının ardından panele geçildi. Toplantıyı izleyenler arasında TGC Genel Sekreter Yardımcısı Ahmet Özdemir’in yanısıra çok sayıda gazeteci vardı.
SİBEL GÜNEŞ: GAZETECİ DÜŞMANLIĞI KÖRÜKLEYİCİ YAYINDAN KAÇINIR
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreteri Sibel Güneş konuşmasında şunları söyledi:
“Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, basın ve düşünceyi ifade özgürlüğünü savunan bir meslek örgütü. Üyelerimiz arasında mesleğin en kıdemli ustalarıyla en genç ve heyecanlı muhabirleri de var. Her siyasi görüşe belli bir mesafede durmayı başarmış bir meslek örgütü. TGC’nin hazırladığı ve 3 bin gazetecinin imzalandığı Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ne göre gazetecilik yapılması için çalışıyoruz. Bu bildirge bizim yol haritamız. Bildirgenin 3. maddesine göre gazeteci; başta barış, demokrasi ve insan hakları olmak üzere, insanlığın evrensel değerlerini, çok sesliliği, farklılıklara saygıyı savunur. Milliyet, ırk, etnisite, cinsiyet, dil, din, sınıf ve felsefi inanç ayrımcılığı yapmadan tüm ulusların, tüm halkların ve tüm bireylerin haklarını ve saygınlığını tanır. İnsanlar, topluluklar ve uluslar arasında nefreti, düşmanlığı körükleyici yayından kaçınır. Bir ulusun, bir topluluğun ve bireylerin kültürel değerlerini ve inançlarını (veya inançsızlığını) doğrudan saldırı konusu yapamaz. Gazeteci; her türden şiddeti haklı gösterici, özendirici ve kışkırtan yayın yapamaz. Ama baskılarla bu etik ilkelere uygun gazetecilik yapmamız engelleniyor. ”
YASEMİN ARPA: UĞUR MUMCU’YU KİMİN ÖLDÜRDÜĞÜ BULUNAMADI
Toplantının sunuculuğunu yapan gazeteci yazar Yasemin Arpa, toplantının açılışında şöyle konuştu:
“6 Nisan 1909’da Hasan Fehmi Bey’in öldürülmesinden bugüne 65 meslektaşımızı kaybettik. Bundan tam 23 yıl önce, 24 Ocak’ta, uğursuz bir Pazar sabahında Uğur Mumcu’yu kaybettik. Metin’siz, Hrant’sız, Onat’sız yıllar… Peki neden gelmiyor öldürmenin, hapsetmenin, yok etmenin, sindirmenin sonu? Güldal Mumcu, ‘23 yıl boyunca hukuk mücadelesi yaptık. Olayların açığı çıkması için yılmadan uğraştık. Bir dava açıldı. O davanın sonunda bazı katiller yakalandı. Fakat Uğur Mumcu’yu öldürenlerin kim olduğuna dair tam bir sonuca ulaşamadık’ şeklinde yazdı.”
HIFZI TOPUZ: İLK GAZETE ÇIKAR ÇIKMAZ GAZETECİLERE BASKI BAŞLADI
Usta gazeteci –yazar Hıfzı Topuz, konuşmasında şu noktalara dikkat çekti:
“Gazetecilerin uğradığı baskıların ve gazetecilerin öldürülmelerinin başlangıcı 1909. Hasan Fehmi’nin vurulduğu tarih. Aslında gazetecilere baskı, ilk gazete çıkar çıkmaz başladı. Bugüne kadar 100’e yakın gazeteci öldürüldü. Sabahattin Ali, Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı. Onların öldürülmesi beni çok üzdü. Babıali’de bunları düşündüğümüzde kara bir bilanço ortaya çıkıyor. Bir ülkede tutuklu gazeteci sayısının fazla olması ülkede demokrasinin oturmadığı anlamına geliyor. Bir ülkede gazeteci cinayetleri ve tutuklu gazeteci sayısının yüksek olması karanlıkların, kaba kuvvetin, barbarlıkların, gericiliğin zaferi ve demokrasinin ayaklar altına alınması anlamına gelir. Bu cinayetlerlere rağmen derin devletin üzerine gidilemedi. Düşünceyi, ifade özgürlüğünü, iletişim hakkını savunmak güç hale geldi. Yeni baskı usulleri var. Gazeteciler bunların acısını çekiyorlar Bu koşullar altında yeni şeyler düşünmek lazım. İnşallah bu tür toplantılar, daha olumlu öneriler getirmeye yardımcı olacaktır.”
