Daha önce Deccal, Ammar, Helak: Kayıp Köy ve Azazil gibi korku türünde başarılı işlere imza atan Özgür Bakar ve Alper Kıvılcım’ın yeni filmi “Alem-i Cin”, geçtiğimiz cuma günü sinema salonlarına girdi. Yaşanmış bir olaydan esinlenerek çekilen film, şimdiden adından söz ettirmeye başladı. Özgür Bakar, senaryosunu Alper Kıvılcım’la birlikte yazdığı filmin aynı zamanda yönetmenliğini de üstleniyor. Filmin kadrosunda ise Ayçin Tuyun, Kadriye Çetinkaya, Zeynep Turpçu, Süleyman Kadim Kabaali ve Hatice Yıldız gibi isimler yer alıyor.
Özgür Bakar ve Alper Kıvılcım'a hem yeni filmleri Alem-i Cin’i, hem de Türk korku sinemasını sorduk...
Canan Kaya / Medyatava
Bu kez nasıl bir film bekliyor seyircileri?
Özgür Bakar: İlk defa tehlikeli sularda yüzdük. Daha önce çekmiş olduğumuz 9 korku filminin verdiği özgüvenle olsa gerek, alt metni biraz daha rahatsız edici hale getirdik. Çünkü korku filmlerinin sadece görseli değil, alt metni de rahatsız etmeli.
TÜRKİYE’NİN O ÜCRA KÖŞELERİNDE NE OLAYLAR YAŞANIYORMUŞ MEĞER”
Diğer filmlerinizden farkı nedir?
Ö.B: Filmin en temel farklılıklarından biri; Anadolu insanının genellikle ton ton, sevimli, misafirperver olarak hepimiz kabul ettiği bir yanı vardır normal şartlarda. Ancak biz özellikle gündüz kuşağı programlarında şunu fark ettik; kapalı bir teyzeyle ya da yaşlı bir amcayla yolda karşılaşsak “Ay ne tatlı. Bundan zarar gelmez” deriz ama Türkiye’nin o ücra köşelerinde ne olaylar oluyormuş meğer… Büyük şiddet olaylarının ve garip ilişki ağlarının olduğunu gün ortasında her gün çoluk çocuk oturup izlemeye başladık. Kan donduran olaylar çok rahat konuşulmaya başlandı. Daha önce mitolojik ve din referanslı korku öğeleri ararken, bu kez kimsenin göremediği bir tarafı işlemek istedik bu filmde. O profildeki insanlar kendilerine yakıştırmayacaklardır elbette bu tarz bir durumu ama beş parmağın beşi de bir değil. Böyle durumları da her gün görüyoruz. Biz bunu resmetmek istedik.
"GERÇEKLİK GÖRECELİ BİR DURUM"
Yaşanmış olaylardan alıntılandığı belirtilen filmlere getirilen bir eleştiri var aslında. Özünde gerçek olmayıp, filmin gişe yapması için böyle bir şeyin dile getirildiği söyleniyor… Nedir yorumunuz?
Ö.B: Gerçeklik olayı çok göreceli bir durum. Oturduğumuz noktadan konuları ele alırsak “Zaten bu psikolojik bir rahatsızmış, olayları böyle zannetmiş” deriz. Ama o kişinin profilinden yaşadığı olaya baktığınız zaman “Ben bunu bilimsel olarak ele aldım, psikoloğa gittim, antideprasan kullandım, işin içinden çıkamadılar ve ben bunu gerçeklik olarak yaşıyorum” diyor. “Bu olay gerçekten yaşanmıştır” dediğiniz zaman başınız ağrımaz, çünkü o gerçekten yaşadığını düşünüyor yani.
Alper Kıvılcım: Amerikan filmlerinde de var bu durum sonuçta.
MÜGE ANLI’NIN PROGRAMINDA GÜNDEME GELEN BİR OLAYDAN ESİNLENDİK”
Ö.B: Biz kendi açımızdan o konuda biraz daha namuslu davranmaya özen gösteriyoruz. Mesela Alem-i Cin’de aslında birebir Müge Anlı’nın konuklarının kendi aralarında yaşadıkları dehşet verici bir olayı işliyoruz.
Müge Anlı’nın programında gündeme getirilen olaydan mı esinlendiniz?
Ö.B: Evet. İki kız kardeşin yaşadığı bir olay. Ablasının kocasını baştan çıkarıyor küçük olan. Bu olay ortaya çıkınca da beraber adamı öldürüyorlar. Sonra bahçeye gömüyorlar. 12 sene sonra da yine kendi aralarında kavga edip birbirlerini polise şikâyet ediyorlar. Olay da böyle ortaya çıkıyor. Olayın cinle alakası yok ama sonuçta çıkış noktamız bu olay oldu.
