Ekonomim.com'dan Alaattin Aktaş'ın 'Zehirli kağıt' sorunu bu hafta çözülebilir başlıklı yazısı
Bankalar geçen yıldan beri düşük faizli ve uzun vadeli kağıt almaya adeta mecbur bırakıldı. Merkez Bankası peş peşe öyle düzenlemeler yaptı ki, bankalar toksik ya da zehirli diye tanımlanan bu kağıtları alsa bir türlü, almasa bir türlü... Sonuçta söz konusu kağıtlar alınmak zorunda kalındı.
Ama bir tehlike vardı hep... Ya faiz artarsa ne olacaktı?
Banka 100 lira nominal bedelli bir borçlanma kağıdını yüzde 10 faizle almış ve bu kağıda yaklaşık 91 lira (100/1,1) ödemişse, faiz bir anda örneğin yüzde 25’e yükseldiğinde nominal bedeli 100 lira olan bu kağıdın fiyatı artık 80 liraya (100/1,25) iniyordu.
İşte ters yönde işleyen faiz-fiyat mekanizması yüzünden elinde "düşük faiz-yüksek fiyattan” alınmış devlet iç borçlanma senedi bulunanlar, ister banka ister başkaları olsun, faiz artışı durumunda büyük zarara uğruyordu. Dolayısıyla elinde bu tür kağıt olanların, son dönemde ise ağırlıkla bankaların kabusu, faizin bu kağıtlar bir şekilde tasfiye edilmeden artırılmasıydı.
Faizin aniden yükselmesi ilk kez karşılaşılan bir durum değil elbette. Geçmişte bireysel yatırımcı doğrudan bu tür kağıtlar ya da bu kağıtlardan oluşan fonlar yüzünden büyük zarara uğradı. Ama faiz artışından dolayı batan bankalar da oldu. Ne var ki geçmişte yaşanan bu durum, bankalara zorla bu kağıtların aldırılmasından çok, o bankaların iyi yönetilmemesinden kaynaklanıyordu ve dolayısıyla sorumluluk da bankalara aitti.
Oysa şimdi öyle değil. Bankalar bu kağıtları güle oynaya almadı. Bankalar bu kağıtları almak zorunda bırakıldı.
Tasfiye için çare aranıyor
Bankaların elindeki zehirli kağıtların toplamının 550-600 milyar lira dolayında olduğu tahmin ediliyor. Bu kağıtlar düşük faizli ve beş ya da on yıl gibi uzun vadeli.
Ekonomi yönetimi değişti, ekonomi politikası değişiyor, daha bir ay önce söylenenin tersi yapılarak faiz artırılacak. Hem de göründüğü kadarıyla öyle böyle değil, yüklü bir artış gelecek.
Ama bu faiz artışından önce ya bankaların zehirli kağıt sorununun çözülmesi ya da çözüleceğinin kesinleşmesi gerekiyor.
Yapılan bazı hesaplamalar, faizin artırılması ve örneğin yüzde 25’e çıkarılması halinde bankaların bu kağıtlar yüzünden bir anda 200 milyar lira dolayında bir zarara uğrayacağını ortaya koyuyor. Bu çok büyük bir tutar ve sistemin bunu kaldırmayacağını herkes görüyor.
Dolayısıyla bu sorun çözülecek. İşte bu amaçla salı günü (yarın) Merkez Bankası'nda bir toplantı yapılarak konunun tüm detaylarıyla masaya yatırılması planlandı. Ancak bu toplantı daha sonra PPK toplantısı sonrasına, 23 Haziran Cuma gününe ertelendi.
Edindiğimiz bilgi bankaların elindeki bu kağıtların tümünün tasfiyesi yoluna gidilmesinin pek beklenmediği yönünde. Bu kağıtların bir kısmı için geri alım ihalesi düzenlenmesi bekleniyor. Normalde bu alımı Hazine’nin yapması gerekiyor ancak bu kez Merkez Bankası’nın devrede olacağı görüşü ağır basıyor. Bankalar bu kağıtların bir kısmını Merkez Bankası’na satarak nakde kavuşacak ve faiz artırıldığında zarar yazmaktan geri alım oranı ölçüsünde kurtulacak.
