Ekonomist Evren Devrim Zelyut'un "Dolarda birinci perde kapanıyor" başlıklı yazısı
Yatay eksende yıllar, dikey eksende kur değeri mevcut.
2001 krizinde kur yaklaşık 50 kuruştan 1,5 liraya çıkmış daha sonra yıllarca 2,5 lira düzeyinde yatay seyretmiş. Nereye kadar? 2013 yılına dek…
2013 öncesinin en önemli özellikleri şuydu:
Adalet ve kalkınma vaat etmiş bir parti vardı ve dış ilişkiler sorunsuz devam ediyordu. Buna bağlı olarak ABD ve AB sermaye girişleri yaşanıyordu. Özellikle 2008 Küresel Krizi sonrası Amerikan Merkez Bankası para basmaya başlamış. 2008’de 900 milyar dolar olan varlıklar 2013 yılında 4 trilyon dolara çıkmıştı. Bu genişlemeye bağlı olarak da Türkiye’ye giren dolar kuru şekilde de görüldüğü üzere sabit tutmayı başarmıştı.
Ancak bu dönemde hükümet daha çok alt yapı yatırımlarına odaklanmış, düşük kurun yarattığı rahatlıkla ithalata dayalı üretim ve düşük teknoloji ihracatına dayalı büyüme modeli ile içeride sahte bir zenginlik yaratmıştır.
Bu dönemin en büyük hatası sanayide yapısal reformların yani dışa bağlı modelden kurtuluş için adımların atılmamasıdır.
Daha doğru bir ifade ile Almanya ve Çin’den alınan yarı mamuller yerine yerli üretim için planlama yapılmamıştır.
Aynı zamanda eğitim sistemi de sanayinin küresel piyasalarda rekabetçi olmasını sağlayacak dönüşüme tabi tutulmamış. Düşük ve orta teknoloji içeren ürünlere mahkûm kalınmıştır.
İthalatçı büyüme ve inşaat ekonomisinin tatlı rantı gözleri kör etmiş, ithalat baronları ve tüccar zihniyet, sanayici ve üretici zihniyetin yerini almıştır.
Mevcut sanayicilerin rolü, dış şirketlerin fasoncusu olmaktan öteye gidememiştir. Ki bunun ispatı piyasa değeri açısından dünya devi olmuş bir Türk firmasının bulunmamasıdır.
Bu durum yani ithalata dayalı üretim metodu Türkiye’nin 70’li yıllardan beri ödemeler dengesi krizine girişteki ana nedenini teşkil etmiştir.
Özetle 2002-2013 yılları arasında çok kıymetli dış sermaye ve zaman, ekonomi ve eğitimde dönüşüm için kullanılmamış, gelecek krizin zemini hazırlanmıştır.
2013-2020 arasında ise,
FED bastığı parayı geri çekmeye, düşürdüğü faizi artırmaya başlayınca küresel dolar miktarı azalmaya başladı. Bakın en soldaki dikey kırmızı çizgiden sonra yani 2013 sonrası Türkiye’de kur kafasını nasıl kaldırmış…
Bunun nedeni sıcak dolar dediğimiz, portföy yatırımları ile hareket eden doların Türkiye’den çıkmasıdır. Yani tahvile, hisseye giren dolar kendi memleketinde faiz artınca ülkesine dönmüştür; dönerken de Türkiye’den çıktığı için dolar miktarı azalmış, kur yükselmiştir.
Türkiye yüksek teknolojiye yatırım yapmadığı, sanayisini dönüştürmediği için ihracat gelirleri kuru tutmaya yetmemiştir. Üstüne ihracatın artması adına yüksek kur istenmiş ama Lira’nın değer kayıplarına dayanan ihracat modeli de 2020 sonrası iyice tıkanmıştır.
Bu dönemin en büyük günahı ise hükümetin seçimleri kazanmak adına rekabet yeteneği olmayan firmaları dönüştürmek yerine büyük parasal genişlemelerle desteklemesi olmuştur.
Bu durum enflasyonu azdırmış, kredi artışları büyümeyi sağlarken dışa bağlı model sabit kaldığı için ithalatı da patlatmıştır. İthalat ise rezervleri eritmeye başlamıştır.
2020 sonrası dönemde;
Mart 2020 sonrası Çin’de başlayan salgın, küresel ticareti durdurmuştur. Türkiye parasal genişlemeye devam ederek şirketleri desteklemiş, düşük faiz politikası ile sanayi şirketleri kârlarını artırmış ama ithalatla rezervlerimiz hızla azalmış, faizlerin zorla indirilmesi de enflasyon sorunu devam ederken Lira’dan kaçışı hızlandırarak kuru patlatmıştır.
Bütün bu sorunlar içinde firmalar kredilerle yüzdürülmüş ancak halk enflasyon olarak bedel ödemiştir.
Zira parasal büyüme şirketlere iyi gelirken enflasyonu artırmış, rezervler ithalat ve düşük faiz politikası ile tüketilmiş, artan kur da dış girdi maliyetlerini yukarı çekmiş, bu durum enflasyonun ikinci bir nedenini oluşturmuştur.
İşte bütün bu süreç kurda grafikte de mavi ile gösterdiğimiz birinci perdeyi karşımıza getirmiştir.
Peki ikinci perde nasıl başlayacak? Onu da Çarşamba günü yazacağım…