Gazetelere ve televizyonlara baktığımızda da aslında korku filmi gibi bir ülkede yaşadığımızı görüyoruz ne yazık ki… Peki neden mitolojik ve din tabanlı konuları referans alıyordunuz diğer filmlerinizde?
Ö.B: Kültürel bir durum. Biz de bu kültürün insanıyız sonuçta. Ortadoğu’da yaşıyoruz ve o coğrafyada her gün olan şiddet olayları Avrupa insanına daha korkunç geliyor. Ama biz Ortadoğu’da ne yazık ki o kanlı sahneleri sürekli gördüğümüz için normalleştirmiş durumdayız. Dolayısıyla korku unsurlarını görünmeyen güçlerde arıyoruz ve bu da filmlere yansıyor tabii.
Sen neler söyleyeceksin Alper? Bu filmde olduğu gibi diğer korku filmlerinde de senaryoları birlikte yazıyorsunuz Özgür’le… Çatıştığınız ya da ayrıldığınız noktalar var mı?
A.K: Sahne bazında oluyordur elbette. Ancak daha çok projenin daha sağlıklı çalışması için tartıştığımız konular oluyor. Örneğin; onu çıkaralım, bunu koyalım gibi. Ama öyle çok büyük çatışma yaşadığımız konular olmuyor.
Bütün karakterler genel olarak ilgi çekiciydi filmde ama Hakkı karakteri biraz daha ilginç geldi bana… İlk kez bir korku filminde kahkaha attım…
Ö.B: Zaten kahkaha atsınlar istedim. Sinir bozucu bir tarafı da olsun istedim. En ince çalıştığımız karakter oldu. Çünkü orada çok başka bir şeyi temsil ediyor Hakkı. Dışarıdan çok muhafazakarmış gibi gözüken ama özünde her türlü kötülüğü barındıran bir profili bize anlatıyor aslında. Facebook’ta adamın profiline bakın Allah, kitap, Osmanlı ama küçücük kızlara ne yorumlar… Hepsi böyle demek değil elbette yanlış anlaşılmasın. Bunlar da var demek istedik… Görsel olarak da kazaklarına kadar ellerimle seçtim Hakkı’nın… Süleyman Kadim Kabaali de çok güzel oynadı o karakteri.
Peki senaryonun yazım aşamasına nasıl karar veriyorsunuz ve bu uyumu nasıl yakaladınız? Olayları aynı düzlemde ele almayı nasıl başarıyorsunuz?
Özgür Bakar: Senaryo yazmadığımız zamanlarda birikiyor zaten onlar. Bir gün “Artık şunu yapalım” diyoruz. O anda karar verdiğimiz olmamıştır hiç. Film yapmadığımız zamanlarda karar veriyoruz. “Şunu yapalım bir ara” diyoruz ve sonra dönemsel olarak ortam uygunsa onu yapıyoruz. Gün içinde de sürekli bir arada olduğumuz için devamlı not alıyoruz zaten.
*Alper Kıvılcım
"FARKLILIKLARIMIZDAN BESLENİYORUZ"
A.K: Bu kadar aynı frekansta olmamızın sebebi aslında hayata bakış açılarımızın çok farklı olması olabilir.
Hangi açıdan?
A.K: Birçok açıdan. (Gülüyorlar) Bir kere ikimiz de çok farklı tabanlardan geliyoruz. Ben daha sağa yakın biriyim. Özgür ise daha sol cenahta yer alıyor.
Ö. B: Filmi görsele ben döküyorum ama Alper’in hayatın sert taraflarını görme tecrübesi benden daha fazla. Bu da durumu zenginleştiren bir şey.
A.K: Her ikimizin de geçmişten farklı tecrübeleri var. Onlar yan yana gelince güzel bir şey çıkıyor ortaya.
Ö.B: Politik olarak hiç aynı yerden bakmıyoruz ama bunun çatışması bile benim o tarafı, onun da bu tarafı anlaması açısından faydalı oluyor.
A.K: Tuttuğumuz takımlar bile farklı öyle söyleyeyim. Ben Galatasaraylıyım, o Fenerbahçeli. (Gülüyorlar)
Derbi günleri ne yapıyorsunuz peki?