ALTAN ÖYMEN: ÖLDÜRÜLEN GAZETECİ SAYISI ÜLKELERİN ÇAĞDAŞLIK SEVİYESİNİ GÖSTERİR
Radikal Gazetesi Yazarı Altan Öymen ise gerçekleri konuşmanın gazetecilerin görevi olduğuna dikkat çekerek şöyle konuştu:
“Bir memlekette öldürülen gazetecilerin sayısı o ülkenin medeni seviyesini, çağdaşlık düzeyini gösterir. Ocak ayı bildiğimiz gibi gazetecilerin en fazla öldürüldüğü ay. ‘Yazmasın’ denilince en kestirme yol olarak gazeteciler öldürülüyor. Öldürülen gazeteci sayısı da ülkelerin çağdaşlık düzeyini gösteriyor. Daha kestirmesi ise tutuklama. Eskiden cezalar kesinleşmeden gazeteciler cezaevine konulmazdı. Şimdi ise ne için tutulduğunuzu bile bilemiyorsunuz cezaevinde. Uğur Mumcu, Abdi İpekçi, Türk basının çok mümtaz, değerli isimleriydi. Abdi İpekçi, hem genel yayın müdürlüğü hem de başyazılar yazarak Milliyet’i en modern gazete haline getirmişti. Hem kendi yazılarını yazardı, hem de yazılacak haberlerde ‘bir hadise olmuş, ama bunu şöyle anlatan da var’ diyerek her iki tarafı da titizlikle dinlerdi. Gazetecilerin haklarını savunmuş, sendika başkanlığı yapmıştı. Uğur Mumcu ile çok uzun süre beraber çalıştık. Birlikte kitaplarımız var. Ölümünden sonra bestelenmiş eserleri var. Müthiş bir mizahçıydı. Özdeyişleri var. Onu da terör aldı…”
AHMET ABAKAY: BASIN TARİHİ CİNAYETLER TARİHİDİR
Çağdaş Gazeteciler Derneği Başkanı ve GÖP Dönem Sözcüsü Ahmet Abakay, şunları dile getirdi:
“Can Dündar’ın oğlu ‘Babam hapiste ama can güvenliği var’ diyerek durumun ne kadar vahim olduğunu bize aktardı. İçeride olmak mı dışarıda olmak mı gazetecilerin can güvenliğini sağlıyor? Basın tarihi, cinayetler tarihidir. Son 13 yıldaki iktidarın uygulamalarıyla medyanın yüzde 80'i fiilen devletleştirilmiştir, iktidarlaştırılmıştır. İktidar bunun tümünü istiyor, ‘ya benim olursunuz ya sizi yok ederim’ diyor. Gazetecilerden sonra şimdi sıra akademisyenlere geldi. Basın ifade özgürlüğü sıralamasında Türkiye artık Afrika ülkeleriyle birlikte sayılıyor.”
AYDIN ENGİN: BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ YÜREKLİ SAVUNDULAR
Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Aydın Engin Uğur Mumcu ile arkadaşlığını anlattığı konuşmasında haberciliğin öneminin altını çizdi:
“Uğur Mumcu, benim arkadaşımdı. O geleceği parlak bir idare hukuku asistanıydı. Ben de geleceği parlak bir oyun yazarıydım. Ankara’da bodrum katında bekar evinde 2 yılı birlikte geçirdik. Parlak iki kişi, biri oyun yazarı parlak (Aydın Engin), diğeri idare hukuku asistanı parlak (Uğur Mumcu), parlak geleceklerini bir yana bıraktılar aynı gün, aynı saat, aynı dakikada ve aynı masada profesyonel gazeteci oldular. ‘Neden Uğur Mumcu, Neden Hrant Dink’ sorusunu soruyorum. Bu sorunun cevabını ben mesleğimizde, habercilikte buluyorum. Gerçekleri ete kemiğe büründürerek, somut delillerle kamuoyuna duyurdular. Haberciliğin şahını yaptılar. Basın özgürlüğünü yürekli savundular.”
