'EKONOMİ GAZETECİLİĞİ EKONOMİYE PARALEL BİR SEYİR İZLİYOR'

Ekonomi gazeteciliğinde yeni bir kulvar açan Referans gazetesi ikinci yaşını kutluyor. Gazetenin genel yayın yönetmeni Eyüp Can, MediaCat dergisine Referans'ı ve ekonomi gazeteciliğini anlattı...

Google Haberlere Abone ol
'EKONOMİ GAZETECİLİĞİ EKONOMİYE PARALEL BİR SEYİR İZLİYOR'

MediaCat'in haziran sayısında yer alan röportaj:


Referans Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can ile gazetesinin ikinci yaşı nedeniyle yaptığımız söyleşide, konu ister istemez bugünlerde yaşanan ekonomik hareketlenmeye geldi. Uluslararası piyasalardaki para bolluğu nedeniyle son üç-dört yıldır tatlı bir bahar mevsimi yaşadığımızı söyleyen Can, artık yavaş yavaş kış mevsiminin başladığını ve bu nedenle gerekli tedbirlerin bir an önce alınması gerektiğini kaydediyor.


 


Siz okur kitlenizi gelecekte arayan bir gazete olduğunuzu söylüyorsunuz. Bu vizyonla iki yılda aldığınız mesafeye bakınca umduğunuz hızda ilerlediniz mi?


Beklentilerin üzerinde bir hızla ilerledik. Biz yola çıkarken Türkiye’de ekonomi gazeteciliğinin durumu pek parlak değildi. Halen de çok parlak değil. Bu aslında ekonomimizin durumunun çok parlak olmamasından kaynaklanıyor. Çünkü ikisi birbiriyle paralel bir şekilde ilerliyor. Amerika’da Wall Street Journal, Avrupa’da Financial Times çok iyi gazeteler. Wall Street Journal, 2 milyon satıyor Amerika’da, Financial Times’ın Avrupa’da 400 bin tirajı var. “Bizde niye böyle köklü ekonomi gazeteleri yok?” sorusu önemli bir soru. Ben bunu iki nedene bağlıyorum. Birinci neden bahsettiğim ülkelerdeki ekonominin köklü olmasıyla ilgili. Wall Street Journal 1888’de kuruldu. Down Jones da o tarihler arasında kurulmuştu. Amerika’da borsayla ekonomi gazeteciliği yaşıttır, bizde de İMKB 1986’da kuruldu ve paralel bir seyir izledi. Aynı şey Londra’da Stock Market’in kurulmasıyla FT’nin kurulması için de geçerlidir. Ekonomi ülkemizde çok gelişmiş, derin ve köklü bir altyapıya sahip değil. Bu eksiklik Türkiye’de ekonomi gazeteciliğinin gelişmesine de bir parça engel.


1980’lerde Özal’la birlikte ekonomi dışa açıldı. Bu süreçte Türkiye’de ekonomi gazeteciliği doğdu. 1990’larda ise halk ekonomiye ciddi bir biçimde eğilmeye başladı ve tüm basında ekonomi sayfalarının sayısı gittikçe arttı. Bugün insanlar belki farkında değil ama gazetelerde ekonomi sayfalarının sayısı spor sayfalarından fazla.


 


İki yıl içinde istediğiniz kitleye ulaşabildiniz mi?


Bu uzun soluklu bir maraton. Nefesinizi doğru ayarlayıp doğru koşacaksınız. İkinci yılımıza girerken hem tiraj hem de reklam gelirleri açısından beklentilerimizin üstünde büyüdük. Geçen yılı Türkiye’nin en hızlı büyüyen gazetesi olarak kapattık. Yüzde 108’lik reklam artışı ve yüzde 40’lık traj artışıyla en hızlı büyüyen gazete olduk.


 


İstediğimiz okuyucuya mesajımızı ulaştırmamız tabii ki biraz zaman alıyor. Okuyuculara ulaşmak için sürekli olarak iş dünyasının içinde yer alıyoruz. İş dünyasına pencereler ardından bakmıyoruz. Paneller, konferanslar düzenleyip sorunları tartışıyoruz ve bunları kamuoyuna taşıyoruz. Bu yolla iş dünyasından olumlu geri dönüşler almaya başladık.


 


Sıradan okurların ekonomi sayfalarına olan ilgisi ne durumda? Artıyor mu?