Ö. B: Hep biz yendiğimiz için bir şey yapmamıza gerek yok. Daha çok Beşiktaş maçlarına odaklanıyoruz.(Gülüyorlar)
"TÜRKİYE'DE KORKU ALANINDA SADECE CİNLİ FİLM ÇEKİLMİYOR"
Bir Beşiktaşlı olarak bu konuyu kapatıp diğer soruma geçiyorum o halde… (Gülüyorlar) İzleyicilerin bir bölümünden “Yine mi cinli film” eleştirileri çok geldi bir dönem… Hâlâ da böyle bir serzeniş var. Nasıl bir cevap veriyorsunuz bu eleştirilere?
Ö.B: Bu düşünceye katılmıyorum. Sadece cinli film çekilmiyor. Bu tamamen Türkiye’deki korku filmlerini izlemeyenlerin önyargısı. Ne yaparsanız yapın onlar izlemiyor zaten. Yalnızca en başarılı olanlarının teması cinli oldu. Tabii sürekli cinli film üreterek arkadan gelen kötü kopyaları sayarsak; birincisi seyirci onları zaten izlemiyor, ikincisi ise bu durum diğer türlerde de var ama kimse fark etmiyor. Mesela bir dram filmi de çok tuttuğu zaman, hemen arkasından kötü ağlak kopyalar geliyor. Yine komedi filmlerinde de “Recep İvedik” çok tuttuğu zaman, arkasından “Cumali Ceber” de geliyor. O yüzden sadece bizde göze batan bir durum var. Ayrıca “Yine mi cin filmi” demekle “Yine mi aşk filmi” demek arasında hiçbir fark yok.
A.K: Peki neden komedyenlere “Yine mi komedi filmi çektin” demiyorlar yani…
Ö.B: “Yine mi mafya komedisi” demiyorlar gibi bir şey. Yani bu türün içinde bir alt tür… Aslında dünyada da birebir karşılığı var. Şeytanlı bir korku filmi izlemekle cinli film izlemek arasında hiçbir fark yok.
"İSTANBUL'UN ORTASINA UFO İNDİ DE BİZ Mİ ÇEKMEDİK"
A.K: Ayrıca İstanbul’un ortasına UFO indi de filmini mi çekmedik yani… (Gülüyorlar) Bu memlekette bir sürü insan “Ben cinci hocayım” diye para kazanıyor.
Dünya sinemasıyla karşılaştırdığımızda korku türünde hangi noktadayız?
Ö. B: Bir kere çok iyi bir noktadayız. Türün ilgilileri çok iyi biliyordur ki dünyanın her yerinde gösteriliyor filmlerimiz. Öte yandan diğer türdeki filmlerimize göre daha avantajlı, daha uluslararası alanda kalabiliyor. Aslında çok sevdiğimiz Türk filmlerinin tamamı yerel kalıyor. Ama biz korku filminde her zaman dünyaya açılma fırsatı bulabiliyoruz. Daha dün Fransız basınında tam sayfa haberimiz vardı.
*Özgür Bakar
Alem-i Cin’le alakalı mı?
Ö.B: Son filmden bahsediyorlar ama genel filmlerimizi de ele almışlar. Türkiye’de Box Office’de veriler var. Seyircinin teveccüh ettiği filmler ortada. Siccin serisi, Dabbe serisi ve tek film yapmış ama başarılı işlere imza atmış yeni yönetmenler var. O yüzden türün ilgilisi mevzudan çok memnun. Bizim biraz diğerlerine kendimizi anlatmakla ilgili bir sorunumuz var. Yoksa bizim hem kendi seyircimizle hem de yurt dışıyla ilgili ilişkimiz çok barışık ve yüksek düzeyde. Aksi halde bu kadar çok film yapamazdık. Yaptırmazlar yani…
Kendi filmlerinizin dışında başarılı bulduğunuz korku filmleri hangileri?
A.K: “Dabbe” serisi çok başarılı bence. Siccin 1’i de çok beğendim. Serinin diğer filmlerini izlemeye fırsatım olmadı.
Filmde görselliğin yanında sesler ve efektler de çok önemli rol oynuyor. Onları nasıl kurguluyorsunuz?
Ö. B: Bu bir tasarım. Görsel malzeme kadar işin sesi de yüzde 70’ini kapsıyor. Nasıl senaryoya özeniliyorsa, yönetmenliğe ve görüntü yönetmenliğine özeniliyorsa, orada da ses tasarım denen bir alan var. Başka seslerden başka sesler üretmek gibi yaratıcı durumlar ortaya çıkıyor. Bu bir icat ve tasarım. Bence çok ciddi bir emek var orada da.
Kim tasarladı?
Ö. B: Meriç Erseçgen yaptı. Türkiye’deki sayılı ses tasarımcılarından biridir kendisi.
