Cumhuriyet Vakfı Yönetimi'nin son yapılan seçimleriyle ilgili süren tartışmalara Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin (TGC) son yapılan Başkanlık seçimlerinde "Emeğe Saygı" grubunun Başkan adayı gazeteci Sedat Bakıcı da dahil oldu.
Bakıcı, Cumhuriyet Vakfı İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay'ın dün Twitter'dan "Vakıf Yönetimi"nin usülsüz seçildiği gerekçesiyle Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün yönetimin değiştirilmesi gerektiği yönündeki kararına verdiği yanıtlara ateş püskürdü.
Bakıcı'nın Facebook ve Twitter hesabından yayınladığı açıklama şöyle:
"CUMHURİYET GAZETESİ’NDE YAŞANANLARA DAİR…
Cumhuriyet’te son dönemde yaşanan gelişmeler ve gazete yönetiminin kullandığı özensiz ifade ve yakıştırmalardan “kayyum gelir ha!” korkutmacasına kadar birçok şeye itirazım var…
Cumhuriyet gazetesinde son birkaç haftadır yaşananları,
meslektaşlarım gibi ben de uzaktan merakla izliyor(d)um. Ne zaman
ki, İcra Kurulu Başkanı Sayın Akın Atalay’ın dün twitter’dan
yaptığı duyuruda, ‘kayyum atanması ihtimali’nden söz etmesiyle
irkildim. 30 yıllık Cumhuriyet okuru ve muhalif medyanın böylesine
budandığı bir ortamda bir basın emekçisi olarak, muhalif bir
gazeteye sahip çıkma adına (bazı çevrelerce aforoz edilmeyi de göze
alarak) dostane bir uyarı yapma ihtiyacı hissettim…
Malum, geçtiğimiz günlerde iktidara yakın bir TV kanalındaki sohbet
programına bağlanan Vakıflar Genel Müdürü, ‘Cumhuriyet Vakfı’nın
yeni yönetim kurulunun belirlendiği toplantısının yok hükmünde
sayılıp yenilenmesi gerektiği’ yönünde, devam eden mahkemeye görüş
bildirdiklerini duyurmuştu. Bu duyuru üzerine Cumhuriyet gazetesi,
8 gün önce içinde zehir zemberek ifadelerin olduğu yazılı bir
açıklama yapıp eski Vakıf üyeleri Mustafa Balbay ve Alev Coşkun’u,
siyasi iktidarla birlikte ‘kumpas’ kurmakla suçlamıştı.
Töhmet altında bırakan ifadeler!
Tam ortalık duruldu derken, dün Sayın Akın Atalay’dan sosyal medya üzerinden bir açıklama geldi. Atalay, Vakıflar Genel Müdürlüğü kararının, Cumhurbaşkanlığı’na yapılan imzasız bir şikayet dilekçesine dayandığını, Vakıflar’dan gazeteye gönderilen belgeyi yayınlayarak ortaya koyuyordu. Atalay’ın yazısında, bu dilekçeyi yazanların eski yönetime mensup kişiler olduğu açıkça ima ediliyordu. “Saray’ın destek ve himayesinde Cumhuriyet yönetimine gelmek için kirli işbirliği hangi aklın ürünüdür?” gibi çok ciddi töhmet altında bırakan ifadelere de yer verdiği açıklamasında Atalay, bu kez kayyum atanma ihtimalinden söz ediyordu.
En basit deyimle gayrivicdani!
