Cengis Asiltürk'ten Ünsal Oskay kitabı: Bu romana elmas ustası hassasiyetiyle çalıştım

Sayım Çınar Cengis Asiltürk ile şiir dolu, sinema dolu, edebiyat dolu bir yolculuğa çıktı, dünden bugüne anıları, projeleri, gelecek hayallerini konuştu. Asiltürk’ten müjde var, başrolünde Ünsal Oskay’ın olduğu bir kitap geliyor!

Google Haberlere Abone ol
Medyatava Özel Cengis Asiltürk'ten Ünsal Oskay kitabı: Bu romana elmas ustası hassasiyetiyle çalıştım

Sayım ÇINAR / [email protected]

Bu romana elmas ustası hassasiyetiyle çalıştım!

Suret adlı romanın girişinde kendi hayatınızdan kesitler sunuyorsunuz. Futbolculuk yolculuğuna çıkmış genç bir adamın, sinema ve edebiyatla yoluna devam etmesi şaşırtıcı. Kendinizi tam olarak nereye oturtuyorsunuz?

Üniversite eğitimim için Ankara’ya gidecektim. Bu nedenle de Gençlerbirliği’ne transfer oldum. Okula gitmiyordum. Çünkü benim esas işim öğrencilik değil, futbolculuktu. Bir gün okula uğradım. Bahçede, bıyıklı bir adam (Yücel Ünlü) film çekiyordu. Yanına dikilip, kamerasının vizöründen bakmak istedim. İzin verdi. O an, “tamam, başlıyor işte” dedim. Onunla tanıştım. Ertesi gün kulübe gidip malzemeleri bıraktım. Başkan İlhan Cavcav ile transferimi yapan kulüp müdürü Yüksel Doğanay bana kızdılar. “Aptal mısın sen” filan dediler.

Ertesi gün, Yücel Ünlü ile benim bir hikâyemi senaryo uyarladık. Filmin neredeyse tümünü Yücel Ünlü çekti “yönetmen” olarak benim adımı yazdı. Öyle başladı. Sonra kendi ekibimi kurdum, kendi başıma kısa filmler çektim. Kısa film aşkı filan değildi benimkisi! Uzun film çekecek koşullar olmadığı için kısa film çektim. Yurtdışı ve yurtiçi festivallerde ödüller alındı, alkışlandı, tezahürat yapıldı filan. Bu başarılar, TRT Drama Programları Müdürlüğü kapısını açtı... Orada iyi projelerde, usta yapımcılara (Bünyamin Ersöz, Sinan Yaka, Mustafa Şen, Kemal Bendeş, Sadık Deveci) ve usta yönetmenlere (Ömer Kavur, Tomris Giritlioğlu, Tülay Eratalay, Cafer Özgül, Zafer Par) asistanlık yaptım. Sonra da uzunlu kısalı birçok televizyon filmi çektim TRT için.

Böylece TRT dönemi başlıyor sizin için.

Kadrom TRT’deydi, ancak Drama Program Müdürlüğü Ankara’daydı. Sinema filmi çekmek için İstanbul’a gelmem gerekiyor. Kurumdan izin isteyip istifa dilekçesi verdim. Büyülü Gerçekler ve Albatrosun Yolculuğu filmlerini çekebildim onca yılda. İnkılap Kitabevi ödülü verilen Sırlanmış Zamanın Gölgesinde romanı epey ilgi çekti. Ardından Muleta, Ölüyaprak Vuruşu adlı romanlarım yayınlandı. Suret romanım takip etti onları. Yazmayayım öleyim mi? Birçok insan roman devirmeyi unuttu, yaşamayı da unuttu: Filmler, hikâyeler, serüvenler, şiirler, romanlar içinde yaşamayı unuttu. Hepsi birer ölü! Önölümlerini yaşayan cesetler! Belki kalpleri kırıldı, eğlence istiyorlar... Saçmalık! Bilmiyorum tabi ben! Romanlardan eğlence çıkarmak biraz zahmetli iştir! Biraz kafa yormak, biraz derinlik ister. Karnavalın Ortasındaki Adam romanını yazıyorum. On ikinci yıla girdik.

Geçmişe yolculuk edelim biraz da. Şiirle de aranız iyi... Sevdiğiniz şairleri anlatır mısınız biraz. Bir de şiir kitabınız var. Şiir sende ne gibi duygulara yol açtı?