Korku filmi denildiğinde işin teknolojik alt yapısı da önemli tabii. Bu alanda yeterli teknolojiye sahip miyiz sizce?
Ö.B: Aslında en son Cem Yılmaz’ın filminde de gördük ki para sorununu çözsek de, altyapı olarak emekleme dönemindeyiz. Çok başarılı bir durumda olduğumuzu söyleyemem. Ama bizde her şey çok sıkışık bir zamanda olup bitmek zorunda oluyor. Örneğin bir Hollywood filmi sadece görsel efektlere 1 sene 1 buçuk sene ayırabiliyorken, biz 2 buçuk ay içinde filmi çekip efektlerini yapıp vizyona sokmak durumunda kalıyoruz. O yüzden ne kadar ekmek o kadar köfte durumu var. Aslında zaman verilse, biraz daha para harcansa, belki çok iyi sonuçlar elde edilebilir.
Sen ne diyeceksin Alper?
A.K: Arkadaşa katılıyorum. (Gülüyorlar)
Peki korku filmlerine nasıl yöneldiniz? Neden korku filmi çekelim dediniz?
A.K: Parasızlıktan. (Gülüyorlar) Biz aslında komedi yapıyorduk. Çok da komedi senaryoları yazdık, okuttuk ama olmuyordu. O sırada korku türünde bir boşluk gördük. Özgür bir yaz Ayvalık’ta film çekiyordu. Ben de İstanbul’daydım. Telefonda konuştuk korku filmi yapalım diye. O konuşmanın üzerinden 1 yıl geçtikten sonra hayata geçti.
Ö.B: Bizim yapmak istediğimiz komedi ortamı daha yeni yeni oluşmaya başladı. O yüzden komedi işlerimiz biraz artacak gibi duruyor artık . Aile Arasında, Ölümlü Dünya ve Arif V 2016’dan sonra en azından daha incelikli ve üzerinde çalışılmış komedi filmlerine seyirci yüz vermeye başladı. Şişirilmiş komedi filmleri revaçta olmaktan çıkıyor gibi bir durum var. O bizi cesaretlendiriyor. O tarz bir komedi filmi yapmak istemediğimiz için kendi alanımızı yarattık. Daha sonra yapmayı planladığımız korku filmlerini daha önce yapmaya başladık. En azından komedi bizim istediğimiz noktaya gelene kadar mesleğimizi icra edelim diye. Korkuyu da çok ciddiye alarak, emek vererek yaptığımız için yerini buldu. Şimdi de dediğim gibi komedi üretimlerini artıracağız.
Aslında komedi alanında da geçen temmuz ayında “Canavar Gibi Frankeştayn” filminin senaristliğini ve yönetmenliğini üstlendiniz. Korku karakteri olan Frankenstein’i komedi karakterine dönüştüren bir film çıktı ortaya…
Ö.B: Böyle bir şey yapılacaksa en doğru ekip bizdik biliyorsun değil mi? Hem komedi çalışmış, hem de korku çalışmış sinemacılarız… En doğru ellerdeydi yani. Don Kişot gibi bu kadar zor bir sektörün içinde hiç lüksümüz olmamasına rağmen ve sanki bir önceki filmimiz 10 milyon yapmış gibi “Hadi bir de şunu deneyelim” diyoruz her filmimizde. Bizim bundan önceki komedi filmimiz “Bana Normal Aktiviteler”in de çok uçuk bir konusu vardı.
Peki sizin yolunuz nasıl kesişti? Nasıl bir araya geldiniz?
Ö.B: Sektörel bir durum.
Senin Leman dergisi geçmişin de var aynı zamanda…
Ö.B: Aslında Leman dergisinde olduğum dönemde gelişti her şey. Alper’in bir komedi senaryosu vardı ve onunla ilgili bir ekip kurulacaktı. Bizi tanıştırdılar. Sonra bizi bir araya getiren yapımcı yoluna devam edemedi, kendisi herhangi bir film yapamadı ama biz 10’un üzerinde film çektik.
Son yıllarda Türk sinemasında bir yükselişin olduğunu gözlemliyoruz. Hem film, hem de izleyici sayısındaki artış gerçekten sevindirici bir gelişme. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ö.B: Ayla, Aile Arasında ve Arif V 216 gibi prodüksiyonları çok yüksek işler, seyircinin göz zevkini bir noktaya taşımaya başladı. O yüzden hakkını verecek çok büyük prodüksiyonlar dışında üretilen filmler biraz hayat mücadelesi verme boyutunda kalacak her seferinde ve giderek de azalacak gibi duruyor. Büyük prodüksiyonların olduğu, ciddi hikayelerin anlatıldığı bir yöne doğru gidiyoruz. Bu geçiş süreci açısından olumlu bir gelişme. En azından sinemada göz zevkimize hitap eden emek verilmiş işler izleyebileceğiz. Dijital sinemanın artması bir şeyleri kolaylaştırdı ama çok fazla kötü üretime sebebiyet verdi. Çizginin bu noktaya gelmesi onları da frenleyecektir diye düşünüyorum. İyiye gidiş görüyorum ben.
