34. Uluslararası İstanbul Film Festivali kapsamında gösterime gireceği gün Kültür Bakanlığı tarafından tescil ve kayıt belgesi olmadığı gerekçesiyle engellenen "Bakur/Kuzey" belgeselinin yönetmeni Ertuğrul Mavioğlu ve İstanbul Film Festivali Direktörü Azize Tan, CNN Türk'te yayınlanan "Her Şey" programında Mirgün Cabas'ın konuğu oldu.
İstanbul Film Festivali Direktörü Azize Tan Bakanlık tarafından filme getirilen sansürle ilgili yaptığı açıklamada; "Yarışmalar iptal olduğu için Cumartesi günü bir yarışma ve ödül töreni yapılmayacak. Bu sene ilk defa ulusal belgesel yarışması başlatıyorduk. Bizi çok heyecanlandıran bir şeydi.
Bu noktadan sonra o şunu dedi, bu bunu dedi, sen şunu yaptın şeklindeki konuşmalar doğru değil. Ben şundan dolayı çok mutluyum ki sektörün büyük bir kısmı bir dayanışma içerisine girdi. Yani bu filmin gösterilememesinden dolayı onlar da filmlerinin gösterilmesini içlerine sindiremediler, göstermemeyi tercih ettiler ve çok ciddi bir dayanışma doğdu burada. Ben bunun bir fırsata çevrilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu aşamadan sonra o sana bunu dedi, o belgeyi isteseydin nolurdu, aşamasında değiliz. Bu çok ciddi bir sıkıntı. Zaman zaman hortluyor. Bu belgeler bir şekilde filmlerin gösterimleri üzerinde gerektiği zaman bir tedbir mekanizması olarak kullanılabiliyor. Bu filmler, her türlü film festivallerinde ve kültürel sanatsal etkinliklerde herhangi bir belgeye ihtiyaç duymadan gösterilebilir olmalı zaten. Bu hedeflenmeli ve bunun için mücadele edilmeli. O yüzden de sektöre çağrı yaptık zaten" ifadelerini kullandı.
Programda Cabas'ın sorularını yanıtlayan Mavioğlu ise şöyle konuştu:
Azize Hanım’a tamamen katılıyorum. Belge vardı, yoktu tartışması artık aşılmış durumda. Gerçekten "Bakur" filminin sansürlenmesinin net olarak vurgulanması bu noktada benim açımdan çok önem taşıyor. Fakat önemli olan sadece filmin sansürlenmesi değil, tam da sektöre ilişkin uzun yıllarda beri devam eden, kılıç gibi festivallerin tepesine sallanmış olan bu kanun maddesinin bir şekilde iptal edilmesi, geri çekilmesi ya da uygulanmayacağı yönünde bir gelişmenin olması gerekiyor. Yoksa bu bütün festivaller için geçerli olacak, bütün eserler için geçerli olacak. Yani ülkede yasaklar ve sansür neredeyse dokulara kadar işlemiş durumda. Bu gerçekle karşı karşıya olduğumuza göre, aslında içinde bulunduğumuz durum çok şaşırtıcı değil. Fakat biz burada sansür uyguladık diye konuşmak yerine filmin içeriğini konuşmak, filmin nasıl bir film olduğu konusunda konuşmak isterdik. Ama şimdi oturmuş sansürü konuşuyoruz. Bu hiç de tercih ettiğimiz bir şey değil, öncelikle bunu söylemek istiyorum. İkinci bir nokta da şu: Bu filmin henüz daha görmemiş insanlar tarafından yaftalayanları başta Bakanlık olmak üzere esefle kınıyorum. Çok net söylüyorum: Görmemiş olduğu film hakkında ileri geri yorum yapmak kimsenin haddi değil. 'Örgüt propogandası' şeklindeki cümleler gerçekten haddini aşan cümleler. İnsanlar izlemediler ki bu filmi ne olup olmadığına ilişkin karar versinler. Bakanlık yetkilileri de izlemedi ki, ezbere konuşuyorlar. Çünkü yıllardan beri sansür ve yasakçılık bu ülkenin damarlarına nasıl işlemişse aynı şekilde önyargılar da korkutucu bir şekilde önümüzde duruyor. Bu konuda bir film çekilmişse mutlaka örgüt propagandası filmidir gibi böyle bir algı yaratılmaya çalışılıyor. Çok net olarak belirtmek gerekir ki bu noktada ben, bu filmle ilgili, izleyenlerden değil izlemeyenlerden çekiniyorum. Bakanlığın da bu anlamda daha görmediği, bilmediği filmi yaftalamasını çok ciddi altını çizerek kınıyorum.
Azize Hanım gerçekten bu sektöre çok hakim. Bu yeni tamamlanmış bir film. Hatta tamamlandıktan çok kısa bir süre sonra birlikte filmi yönettiğim arkadaşım Çayan Demirel bir kalp krizi geçirdi. Ben size şunu net olarak söylüyorum: Çayan’ın sansürlenmiş, yasaklanmış ilk filmi değil bu film. Çayan’ın "Dersim 38" adlı belgesel filmi 7 yıldır mahkemelerde sürünüyor. Aynen o eser işletme belgesi ya da tescil belgesi ile başvurup, bunu bir ticari ürün haline dönüştürmeye çaba sarfettiği an itibariyle bir kurula giriyor, o kurul bunu belgesel olarak kabul etmiyor, o üst kurula sevkediyor. Üst kurul içinde MİT, Emniyet gibi oluşumlar bütün o eserlerin üzerine çökmeye hazır bir şekilde bekliyorlar ve nihayet Danıştay’dan iptal kararı çıkartmak için açılmış olan dava da 7 yıldır devam ediyor. Şimdi şunu mu bekliyor insanlar: Bu sanat üreten, kültür üreten, bu memleket içerisinde biraz akli yola gitmesi için insanların, gerçeklerle yüzleşmesini sağlamak için çaba sarfedenler, mevzular olup bitsin, bayatlasın hikayelerle, birgün gelip de hükümetin, devletin keyfi gelince bunlar gösterilir olsunlar. Yani, bu ilk defa başına gelmiyor Çayan Demirel’in. Ben nasıl yıllar boyu yaptığım gazetecilik çalışması sırasında defalarca yargılandıysam, defalarca sansüre uğradıysam aynı şey diğer arkadaşım için de geçerli.
Açık söylemek gerekirse biz filmi oturup evde seyretmek için çekmedik tabii ki, bu filmi insanlar izlesin diye çektik. Ve bu zorbalıkla, yasakla, bizim çekmiş olduğumuz görüntülerin gerçeğini yok edemiyorsun ki zaten.