'Terör propagandası' suçlamasıyla kapatılan Özgür Gündem gazetesinin Yayın Danışma Kurulu üyesi olduğu için tutuklandıktan 136 gün sonra, geçen yıl aralık ayında tahliye edilen yazar Aslı Erdoğan, “Edebiyatım hakkında biraz daha bir şeyler konuşulsaydı belki hapse girmeyecektim” dedi.
Bir süre önce yurt dışına çıkış yasağı kaldırılan Aslı Erdoğan, denemelerinden bir seçkiden oluşan “Artık Sessizlik Bile Senin Değil” adlı yeni kitabının “Neppure il silenzio é piu tuo” adıyla İtalyancaya çevrilmesine ilişkin Roma’daki bir etkinliğe katıldı.
Hafta başında “Uluslararası Kurgu” dalında İtalya’da Vincenzo Padula Ödülü de alan Erdoğan, Piu Libri Piu Liberi (Daha Çok Kitap Daha Çok Özgürlük) Yayıncılık Fuarı’nda “İsyan etmek, direnmek, yazmak” adlı söyleşide konuştu.
Cezaevi deneyimini, savaş deneyimine benzeten Aslı Erdoğan, “Geriye dönmek mümkün değildir. Cezaevinde değişip değişmediğini anlamak dahi kolay değildir. Oradan dışarıya çıktığımda insanlara değişip değişmediğimi sordum. İlk aldığım ‘evet’ cevabının ardından ağladım” diye konuştu.
“Sizi öldürmeyen şey güçlendirir” cümlesinden nefret ettiğini dile getiren Erdoğan, “Cezaevi bir travmaydı. Her travma senin içinde bir şey öldürüyor, aynı zamanda bir şeyleri de hayatta tutuyor. Aslı’nın içinde de bir şeyler öldü ama bir şeyler de hayatta kaldı” dedi.
“Önce cezalar yağıyordu, şimdi ödüller”
Aslı Erdoğan, etkinliğin ardından Doğan Haber Ajansı’na (DHA) özel bir söyleşi verdi.
Cezaevindeyken 3 ödüle layık görülen, Aralık 2016’da serbest kalmasının ardından da yurt dışından ödüller almaya devam eden Erdoğan, “Eylül’de Almanya’da Erich Maria Remarque Barış Ödülü'nü almıştım. İtalya’da da bu hafta ödüllendirildim. Pazar günü Almanya’da bir ödül daha alacağım. Ama asıl önemlisi, ocak ayında Fransa’da Simone de Beauvoir Ödülü’nü alacağım. Önce cezalar yağıyordu. şimdi de ödüller” ifadesini kullandı.
Aslı Erdoğan, bu ödüllerin bir ayağının, kendisiyle bir tür dayanışma olduğunu zannettiğini belirtti.
“Cezaevine girmeden önce unutulmuş, dışlanmış bir yazardım”
Türkiye’deki sürecin kendisi için aslında epeydir zor olduğunu anlatan Aslı Erdoğan, şunları söyledi:
“Kitaplarımın edebiyat dünyasında kabulü çok zor olmadı ama kolay da olmadı. Fakat ne zamanki köşe yazarlığına başladım, kitaplarımın etrafında bir sessizlik halesi belirmeye başladı. Yani aslında cezaevine girmeden önce epeyce unutulmuş hatta dışlanmış bir yazardım. Sözgelimi, 2013’te Norveç’te çok önemli bir ödül (Özgürlük Ödülü) aldım ben; orada kadınların oy hakkını kazanışlarının 100’üncü yıldönümünde verilen bir ödüldü ve Türkiye’de hiçbir gazete bunu yazmadı. Artık şizofrenik bir durumdu. Yurt dışında 12-13 dile çevrilmişti eserlerim cezaevine girmeden. Türkiye’de bir köşe yazarı olarak yıllardır iş bulamıyordum. Bunun nedenleri çok derin. Mutlaka benim de kusurlarım vardır. Bunun dışında edebiyat dünyasının, benim örneğim üzerinden biraz kendisine bakması gerekiyor. Yani biz kadın yazarlara ayrımcılık yapıyor muyuz yapmıyor muyuz? Ya da kadın yazarların, kendilerine ayrılan köşeye oturmadıklarında, erkeklere tanınan alanda yazmaya başladıklarında acaba nasıl davranıyorum? Sadece Türkiye’de de değil tüm dünyada sorulması gereken soru bu. Bir kadın yazar her yerde ayrımcılıkla baş etmek zorunda. Türkiye’de de bu konuda çok temiz bir sicilimiz yok açıkçası; son derece cinsiyet ayrımcı bir ülke olduğunu ve ana problemlerinden birinin de bu olduğunu düşünüyorum. Yaşadığım 50 yıl, bu görüşümü zayıflatmak yerine güçlendirdikçe güçlendiriyor. 2004 yılında, geleceğe kalacak 50 yazar arasında seçildiğimde Türkiye’de sosyal bir linç kampanyasının hedefiydim benim hakkımda yazılmış bir kitap üzerinden ve derin yarılmayı ilk o zaman yaşadım. Hakikaten Türkiye’de sokağa çıkamadığım günler vardı. Ve bir yerde seni geleceğe kalacak 50 yazar arasında seçiyorlar. Yani en dengeli insan bile birazcık delirir.”
Haberin devamını okumak için TIKLAYIN