FATİH POLAT: GAZETECİLERE UYGULANAN BASKI DEVAM EDİYOR
Evrensel gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat Evrensel Muhabiri Metin Göktepe cinayetini hatırlatarak şunları dile getirdi:
“İktidarların gazeteciler karşısındaki tutumu hala devam ediyor. Metin Göktepe genç bir gazeteciydi. Devlet görevlileri tarafından öldürüldü. Ancak TGC başta olmak üzere sivil toplum örgütleri bu cinayetin ortaya çıkarılması için uğraştı. Türkiye’de devlet görevlilerinin öldürdüğü bir gazeteci cinayetinden ilk kez devlet görevlileri ceza almış oldu. 5 Ocak’ta DİHA muhabiri Nedim Oruç Silopi’de gözaltına alındı ve Yenişehir Mahallesi’nde kapalı spor salonuna götürüldü. Metin Göktepe de ilk önce kapalı spor salonuna götürüp dövülerek öldürülmüştü. Ve gözaltına alındığı kabul edilmemişti. Nedim Oruç da kabul edilmedi. Ve meslektaşları sürekli aradılar Silopi Emniyet Müdürlüğü’nü. Sosyal medyada çok ciddi baskı yaptılar ve ardından gözaltına alındığı kabul edildi ve tutuklandı. Ardından Beritan Can Özer heyecanlı
tavırları gerekçe gösterilerek tutuklandı. Diyarbakır’da Van’da meslektaşlarımızı gözaltına alıyorlar ondan sonra sosyal medya içeriklerine bakıyorlar Sosyal paylaşımlarından suç icat ediyorlar. Meslek örgütlerimizin başkanları Diyarbakır'a gitti. Bu çok önemli bir dayanışmaydı. Biz bir grup gazeteci olarak Diyarbakır’da bir dayanışma nöbeti başlatma kararı aldık. Yakında başlayacağız.”
KADRİ GÜRSEL: GAZETECİLİĞİ YOK ETTİLER
Basın Enstitüsü Derneği Başkanı Kadri Gürsel, konuşmasına “Uğur Mumcu, yaşasaydı 73 yaşında olacaktı. Öldüğü gün doğan bebek, bugün 23 yaşında” diye başladı ve ekledi:
“Uğur Mumcu yaşasaydı, yazmaya devam edecekti. Yanaşma diye tabir edilen gazetecilerden olmayacaktı. Uğur Mumcu, düz bir çizgide yoluna devam edecekti. O bizim gazetecilikte örnek aldığımız model gazeteci olmaya devam edecekti. Uğur Mumcu'yu anmanın bugünün Türkiye'sindeki anlam ve öneminin ne olduğu hakkında biraz kafa yorunca şunlar çıkıyor karşıma. Uğur Mumcu'yu anmak gazeteciliği savunmaktır. Bugün bu rejimin hedefinde gazetecilik vardır. Gazeteciliği yok ettiler, gazeteciliği ana akımda, endüstriyel medyada yapılamaz hale getirdiler. Dolayısıyla Uğur Mumcu'yu anmak gazeteciliği savunmaktır her şeyden önce. Erdem Gül ve Can Dündar'ın özgürlüğünü savunmaktır. Çünkü gazeteci ve gazetecilik düşmanı rejimin altında yaşıyoruz.”
METİN UCA: HERKESİN GAZETECİLERE SAHİP ÇIKMASI GEREKİYOR
“Hayatta hiçbir şey çözümsüz değil. Hala direnen, emek sarf eden gazeteciler var. Bütün güçlüklere karşı mücadele eden insanlar var” diyen Metin Uca ise sözlerine şöyle devam etti:
“ Haber alma sorumluluğu ve zorunluluğuyla gazetecilik refleksiyle bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Ne kadar engellenirse engellensin, bütün güçlüklere rağmen ben yine de doğru bilgiye ulaşılabileceğine inanıyorum. Hayatım boyunca bir şeyi kötü yapmak yerine yapmamayı tercih ettim. 24 Ocak'ta ülkemizde bir kere yas ilan edildi. O da Suudi Kralı içindi. İşte böyle bir ülkede gazetecilik yapmak çok zor. Herkesin gazetecilere sahip çıkması gerekiyor.”
MİHAİL VASİLİYADİS: İÇİNDEKİ GAZETECİLİĞİ ÖLDÜREN GAZETECİLER…
Apovyematini Gazetesi Sahibi Mihail Vasiliyadis, konuşmasında şunları belirtti:
“Bugünkü hakimler, hukuk kitaplarından fazla Nasreddin Hoca’nın fıkralarına önem veriyorlar. Rahmetli hoca, kızını su almaya giderken testiyi kırmadan önce dövermiş. Onlar da daha böyle suç işlemeden içeri alıyorlar. Günümüzde gazeteci olmak hiç de zor değil. Ama gazeteci olarak ölmek herkesin harcı değil. Korkarım pek çok gazetecilik yapmak isteyen kişi, ölmeden çok çok evvel içindeki gazeteciliği öldürmeyi yeğliyor.”