Bu sayfaların sayısının artması sıradan insanların ekonomiye ilgisinin artmasıyla paralel olarak ilerliyor. Bu noktada benim ikinci neden olarak gördüğüm eksiklik ortaya çıkıyor. O da şu: Ekonominin hacmi büyüyor, dinamikler değişiyor, gazetelerde iyi yer bulan bir ekonomi gazeteciliği var ama ekonomi gazeteciliği daha çok borsa, faiz, döviz üçgenine sıkışmış durumda.


Biz Referans gazetesi olarak tüketici ve üretici odaklı ekonomi gazeteciliğini hayatın içinden aktarıyoruz. Ekonomiyi sıradan hayatın içinden görmeyen bir düzlemde yürüttük, yürütüyoruz. Bizde uzun yıllar ekonomi demek ihracat, ithalat, yatırım, üretim idi. Bugün ise ekonomi üretim, yatırım, ihracat ve yatırımın çok ötesinde ve büyük ölçüde tüketim odaklı. Bugün ekonominin dinamikleri çok değişti.


 


Neler oldu mesela?


Şimdiye kadar iş dünyasında hep “Büyük balık küçük balığı yutar” deniyordu. Son 10 yılda bunun çok doğru olmadığını gördük. Artık ‘Büyük balık küçük balığı yutar’ felsefesi değil, ‘Hızlı balık yavaş balığı yutar’ felsefesi ağır basıyor. Mesela Apple, Microsoft’tan önce yola çıktı ama daha hızlı davranan Microsoft Apple’ın pastadaki payının büyük kısmını ele geçirdi. Sonra Steve Jobs kişisel bir hobisinden hareketle iPod’u geliştirdi ve şimdi Microsoft’a kaptırdığı payları geri almaya başladı.


Bu sadece bilgisayar ve teknoloji sektörlerinde geçerli değil. Örneğin tekstil alanında düne kadar modayı belirleyenler Benetton, Armani, Gucci gibi markalardı. Bunların belirlediği moda üst orta sınıf ve üst sınıfa yönelik bir modaydı. Ama son 4-5 yıldır bu şirketlerin büyüyemediğini görüyoruz. Hatta gerilemeye başladılar. Şimdi modanın nabzını Zara gibi markalar tutuyor. Bunlar hızlı moda akımını başlattılar ve alt orta sınıfa seslendiler. Bugün Zara’nın 6,5 milyar euro’luk yıllık cirosu var. Ama Benetton 1,8 milyar dolarda tıkandı kaldı.


 


Türkiye de bir tekstil ülkesi ve sektörü Asya’nın rekabet tehdidi altında. Bu


gelişmelere bakınca sizce Türkiye’nin uluslararası işbölümü içindeki


yeri değişmeli mi?


Bunun kolay ve kestirme bir cevabı yok. Önce şunu sormalıyız: Türkiye’nin böyle bir stratejisi var mı? Böyle bir stratejimiz yok maalesef. Stratejisine temel yapacağı bir envanteri yok. Sanayi ve ticaret envanterimiz hâlâ çıkarılmadı. Stratejinizi belirlerken önce dönüp elinizdeki malzemeye bakmanız lazım. TOBB başkanı bunu zaten hep söylüyor: Öyle bir ordu düşünün ki diyor, komutanı kaç topunun, kaç silahının olduğunu bilmiyor. Biz henüz el yordamıyla ilerliyoruz.


 


Türkiye’nin hem illerine göre hem de bölgelerine göre stratejilerini bir kere daha gözden geçirmesi gerekiyor. Böyle bir şey yapılmadığı için şu olsun şu olmasın demek zihinsel egzersiz yapmanın ötesinde bir anlam taşımıyor. Şunu unutmamalıyız: Bundan sonra hızlı balıklar ayakta kalacak.


 


Peki Türkiye’ye baktığınızda başarılı bulduğunuz şirketler, hızlı balıklar var mı?


Koton var mesela. Geçen yıl 265 milyon ciro yaptı. Zara’ya çok benzeyen bir ilerleme modeli var. Collezione de bu gruba giriyor. Hızlı balık stratejisine göre hareket ediyor. Bir de Hüsnü Özyeğin’den bahsetmek gerekiyor. Yapı Kredi’den ayrılıp Finansbank’ı kurdu ve bankasını National Bank of Greece’e sattı. Kısa sürede 6 milyar dolarlık bir banka yarattı.



