Kanser tedavisi görürken safra kesesindeki stent değişimi girdiği ameliyatın ardından kalbinin durması sonucu hayatını kaybeden Mehmet Ali Birand'ın eşi Cemre Birand ve oğlu Umur Birand, Hürriyet'ten Ayşe Arman'a konuştu.
Cemre Birand, usta habercinin ölümünü hala inanamadığını ve gelecek diye beklediğini anlatırken, Umur Birand da babasının eksikliğini en çok 32. Gün programının ilk canlı yayınında hissettiğini söyledi.
Röportajın bir bölümü şu şekilde:
Cemre Birand
Tam bir yıl oldu Mehmet Ali Birand’ı kaybedeli. Nasıl geçti bu bir yıl? Hızlı mı, yavaş mı?
Uçtu! Nereye uçtu, onu da bilemiyorum. Mehmet Ali’den sonra aynı insan olarak yaşayamadım. O Cemre öldü. Artık başka bir Cemre var. Bu Cemre, o eski Cemre’ye benziyor ama Memoş’un Cemre’si değil. Çünkü koskoca bir hayatı, o kadar bir bütün olarak geçirmişiz ki, onun ölümüyle, o ilk Cemre de toprağın altına girdi. Tabii ki bir yerlere gidiliyor, geliniyor, ediliyor, insanlar görülüyor, hayat devam ediyor ama aynı zamanda etmiyor. Bir de saçma ama insanın kafasının arkasında hep, “Acaba gelme ihtimali var mı?” diye bir soru oluyor…
Nasıl yani? Kapı çalar da, Birand yine konuşa konuşa evin içine girer gibi mi?
Evet. İnsan beyni tuhaf. Mantıklı bir açıklaması yok. Komadayken de, uyanır ümidiyle yaşıyor. Evde de “Ya gelirse”… Biliyorsun gelmeyeceğini ama bir ümit bekliyorsun…
Yurtdışına habere gitmiş de gelecekmiş gibi mi?
Gibi… Osmanlı’da, Lehistan birkaç kere parçalanmış. Padişah, bunu hiçbir zaman kabul edememiş. Her sene büyükelçiler gelirmiş, toplantı yaparlarmış. Padişah, “Lehistan Büyükelçisi nerede?” diye sorarmış. “Yolda, geliyor” derlermiş. Ama o Lehistan Büyükelçisi hiçbir zaman gelmezmiş! “Padişah’ın bir türlü kabul edemediği gerçeğin üstünü “Yolda, geliyor” deyip örterlermiş. Biz de Mehmet Ali için uzun süre aynı şeyi yaptık.
“Ah bunu Mehmet Ali de görseydi!” dediğiniz şeyler neler?
Umberto. Torunu, onun başının tacıydı. Büyüyor ve o göremeyecek diye çok üzülüyorum. Sonra ailecek gittiğimiz tatiller. Bu yaz Yunan adalarına gittiğimizde, “Ah olsaydı” o kadar çok dedik ki. Onunla gittiğimiz her lokantada, garsonlarla bir fasıl sarıldık, ağlaştık…
Boşluğunuza gelip, “Ay dur, Mehmet Ali’yi arayayım da haber vereyim” dediğiniz oluyor mu?
Hem de kaç kere. Ay şunu anlatayım Memoş’a diyorum, sonra birden hatırlıyorum… Telefonu açık hâlâ. Şarjda duruyor. Her gün bir kere kontrol ediyorum. Tebrikler geliyor, haberler geliyor, reytingler geliyor bazen. Bazen yurt dışından arayanlar oluyor. Açmıyorum, “Şu numarayı arayın” diye mesaj atıyorum.
İnsanların size tavrında bir değişiklik oldu mu? Yaşayan
Mehmet Ali Birand’la, vefat etmiş Birand’ın karısı olmak ne kadar
farklı?
Bazı arkadaşlar yolda kaldılar, imtihanı veremediler.
Onlar işin ışıltısında mıymış?
Öyle demeyeyim de, zaten yoklarmış! Ama ana halka hiç değişmedi.
Yazın da yine arkadaşlarımızı çağırdık, her sene bizim eve
gelenleri. Yine geldiler. Hep ona kadeh kaldırdık. Mehmet Ali’nin
doğum gününde davet yaptım. Yine herkes geldi. Yine oraya, buraya
çağırıyorlar. Ama en çok ne acıttı biliyor musun? Yılbaşında,
dağlar gibi paketler gelirdi, hediyeler…
Umur Birand
Senin bir yılın nasıl geçti?
Çok zorlandım. Çünkü bizimki, eksik kalmış bir baba-oğul ilişkisiydi. Tamamlayamadık… Ama öbür yandan da, tuhaf bir şey oldu. Artık onu kimseyle paylaşmıyorum… Ne sevenleriyle, ne izleyicisiyle, ne annemle, ne oğlumla, ne eşimle… Babam sadece benim oldu!
Onunla ilgili en çok neyi özledin?
Pazar gününü. Saat 11 gibi arardı, “N’apıyorsun?” derdi. Biliyorum soru nereye gidiyor. “Görüşüyor muyuz? Sen gelemiyorsan bile torunu yolla…” Benim de oğlumla pazarları mutlaka bir programım olur, o program bitince, saat dört gibi onu babama götürürdüm. Bu bir ritüeldi. En çok bunu özledim.
Ondan öğrendiğin en önemli şey?
“Ayakta kal!” Bu, onun felsefesiydi. “Herkes düşüyor. Sen de düşeceksin. Ben de başarısız oldum oğlum. Ama kalk ve yürümeye devem et. ‘Ah başıma gelenler!’ deme, kendine acıma, ilerle…
Bu bir yıl içinde en çok ne zaman eksikliğini hissettin?
İlk programda. Çünkü onun vefatından sonra 32. Gün’ü devam ettirmeye ve sunmaya karar verdim. O ilk programda o kadar eksikliğini hissettim ki, “Keşke kulağımda o konuşsaydı” dedim. “Şöyle bak, şöyle yap!” diyebilseydi. Ve o kadar pişmanım ki, bu işlere daha önce, o hayattayken başlamadığıma. O hep diyordu, “Hadi oğlum ver şu kiloları! Hadi oğlum yap şunu.” “Benim televizyonla ne alakam var” diyordum. Aptal kafam! Hiçbir şey için geç değil ama insanın Mehmet Ali Birand gibi bir mentor’unun olması farklı olurdu! Geçenlerde, “Onu kaybedince ne hissettin?” diye sordular. “Everest”in bu dünyadan gitmesi gibi bir şey dedim! Gerçekten de Everest gibi bir şeyin artık arkanızda duramaması, “Bak oğlum böyle yapman gerekiyor, şöyle yapsan iyi olur!” diyememesi ne kadar büyük kayıp. Sektörde bir sürü insan, “Keşke Birand’la çalışabilme fırsatı bulabilseydim” diyor. Çok acı ki, şimdi oğlu aynı cümleyi kuruyor!
Röportajın tamamını okumak için tıklayınız