Annem, şair olmamı istiyordu. Kızkardeşim de... Ben de istiyordum. Bu olmadı.  Çeşitli nedenlerle olmadı. Romanlarımda ve filmlerimde kahramanlarım şairdir ve şairane kişilikler. Şairlik sanatçılar için bir uğrak yeri. Değilse bile, öyle olması gerekir. Şiirsellikten kopuk bir yaşam nasıl olabilir ki? Yaşam serüvenimizde yolumuzun üstünde bulunan ve geçerken bir süre durulup da düşünülen yer, şairlik mekânı. Orada bulunmamışlık kayıp! Orman yağmurunda hiç ıslanmamışlık, ay ışığı altında denize girilmemişlik, şehirde kaybolmamışlık hali bu! Filmlerimi şair gibi çektiğimi, romanlarımı, hikâyelerimi şair gibi yazdığımın bilincindeyim. Tezlerimden biri sinemada diyalektik kurgu, diğeri şiirsel sinema üzerine... Olağanüstü iki danışmanla çalıştım bu tezleri. Sacide Vural ve Ayşe Kıran. İnsan zihninin işleyişini şiirselliğin derinlerine çeken iki çalışma.

Şiirle özel bir bağınız olduğunu biliyorum.

Türk ve dünya şiirinde bilinen, şiirlerinin niteliği tartışma götürmez şairlerle bir kan bağımın olduğunu cesurca söyleyebilirim. Yelda Karataş, Melih Cevdet Anday, Baki Ayhan T., Attila İlhan, Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Cahit Koytak, küçük İskender, Hüseyin Alemdar, Salih Bolat, İsmet Özel, Nurduran Duman, Mustafa Fırat, Baudelaire, Rimbaud, Verlaine, Rilke, Neruda, Bertolt Brecht, Jale Kibritçioğlu, Arseni Tarkovski, Yunus Emre, Walt Whitman, Edgar Allen Poe... Ve ismi şimdi aklıma gelmeyenler. Salih Bolat’ı yakından tanıyorum. Albatrosun Yolculuğu filmini çektik. Başrolde Salih/Şair karakterini canlandırdı. Baki Ayhan T. kardeşim... Onun Soylu Yenilikçi Şiir Manifestosu önemli. Onlar önemli isimler. Şiirleri benim için önemli. Öyle sanıyorum ülke şiiri ve entelijansiyası için de önemli. Şiire bilgin gözüyle bakabilen isimler. Hüseyin Alemdar’la epey güzel şeyler paylaştık... Şairlerin, insanlığa armağan olduğunu düşünüyorum. Hepsi... İnsan, şiirden uzak nasıl bir insandır? Şiirsellikten uzak, ama büyük sanat eseri! Öyle şey olamaz!

Yayınlanmış çok kitabınız var. İyi sinemacılar, iyi romancı da olmayı başarabiliyor diyebilirim. Siz ne dersiniz?

Sinemada Diyalektik Kurgu, Sinemada Şiirsel Anlatım, Sinemada Yaratıcı Yönetmen, Bakış Boşluğu, Sinemada Kamera Rejisi... Elli kadar bilimsel makale, yüzlerce gazete ve dergi makalesi yayınlandı. Çoğu sinemayla ve sinema diliyle ilgili... Romanların dördü yayınlandı; Sırlanmış Zamanın Gölgesinde, Muleta, Ölüyaprak Vuruşu, Suret... Karnavalın Ortasındaki Adam adlı roman baharda yayınlanacak. Her ülkede iki üç tane yönetmenlik ve sinema dili üzerine kitap var. Sinemada Şiirsel Anlatım, Sinemada Yaratıcı Yönetmen, Bakış Boşluğu, Sinemada Kamera Rejisi tüm dünyada yegâne örnekler. Kendi bilimsel alanımla ilgili, böyle çalışmalar yapmalıydım. Alanımla ilgili fikrim, buluşum, sözüm, teoremim olmalıydı. Yeniliğin, söylenmemişi söylemenin, ayrıntıların peşindeyim. Hayat devindiğine göre; her sanat gelişir, söyleyecek ve yaratacak hep yeni şeyler vardır. Dört yaşından beri deliler gibi çalışan biri diye anımsa beni sevgili Sayım... Yönetmen ve roman yazarı benim için aynı sözcükte buluşur: Auteur. İkisi de hikâye anlatıcısı... Roman dili ve sinema dili birbirini devindiren çarklardır. Bu nedenle, roman sanatının anlatı dilini içselleştirmemiş yönetmenlerin iyi filmler kurması mümkün olamadı, tarihi boyunca... Kimileri sinemayı tiyatrodan, kimileri fotoğraf sergisinden, kimileri resimden ayırt edemedi... 

Uğraşmış olduğunuz girişimler içinde en çok tatmin olduğunuz, size en çok tatmin işler aklınıza neler getiriyor?

