Ece Temelkuran bundan böyle Pazartesi günleri Bürgün okuru ile buluşacak. İşte Temelkuran'ın bugün yayınlanan yazısı:
Ölelim mi yani?
Sıkılıyorum. İçim sıkılıyor. "Arkadaş," diyorum, "Benim gibi
insanları bu memlekette yaşatmayacaklar mı ne?!" Hatta bazen o
kadar bastırıyor ki hadiseler, hangi meseleye sıkıldığımı
unutuyorum. Açlık grevlerine mi, gazetelerde "Ee ölmüyorlar ki!"
diyen basın kartlı ibişlere mi, tecavüz ürünü bebeği doğurmak
istemeyen kadının böyle bir hakkı olmadığına gönülden inananlara
mı, Irak işgal edilirken "real politik" alimi kesilenlerin sıra
Suriye'ye gelince "vîjdaan" çelebisine dönüşüvermesine mi, kendi
gibi düşünene vatandaş hukuku, o sofraya oturmayana "düşman hukuku"
uygulayan sisteme mi, acı çeken, aç kalan insanlarla kürsülerden
maytap geçene mi?.. Biliyorsunuz işte, sıralamayayım şimdi. Ama en
çok hapishanedeki öğrencilere kitap imzalayıp gönderirken içim
ağrıyor. Ne yazayım şimdi ben o çocuklara?!
Korkuyorum. İçtenlikle korkuyorum. Ödüm kopuyor başıma bir şey
gelecek diye. Mesajlar gönderdiler, tehditler savurdular, beni
Londra'larda filan bulup parmaklarını yüzüme sallayıp "Ayağını denk
al" dediler. Kimim ki ben? Kaşık kadar kadınım. Bakmayın
televizyonda daha geniş çıkıyorum, ama aslında ufak tefeğim yani.
Ne abim var, ne amcam. Zengin adam tanımam, güçlü hiç arkadaşım
yok. Böyle tek tabanca takılıyorum. Yazı yazmaya oturunca sanırsın
ki tığ-ı teber şah-ı merdanım, ama aslında bendeki efelik
mesnetsiz. Cesur filan değilim yani, çok korkak biriyim ben. En çok
da belki birgün bu ülkede yaşayamam diye korkuyorum. En çok bundan
ödüm kopuyor.
Çaresiz hissediyorum. Sendikalar darmadağın olmuş. Avukatlar
bunalımda, diplomayı yırtıp işi bırakmalarına beş dakika.
Öğretmenler intihar ediyorlar, kimsenin umurunda değil.
Tiyatrocular, yazarlar, gazeteciler kendilerine haritadan ülke
beğenip duruyorlar. İktidardakilerden biraz farklı düşünen, biraz
farklı yaşayan herkesin ajandasında en az bir davanın duruşma
günleri kayıtlı. Gazeteciler haber yapamadıkları, doğru dürüst
yazamadıkları için antin kuntin "life style" yazılarıyla
oyalanıyorlar. Benim tanıdığım hemen herkes anti-depresan
kullanıyor. Ama en fenası herkes kendinden farklı olanın ölmesini
istiyor artık. Ben böyle öfke, böyle nefret görmedim bu ülkede.
İnsanlar kendine benzemeyeni insan olarak kabul etmiyor.
Sinirleniyorum. Haftada on dakika televizyon izliyorum ve bence
zaten bu süre bile normal bir insanın ruh sağlığı için yeterince
tehlikeli. Tek becerisi zalim sofrasında çatal bıçak kullanabilmek
olanların bana demokrasi ve insanlık dersleri vermelerine deli
oluyorum. Irkçı şapşalların başkalarının çocuklarını savaşa
gönderirkenki konforlarına gözüm dönüyor. İzmirliyim ya ben,
asfalyalarım atıyor sık sık. "İdam ne demek arkadaş! Delirdiniz mi
siz!" gibi şeyler söylemek istiyorum mesela. Kimse cahilliğinden
utanmıyor ya artık, tepem atıyor. Vasatın hegemonyası hayatımızın
en kılcal damarına kadar sızdı ya... Öteki olan her şey
müstehcenleştiriliyor ya... Hasılı sinirleniyorum.
Ve nihayet, ve en önemlisi, yalnız hissediyorum. Bazen "Tamam"
diyorum, "Millet komple delirdi". Tehlikeli akıl hastalarıyla
birlikte yaşayanlar ne yapıyorsa öyle yapmam gerektiğini
düşünüyorum. "Nasılsa" diyorum, "Yani herhalde herkes bu yeni
kurulan sofrada kendine bir yer buldu. Ben düzenlerini bozmayayım
en iyisi. Kenardan kenardan sıvışayım."
Fakat bakıyorum sonra. Dostlar var. Arkadaşlar var. Diyorum ki
kendi kendime: Dostlar varsa fukaralık yok. Dostlar varsa korku,
yalnızlık, çaresizlik yok. Ben bu yüzden şimdi Birgün'de yazıyorum.
Battı balık yan gider. Ya batarız diyorum kendime, ya çıkarız...
Ama hep birlikte. Mühim bu. Hep. Birlikte.