Enver Aysever BirGün'deki ilk yazısını yazdı; 'Dedemin gazetesine geldim'

BirGün gazetesiyle okuyucularına merhaba diyen Enver Aysever'in ilk yazısı yayınlandı.

Google Haberlere Abone ol
Enver Aysever BirGün'deki ilk yazısını yazdı; 'Dedemin gazetesine geldim'

Ünlü televizyoncu Enver Aysever, daha önce 1 Ekim'den itibaren BirGün gazetesinde yazmaya başlayacağını duyurmuştu. Aysever'in 'Dedemin gazetesine geri döndüm' başlıklı ilk yazısı bugün BirGün'de yayınlandı.  



Yazısında, dedesinin başarılı bir gazeteci olduğunu belirten Aysever, dedesiyle aynı ismi taşıdığını belirterek, ''Dedem daha nice zalimi, sahte demokratı gördü de, bir türlü eşit, adil, özgür bir memlekette uyuyamadan öldü. Mezarı şimdi Antakya'da ve taşında Enver Aysever yazıyor...'' dedi.



Enver Aysever yazısında, son dönemde Türkiye'de yaşanan önemli olaylara da değindi.



Deneyimli televizyoncu ve yazar Enver Aysever, bundan böyle  her pazartesi, çarşamba ve cumartesi Aykırı yazılarıyla BirGün'de okurlarıyla buluşacak.



İşte, Enver Aysever'in BirGün'deki ilk yazısı:



Dedemin gazetesine geldim



"Dedem ömrünün büyük kısmını Antakya'da geçirdi. Kravatını her sabah muntazaman takan, işini ciddiyetle yapan, aydınlanma inancı tam bir memurdu. Sabah ilk iş gazeteye ulaşmak için çabalamak oluyordu. O vakitler kolay değildi bu elbet. Okur-yazar olma ısrarı, memlekete kafa patlatan bir küçük memur olmanın bilinciyle bilgiye ulaşmak istiyordu. Gazete önemli bir olanak, gereksinimdi kuşkusuz. Gazeteci dediğiyse namuslu kimselerdi... 



Dedem yaşamı boyunca kadın erkek eşitliğine inandı. Menderes ve DP'ye karşı oldu. Zalimi tanıyor, işbirlikçi, piyasacı ve baskıcı kafayla mücadele edilmesi gerektiğine görüyordu. Din, iman meselelerinin çok konuşulduğunda nasıl bir sömürüye döndüğünü biliyordu. Gericiliğin nasıl kıyıcı olduğunun farkındaydı. 27 Mayıs sonrası doğan ortamla birlikte TİP'in önemini hemen kavramış, Fikirlerini paylaşıyor, çocuklarını bu yapıyla tanıştırıyordu. Antakya'ya konuşmaya gelen Aybar ve arkadaşlarına kulak kabartmış, ülkenin ancak soldan yol alarak düzlüğe çıkacağını biliyordu. 



Gençlerin özgürlük çığlıklarını uzaktan da olsa seziyor, işitiyordu. Deniz, Mahir, Yusuf, Hüseyin ve daha niceleri için dertleniyor, haklı davaları için çarpıyordu kalbi. Tıpkı Nâzım'ı sezdiği biçimde, Sabahattin Ali'yi tanıdığı gibi, bu deli fişek, yurtsever, eşitlikçi gençleri seviyordu. Çocuklarına tanıtmıştı bu insanları. Yaşıtlarıyla dayanışmanın, yoldaş olmanın ne demek olduğunu anlatmıştı. Artık Üniversiteye gidiyordu evlatları ve Demirel'in, ardından askerin ve işbirlikçi tüm meclisin bir memleketin geleceğini idam ettiklerini görüyor, kederleniyordu. Gazeteler vardı kuşkusuz. 



Namuslu yazarlar... 



Gericiliğin karabasan gibi yol aldığı ülkede, artık Erbakan vardı, Türkeş ve Demirel rol dağılımı içindeydiler. TIP'e saldırılmış, milletvekilleri dövülmüştü. 



Gösteri yapma, toplantı düzenleme, konuşmak yasaktı. Rağmen DİSK vardı, Taksim'de toplanan yüz binler. O vakit Karaoğlan'a düşmüştü aklı. "Toprak işleyenin, su kullananın" demişti. Gönlünü çelmişti. Hemen cinayetler işlendi ve 12 Eylül çaldı kapıyı. Gazeteler ya yazdı ya yazamadı gerçeği... 



Evren'in 'Çakma Atatürk' hallerinden hiç hoşlanmadı. Özal'ın sevimli bir ton ton olarak pazarlandığının ayırtındaydı. Sunalp'in bir baş belası, figüran olduğunu gördü. Ulusu'nun kukla olduğuna işaret etti. "Bırakınız yapsınlar..." dönemiydi. Ton Ton'un memuru işini biliyordu ya, hayali ihracat, papatyalar falan, devri saltanatın farkındaydı. 



Yalancı özgürlükçüler palazlanmış, zorunlu din dersleri dayatılmış, YÖK belası memleketin başına musallat olmuştu. Gören gözler yazıyordu. Bazısı derin uykudaydı... 



Dedem daha nice zalimi, sahte demokratı gördü de, bir türlü eşit, adil, özgür bir memlekette uyuyamadan öldü. Mezarı şimdi Antakya'da ve taşında Enver Aysever yazıyor... 



Uzun yaşadı, iyi yaşadı, namuslu yaşadı ve zamanında öldü. 



Ölmeseydi çok canı yanardı. 



Ali İsmail, Ahmet Atakan ve Abdullah Cömert komşu çocukları... 



Berkin hepimizin evladı değil mi? 



Gezi Direnişi'nde sakat kalan, ölen çocuklar... 



Soma'da can veren işçiler, asansörde yazgıya(!) boyun eğenler... 



Peki ya kapatılan kızlar, dövülen, sövülen kadınlar... 



Cumartesi Anneleri hâlâ ağlıyor... 



Roboski yarası açık... 



Cenazesi kalkamayan evlatlar var... 



Bir de soyulan memleket... 



Dedem öldüğünde BirGün yoktu. 



Bugün susan, susturulan kalemler var. Dört bir yanımızdakine düşman bir anlayış ve tetikçileri her yanda egemen! Saray soytarıları hayal görmekte, tacirlik yapmakta, kimisi iktidarın fantezilerine ortak, Kabataş yalanı için kurmaca yapmakta mesela! Dedemin gazetesine geldim. Eğer yaşıyor olsaydı, özgür bir gazeteyi okurdu. Buradaki yazarları, çalışanları ailesi sayar, sever kaygılanırdı onlar için. Boyun eğmedikleri için gururlanır, kendince katkı verirdi. Herkese düşen bir görev/ödev olduğunu bilirdi. 



Bazılarının dedeleri 'köşe dönmeyi' öğretti onlara. Kabahat dedede mi, torunda mı, bilmek güç tabii! İyi okullar açılıyor, fikir adamı yetişsin diye, ortalık alabildiğine fırıldak dolu. Demek okumakla âlim olunmuyor. Fıtrat meselesi. 



Dedemin gazetesine geldim. 



O düşmanın bile mert olanına saygı duyardı!"



 


Sıradaki Haber İçin Sürükleyin