Benim için, akademide ders anlatmak, roman ya da hikâye yazmak, film çekmek ortak bir paydada buluşur. Bunların hepsinde göreviniz, hikâye anlatmak ve anlattığınız hikâyenin karşıdaki alımlayıcıya (izleyiciye, okuyucuya) geçmesi, onun tarafından yaşanması. İşin gerçeği şu ki, film çekemediğim için acı çektiğimi, ciddi anlamda acı çektiğimi söyleyebilirim.

Pandemi zamanlarında (Beykent ve Yeni Yüzyıl üniversitelerinde) çevrimiçi dersler veriyorsunuz. Derslerinizi biraz anlatır mısınız? Çevrimiçi ders vermeye alıştınız mı?

Alıştık ister istemez. Sinema dersi, hatta hiçbir ders böyle yapılıp, eksiksiz verim elde edilemez, ama koşullar yüz yüze ders yapılmasına izin vermiyor diye ders yapmayacak mıyız? Her işimde kaskatı disiplinle çalışırım... Roman da yazsam, babalık da yapsam, ders de anlatsam, film de çeksem disiplinle çalışırım. Çok güler, çok eğlenirim, ancak Postmodernist sululuğa da hiç tahammül göstermem. “Ekrandan evimize giriyorsunuz adeta” diyor öğrenciler. Evet, ekrana girer, evlerine gider, dersimi anlatır dönerim. Ders başlamışsa her şey susar. Ders önemlidir.

Dünya sinemasına girelim. Hangi akımlara ait filmleri başarılı buluyorsunuz? Sizin sinemacılarınız kimler, merak ettim doğrusu.

Akımlardan değil de tek tek yönetmenlerden ilerleyelim, sevgili Sayım. Federico Fellini, Sergio Leone, Akira Kurosawa, Ömer Kavur, İsmail Güneş, Andrey Tarkovski, John Ford, Marcel Carné, Pier Paolo Pasolini, Abbas Kiyarüstemi, Jean-Luc Godard, Krzysztof Kieslowski, Zeki Demirkubuz, Stephen F. Szabo, Wim Wenders, Stephen Spielberg, Quentin Tarantino, Metin Erksan, Nasır Hemir, Zhang Yimou... Unuttuğum biri var mı? Vardır muhtemelen... Neyse... Benim yönetmenim elbette Theodoros Angelopoulos... Sinema tarihini ikiye bölelim. Angelopoulos Öncesi ve Angelopoulos Sonrası.

İstanbul’da nelerin değişmesini istersiniz? Adanalı olduğunuzu biliyorum. Adana ve İstanbul benzerlikleri denilince aklınıza neler geliyor?

İstanbul’a yararı olmayan ve İstanbul’dan yararlanmayan insanlar niçin burada? Bu, merak ettiğim bir konu doğrusu... İstanbul’da otuz kırk yıldır bir düzelme var, ancak tersine bir evrim de söz konusu... Avrupa kentlerine baktığınızda, senin de iyi bildiğin bir konu, İstanbul’daki şu var olan sorunların ekonomik olmaktan çok zihinsel olduğu apaçık görülebilir. Deniz insanı, eğer Akdeniz iklimindeysek, dünyanın her yerinde aynıdır. Daha rahat, daha özgürlükçü, daha anlayışlı, daha telaşsız... İstanbul’da değişmesini en fazla istediğim şey, Günnur, Engin, Akdeniz, Gökdeniz, Oktay, Türkan, Metin, annem burada olsunlar bana yeterdi... Bir de şu metropol havasının insanları dönüştürdüğü acelecilik değişsin. Dur. Sakin. Daha sakin. Acele ettiğinde hiçbir şeyi kurtaramazsın. Acele edersen hep kötü olur. Özensiz olur. Dur. Sakin. Sakin... Para iyi yaşamak için kazanılır. Para kazanmak için hayatını bozma.

Türkiye gerçeği üzerinden çok az film çekiliyor. Bana katılıyor musunuz? Bu konuyla ilgili neler söyleyebilirsiniz?

Yılda on beş film çekilse. Herkes o on beş filmi mutlaka izlese. Yılda on roman yayınlansa. Herkes o on romanı mutlaka okusa.

Senaryosunu kaleme alıp yönetmenliğini üstlendiğiniz Albatrosun Yolculuğu adlı filmde bir şairin maceralarla dolu hayatını ele alıyorsunuz. Bu filmin nasıl çekmeye karar verdiniz?