Cumhuriyet’in 8 gün önceki konuyla ilgili duyurusu, içerdiği karalayıcı ifadeler yüzünden şahsen beni çok rahatsız etmişti. Yıllarca Cumhuriyet yönetiminde bulunan insanları, bir çırpıda ‘siyasi iktidarla birlikte kumpas kurmak’la suçlamak, en basit deyimiyle vicdani değildi. Hele dünkü “muhterisler”, “hırsları akıllarının önüne geçmiş”, “Saray’dan tescilli” vs. gibi fazlasıyla sekter, gayrivicdani ve haksız ifadeleri görünce nedense aklıma yıllardır, “Biz olmasak bu memleket batar” diyen siyasi iktidarın söylemleri geldi. Rakiplerini siyasi iktidarla birlikte yürümekle suçlarken, aynı siyasi iktidarla böylesine benzeş bir dili kullanarak, “Biz olmazsak bu gazete, iktidarın dümenine girer ey halkımız” türünden açıklamalar fazlasıyla irite edici. Kaldı ki, eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürürcesine, ortada hukuki olarak hiç de böyle bir durum söz konusu değilken, “Bak kayyum gelir ha!” diyerek korkutma yöntemi de, fazlasıyla sakil ve inandırıcılıktan uzak duruyor.
O haber, dünyanın her yerinde haberdir!
Bu cümleleri yazarken sanılmasın ki, Cumhuriyet’in son dönemdeki
habercilik anlayışını kökten eleştiren, karşısında duran biriyim.
Tam tersi, kimi eleştirilerim saklı kalmak kaydıyla, bu dönemde
Cumhuriyet, Türk basın tarihinin onurlu sayfalarında kendisine yer
bulacak onlarca habere imza atmıştır. Can Dündar ve Erdem Gül’ün
yargılanıp ceza aldığı “MİT TIRLARI” haberi de bunlardan biridir.
Dünyanın her yerinde gerçek gazeteciler için bu haberdir. Ve
inanıyorum ki, dürüst, evrensel meslek etiğine saygılı her cesur
gazeteci, sadece gerçeğe ve okurlarına karşı sorumludur. Kimin
hoşuna gidip gitmeyeceği ya da kimin çıkarlarına uygun olup
olmadığı gazeteciyi ilgilendirmez. Ve Cumhuriyet, bu haberi
yayınlayarak mesleğimizin bir kez daha yüz akı olmuştur. Keza,
Dündar ve Gül’ün yargılanmaları sırasında da davaların takipçisi ve
meslektaşlarımın destekçisi olduğumun da şahidi yine
meslektaşlarımdır.
Cumhuriyet gazetesinin gerçek sahibi, gazete için gece gündüz
demeden çalışıp piyasanın altında ücretlerle alınteri akıtarak
emeğini koyan, Cumhuriyet’i ayakta tutan emekçileriyle
okurlarıdır.
“Biz yoksak gazete mahvolur” anlayışı sıkıntılıdır
Gazetedeki görevleri ne olursa olsun, bu ortak iradeyi görmezden
gelip gazeteyi tek düşünen, kendileri olmazsa gazetenin
mahvolacağını, iktidarın dümenine gireceğini iddia eden bir anlayış
sıkıntılıdır, yanlıştır.
Ola ki mahkeme sonuçlandığında, şimdiki Vakıf yönetimi değişip de
eski yöneticilerin ağırlıklı olduğu bir yönetim ve onların
atayacağı bir gazete yayın ekibi söz konusu olursa… Başta iktidar
olmak üzere hiç kimse, Cumhuriyet'in muhalif yayıncılık
anlayışından çark edip iktidar yancılığına soyunacağını beklemesin,
avuçlarını yalarlar... Böyle bir durumun gerçekleşmesine başta
gazetenin emekçileri olmak üzere okurları asla izin vermeyecektir,
bu böyle biline…
Biliyorum ki, tıpkı benim gibi halkımızın ‘birlikte yaşama
iradesi’ne saygı esasına dayalı, eşit, özgür, adil, refah,
paylaşımcı, bağımsız, laik, istikrarlı, şeffaf ve müzakereci
anlayışa sahip, doğayla uyum içindeki demokratik Türkiye’nin inşası
mücadelesi veren binlerce Cumhuriyet okuru var. Ve bizler oldukça,
Cumhuriyet daima var olacaktır. Hiç kimse merak etmesin!"