Banka sıradan bir işletme değildir
Her ne kadar bankaların elindeki kağıtlarla ilgili karar PPK sonrasına bırakılmış olsa da kafalarda bir çözüm yöntemi belli ki var. Dolayısıyla Merkez Bankası’nın perşembe günkü toplantısından çıkacak faiz kararında belirleyici en temel etken, bankaların elindeki bu kağıtlar için bulunacak çözüm. Bunu daha önce de yazmıştık. Bankalar bu kağıtlar konusunda rahatlamadan Merkez Bankası değil öyle yüzde 25’ler düzeyinde bir faiz belirlemek, çok daha sınırlı bir artışa bile gidemez.
Bir ya da birkaç bankanın zora girmesi, öyle başka ticari işletmelerin sıkıntıya düşmesine hiç mi hiç benzemez. Banka batırılamaz zaten, fatura sonunda devlet tarafından karşılanır. O yüzden de bir ön almak gerekecek, bankaları zora sokmayacak düzenleme mutlaka ama mutlaka yapılacak.
Beklenti netleşiyor; yüzde 25!
Merkez Bankası’nın perşembe günkü toplantısında faizin ne olabileceğine dönük beklentilerde alt sınır sanki yüzde 20’den geçiyor. Politika faizinin yüzde 20’nin altında olmayacağı beklentisi ağır bakıyor.
Ağırlıklı tahmin ise yüzde 25. Faiz yüzde 8.50’den yüzde 25’e çıkarıldığı takdirde bir seferde tam 16.50 puan artırılmış olacak.
Şimdiye kadar tek seferde bu boyutta bir faiz artışı hiç görülmedi. Ancak çok değil beş yıl önce 2018 yılında üç buçuk aylık bir sürede aşamalı olarak 16 puanlık faiz artışına gidildi. O dönemki faiz artışının temel amacı kur ve enflasyonun daha da artmasını önlemek, kötü gidişi durdurmaktı.
Şimdi durum çok farklı. 2018’de kötü gidişe karşı önlem olarak faiz artırıldı; şimdi ise yanlış yapa yapa bu tabloyu oluşturduk, artık yol bitti ve döviz bulabilmek için faizi artırmak zorunda kalıyoruz. Çünkü döviz sıkıntısı öyle bir boyuta vardı ki yakın gelecekte zorunlu olanlar dışında ithalat yapmamız bile mümkün olmayacak. Ödemeler dengesinin finansmanı tümüyle borçlanmaya dayalı hale geldi. Faiz artırınca tabii ki doğrudan yatırım çekemeyeceğiz ama hiç olmazsa portföy yatırımı için alan açılacak.
Yüzde 40’a kadar gider mi?
Para Politikası Kurulu’nun 22 Haziran Perşembe günkü toplantısında faizi beklendiği gibi yüzde 25’e çıkardığını varsayalım...
Peki faiz uzun süre bu düzeyde kalır mı?
Yaz ayları boyunca perşembe günü belirlenecek faiz sabit bırakılır mı?
İşte bu pek beklemiyor, faiz artışının devam edeceği görüşü ağır basıyor.
Faizin izleyen birkaç ayda daha artırılarak yüzde 40’a kadar çıkarılmasının şaşırtıcı olmaması gerektiği belirtiliyor.
Bozup onarma maharetimiz var!
Bir göstergeyi bozup daha sonra eski düzeyine yaklaştırmanın, hatta başlangıç noktasının biraz üstüne dahi çekebilmenin başarı olarak pazarlandığına alışık olmalıyız.
Örnek mi, enflasyon. Yüzde 19-20'de seyrediyorken 85’e çıkardıktan sonra 35-40’lara indirmekle övünmüyor muyuz?
Buna faiz de eklenecektir. Sonbahar gibi yüzde 40’a çıkarılacak faiz, seçime doğru aşamalı olarak aşağı çekilir ve bu bir başarı hikayesi olarak pazarlanırsa hiç şaşırmam.