Ölüyaprak Vuruşu romanımdan uyarladığım senaryoyu çekmeye çabalıyordum; Salih Bolat (başrol oyuncusu), “bu koşullarda o filmi yapman mümkün görünmüyor, gel başka film çek” diyerek bir öneride bulundu, aklım çelindi, çok da iyi oldu, öyle yola çıktık. Salih Bolat’ın bir hikâyesi başlangıç metniydi. Suç ve Ceza (Dostoyevski, Donkişot Cervantes, Mutlu Ölüm (Camus), Hişt Hişt (Sait Faik), Albatros ( Baudelaire) metinlerinden senaryoyu altı ayda yazdım.

Son olarak; Ünsal Oskay’ın hayatının son beş yılında en yakınındaki kişilerden biri sizdiniz. Şimdi onu anlatan Karnavalın Ortasındaki Adam romanını yazıyorsunuz. Ben romanı kısım kısım okudum yazılma sürecinde harikulade bir roman oldu diyorum kendi kendime. Bunu şimdi, şu röportaj aracılığıyla böyle açıklıkla paylaştığım için umuyorum anlayışla karşılanırım. Bu romanı 12 yıldır ince ince işliyorsunuz. Roman ne zaman bitiyor? Yayıncıların romana yoğun ilgi gösterdiğini yakından takip ediyorum. Bu konuda görüşlerinizi merak ediyorum.

Ünsal Oskay’ın hayatının son beş yılında en yakınındaki kişilerden biri miyim, en yakınındaki kişi miyim, bu konuda bir şey demeyeyim... Karnavalın Ortasındaki Adam (romanın isim babası Baki Ayhan T.), adlı romanı 2008 yılında yazmaya başladım. Bir yıl sonra, Ünsal Hoca öldü. Yola çıkarken, bir Ünsal Oskay romanı yazmaya karar vermiştim, ama yolun yarısında ben bir roman yazmış ve Ünsal Oskay’ı da bu romana başkahraman olarak davet etmiş buldum kendimi. Bu iyi oldu. Ünsal Hoca ruhuyla, aklıyla, serüveniyle, çılgınlıklarıyla, özel bir kişilik olma haliyle gelip romana girdi, oraya iyice yerleşti, romanı alıp sürükledi, orada kendi oldu, zaman zaman başkalaştı. Şimdi kenara çekildim; o romanı ben yazmamışım, başkası yazmış gibi; ona en gerçekçi, en radikal, en ahlakçı, en acımasız tavrımla bakıyorum. Bu roman üzerinde on iki yıldır soluk alıp verirken bile en küçük bir hata yapmamak için bir elmas ustası hassasiyetiyle çalıştım. Şunu, cesaretle ve açıkça söyleyebilirim: Bu romanda bir tek sözcük bile tesadüfen orda değildir. Hiçbir sözcük! Bu romanda, Ünsal hocanın serüveni eksiksiz olarak var. Eksiksiz derken eksilti (ellips) yok demek istemiyorum! Ünsal Oskay hakkında topladığım dokümanlar, 1700 küsur sayfaydı. Benim değil de “romanın işine yarayacak kısmı” anlatıya dâhil ettim, geri kalanı tarihe havale ettim.

Bu romanda, ağırlıklı olarak büyülü gerçekçilik tarzını ve sinematografik roman dilini tercih ettim. Sinematografik roman dili ne? Bunu da ileride konuşuruz...

Yazı sürecini sakladınız mı dostlarınızdan, çevrenizden?

Bu romanı yazmaya başladığımı baştan beri hiç gizlemedim. En az altı yedi yıldır, böyle bir romanın yazıldığı biliniyor. Birçok yayınevi arayıp sordu. Çok saygı duyduğum, dostluğumun bâki olduğunu bildiğim üç yayıncımla konuşacağım. A7 (Arzu Sandal), Kalkedon (Hakan Tanıttıran) ve İnkılap Kitabevi ve ilk kez benim bir kitabımı basmak isteyen yayınevleriyle profesyonel koşullarda görüşülecek. Bu kitabın kitap okuyan herkes tarafından okunmasını arzu ediyorum. Ünsal Hoca iyi tanınan biri; tanımayanlar da onu tanısın istiyorum. Kahkahalarla gülerek, ağlayarak, gülümseyerek, hüzünlenerek okunacak... Sıkı bir serüvende o bilge adam hep yanıbaşınızda olacak. Yıllardır benim yanıbaşımda kendisi. Şunu hemen düzeltelim: Daha doğrusu, ben Ünsal Hoca’nın yanıbaşındayım.

Ünsal Hoca’nın kızları Dalya ve Defne ile konuşuyorum. Çınar Oskay ile konuştuğumuzda, “babama selam söyle” diyor. Çınar’ın selamlarını elbette söylüyorum. Zira Ünsal Hoca bu romanda o kadar capcanlı ki!

Sıradaki Haber İçin Sürükleyin