 


 


 


 


‘Felaket tellallığı yapmanın anlamı yok!’


 


Piyasada ciddi bir hareketlenme var. Olan bitenin anlamı ne? Yeni bir kriz yaşar mıyız?


Olan bitenin biri içeriden biri dışardan kaynaklanan iki nedeni var. Amerika faiz artırdı, Japonya hareketlenmeye başladı. Avrupa’daki para bolluğu 3-4 yıldır işimizi çok kolaylaştırıyordu. Şimdi Amerika’nın faizleri artırmasıyla para oraya akmaya başladı. Bizim gibi ülkeler daha riskli görünmeye başladı. Biz gelişmekte olan piyasalar içinde diğerlerine nazaran daha çok darbe yedik. Macaristan ve Türkiye en çok etkilenen ülkeler oldu. Mesela Brezilya, Meksika ve Polonya bizim kadar etkilenmedi. Bu da bizim içerideki sıkıntılarımızdan kaynaklanıyor. Erken seçim tartışmaları, Danıştay’da yaşanan olay, siyasi istikrarsızlık, IMF ile olan ilişkiler yabancı yatırımcılar tarafından gözlemlenmeye başlandı. Sağlam adımlar atmazsak bu durum devam edecek. Son 3,5-4 yıldır yaşadığımız tatlı bahar dönemi bitti. Şimdi kışa giriyoruz, sıkı tedbirler alırsak bu durumla baş edebiliriz. Almazsak baharda elde ettiğimiz kazanımların birçoğunu kaybetme riskiyle karşı karşıya kalırız.


 


Siyasi istikrar konusunda ümitli misiniz?


Felaket telalığı yapmanın bir anlamı yok. Ekonomiyle birebir ilişki içinde olanların karamsar olma lüksü yoktur. İşadamı batarken bile ben batıyorum demez, nasıl kurtulabilirim diye düşünür. Karamsarlık iş dünyasının en büyük zehridir. Ayrıca Türkiye’de karamsar olmayı gerektirecek bir durum yok. Sonuçta her şey bizim elimizde.


 


Merkez Bankasının başkanının seçilmesiyle başlayan olaylar istikrarın zedelenmesine yol açacak bir sürecin içine girilmesine neden oldu. Uzlaşmaya dayalı istikrar duvarının çatlatıcısı Merkez Bankası başkanlığı seçimi oldu. Serdengeçti’nin gönderilme şekli piyasalara olumsuz yansıdı. Hükümete kredi açmış olan yerli yabancı yatırımcılar bir anda “Ne oluyor?” sorusunu sormaya başladı. Merkez Bankası başkanı seçimi bir milat oldu. Sonrasında yaşananlar ise malum. 23 Nisan olayı, laikliğin yeniden tartışmaya açılması, başörtüsü konusu, Danıştay’a yönelik saldırı… Tüm bunlar Türkiye’yi bir türbülansa soktu.


 


Merkez Bankası başkanı seçimlerinde hükümet kafaları çok karıştırdığı için provokatif bir hava doğdu. Bu noktada hükümetin kendisine dönük çok ciddi bir özeleştiri yapması gerekiyor. Önümüzdeki dönemde Türkiye kriz mi yaşar, yoksa bu olan bitenlerin üstesinden gelir mi sorusunun cevabı bir parça hükümetin ve hükümetin karşısında söylem geliştiren kurumların kendilerini bir özeleştiriye tâbi tutmasına bağlı.


 


Danıştay saldırısı sonrasında basında da bir itidal kaybı yaşandı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?


Ortamı çok fazla gererseniz en rasyonel insanlar bile irrasyonel davranabilir. Basının refleksleri aslında çok irrasyonel de değildi. Basın toplumsal nabzı yansıttı. Bir kaynama oldu ve tepkiler su üstüne çıktı. İlk gün, olayın yaşattığı şokla bazı hatalar yapılmış olabilir. Medya da kendi içinde bunu değerlendiriyor zaten. Ayrıca ilk günkü şoktan sonra cinayeti işleyen şebeke ile ilgili ayrıntıları da yine medya ortaya çıkardı.


Sıradaki Haber İçin Sürükleyin