A.K: Ben sinema sanatının iki türe sıkıştırılmasından şikâyetçiyim.
Hangi türler onlar?
A.K: Ya komedi filmi ya da dram olması gerekiyormuş gibi bir durum yaratıldı. Başka türlere şans verilmiyor. Sinemamızda denemiyorlar bile. Kaldı ki sinemada bir sürü tür var. Bence denenmesi lazım. Seyircinin de bu filmlerin ilk denemeleri kötü bile olsa destek vermesi lazım. Çünkü Türk sinemasının biraz açılması lazım. Kötü olabilir, eksikleri olabilir, ama bir şeye başlamak önemli. 20 sene sonra eksiksiz olur belki ama finalde olur yani. Bazı oyuncuların da sinemanın bu iki türe sıkıştırılmasından şikâyetçi olduğunu biliyorum ayrıca. Bu durum birçok insanın yaratıcılığını da öldüren bir durum.
Bu sezon aslında bir sürpriz de oldu… Şahan Gökbakar’ın gişe rekorları kıran Recep İvedik’inden sonra yeni karakteri “Kayhan” pek de rağbet görmedi. Seyirci “Recep İvedik” e gösterdiği ilgiyi “Kayhan”a göstermedi…
A.K: O da sıkışmışlığın bir göstergesi. Şahan Gökbakar bana göre çok başarılı bir komedyen. Seyirci Şahan’ı sadece Recep İvedik olarak görmek istiyor. Şahan Gökbakar da denemek istiyor. Hakkı da… denediği zaman da seyirci o şansı vermiyor. Aslında şans vermesi lazım. Adam belki başka yetenekleri var ve onları ön plana çıkarmak istiyor… Seyirci biraz şans versin yani. Bir komedyene sadece bir karakterin yapışması da çok iyi bir şey değil. Rakamlara bakıldığında belli ki sinemaya gidilmemiş bile. Önce sinemaya git, ondan sonra şans verme.
Ö.B: Şahan’ın bu sıkışmışlıktan kurtulma çabasını ben de takdir ettim. Ancak Şahan bize oranla çok daha olanakları olan bir sinemacı. Oturup 2 sene sadece bu filme çalışabilirdi. Daha özenli bir şey yapabilirdi.
Dijitale olan bakış açınız nasıl? Blutv,puhutv ve Netflix gibi platformlarda çok özgün işler üretilmeye başladı… Örneğin Netflix’teki Stranger Things çok sevildi ve kısa sürede büyük kitleler tarafından takip edilen bir dizi haline geldi. Stranger Things gibi daha fantastik korku türünde işler yapılamaz mı Türkiye’de?
Ö.B: Şu an bir tane tasarladık, kast aşaması yeni bitti. Şu anda masada.
Farklı bir korku filmiyle tanıştıracaksınız yani bizi?
Ö.B: Yani orada istersek bilim kurguya bile kaçabiliriz. Çünkü biraz daha özgür bir alan. Bilet satma riskimiz olmadığı için biraz daha şımarabildiğimiz bir alan oldu.
Yine beraber yazdınız değil mi?
Ö.B: Evet yine birlikte tasarladığımız bir proje. Dolayısıyla blutv’nin ve puhutv’nin yaptığı Türkiye ayağında dijitale dönen seyirciye yaptığı bir katkıdır. Birkaç tane güzel iş çıktı. Devamı da gelecek. Yavaş yavaş televizyon seyircisinin öleceğine inanıyorum açıkçası.
Dijitalin televizyonu tehdit ettiğini düşünüyorsunuz yani?
Ö.B: Dünya bunun önüne geçemiyor ki Türkiye nasıl geçsin… Evde televizyon olarak Youtube’u kullanıyorum ben artık.
2017’de ve 2018’in ilk yarısında en çok hangi filmlerden etkilendiniz?
A.K: Get Out’u (Kapan) çok beğendim. Yerli filmlerden Aile Arasında çok güzeldi. Arif V 2016’yı da izledim ama Aile Arasında daha sıcak bir işti.
Ö.B: Three Billboards, Lion ve Get Out… Türk filmlerinden ben de Aile Arasında’yı çok beğendim.