NEDİM ŞENER: HALKIN YÜZDE 75’İ MEDYAYA GÜVENMİYOR
Posta gazetesi Yazarı Nedim Şener ise konuşmasına gazeteci ve gazete kavramını sorguluyarak başladı:
“Gazete nedir? Bayiden alınan şey. ‘Gazeteci nedir?’ diye sorsak satın alınan adam diyecekler diye korkuyorum. Bu ne zamandan beri böyle oldu? Uğur Mumcu suikastı diye düşünüyorum. Belki daha evvel de bozulma vardı. 24 Ocak 1993’ü çok iyi hatırlıyorum. Uğur Mumcu’yu kaybettiğimde ben babamı kaybetmişim gibi oldum. Bize kim sahip çıkacak diye endişe duydum. Daha mesleğin başındaydım. Mumcu öldürülünce bir anda ben ne yapacağımı, ülkem ne yapacak diye endişeye kapılmıştım. Şu anda toplumun yüzde 25’i medyaya güveniyor. Yüzde 75’i medyaya güvenmiyor. Medyayı, yolsuzlukların bir parçası olarak görüyor. Çürümenin bir parçası olarak görüyor. Dink cinayetinde ortaya çıkan fotoğraf da tıpkı Mumcu cinayetinde olduğu gibiydi, bütün cinayetlerde işleyiş hep aynı. Siyasi cinayetler de devletin bir parçası.”
PAKRAK ESTUKYAN: UĞUR MUMCU YAŞASA NEREYE SAVRULURDU?
Agos Gazetesi yazarı Pakrat Estukyan, Türkiye’de öldürülen gazetecilerin sayısının demokrasi açısından nerede olduğumuzu gösterdiğini belirtti ve ekledi:
“Öldürülen gazetecilerin sayısı anlamında utanç duyulacak bir düzeydeyiz. Biz Türkiye’deyiz diye övünemiyoruz. Biz çok gazeteci öldüren bir memleket olduk. Çok rahat yalan söyleyen bir memleket olduk. Su içer gibi yalan söylüyoruz. Onlar gazeteci değil terörist diyebiliyoruz. Dışarıya da aynısını söylüyoruz. Zor dönemler yaşıyoruz.”
SİBEL KÖKLÜ: NUH ÖLDÜĞÜNDE CEBİNDEN SADECE 6 LİRA ÇIKTI
Yurt Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Sibel Köklü, eşi Nuh Köklü’nün öldürülmesinin politik bir cinayet olduğunu belirterek, şöyle konuştu:
“Nuh Köklü cinayeti politik bir cinayettir. O dönemin siyasi iklimi aslında bugünkü iklim. Gelişerek, şiddetlenerek devam eden iklim neydi. 'Benim esnafım gerektiğinde polistir’ zihniyeti toplumu kutuplaştırdı ve toplum ikiye bölündü. Saflar oluştu. Nuh da öldürüldüğü gün İç Güvenlik Tasarısı'yla ilgili protesto eylemine katılmıştı. Oradan dönüyordu. Nuh, işsiz bir gazeteciydi. İş arıyordu. Nuh gazeteci olarak öldü. Ama işsiz bir gazeteci olarak öldü. Son 7 -8 ayını işsiz olarak geçirdi, iş arıyordu. Öldüğünde de cebinden sadece 6 lira çıktı."
UĞUR GÜÇ: GAZETECİLER KADROSUZ ÇALIŞTIRILIYOR
Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Başkanı Uğur Güç, şöyle konuştu:
“Birçok gazeteci, düşünce ve ifade özgürlüğünü, halkın haber alma hakkını savunduğu için öldürüldü. Maalesef cinayetler serisi hiç bitmedi. Nuh Köklü’ye kadar vardı. Nuh Köklü öldüğü zaman işsizdi. NTV’de çalışırken de işsizdi. Kadrosuz çalışıyordu. İyi bir gazeteciydi. Ölen gazeteciler, bizim için her zaman üstatlarımız, önderlerimiz olarak kalplerimizde yerlerini alacaklar.”
Forum son olarak Piyanist Şevki Karayel’in güne uygun olarak seçtiği parça ile son buldu.