Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) tarafından Basın Özgürlüğü ödülüne layık görülen gazeteci-yazar Nedim Şener, Cemaat-AKP çatışmasının medya ayağını, Taraf gazetesi ile Mehmet Baransu’ya yapılan suç duyurusunu, Türkiye’deki tutuklu gazetecilerin durumunu ve basın özgürlüğünü BirGün’e değerlendirdi
BirGün'den Gülşah Karadağ'ın röportajı şu şekilde:
"Mehmet Baransu’ya ve Taraf gazetesine yapılan suç duyurusu ile başlayalım. Birçok manipülatif haber yapmış, sizin için daha ortada hiçbir şey yokken ‘Gazetecilikten yargılanmıyorlar’ manşeti atmış bir gazeteden ve gazeteciden bahsediyoruz. Gelinen noktada Baransu’yu savunur musunuz, gazeteci görür müsünüz?
HABERİ, POLİS FEZLEKESİ
Gazeteciliğin düzgün, onurlu yapılanı var; grup, cemaat, bürokrasi,
devlet, hükümet adına yapılanı var; tetikçi olarak yapılanı var.
Burada hangi tür gazeteciliği yapacağı kişinin kendisine bağlı.
Baransu için ben şunu söylüyorum, yazdığı haberlerin çoğunda polis
fezlekesi ya da savcı iddianamesi özelliği var. Polis ve savcıdan
onu ayıran özellik, gazetede yazıyor olması. Bu bağlamda, evrensel
anlamda gazetecilik yapmıyor, şeffaf bir tutumu yok. Kendisini bir
savaşın parçası olarak ortaya koymuş bir insan var. Bunu yaparken
de çok rahatlıkla haksızlık yapabiliyor, insanları suçlayabiliyor.
Ona birileri valizle, klasörle belgeyi veriyordu, Taraf da kontrol
etmeksizin, doğruları yanlışları ayırmaksızın bunu
haberleştiriyordu.
Bugün Baransu’ya vatan haini diyenler dün bize terörist diyordu,
hatta bize terörist diyen koronun başını o çekiyordu. Yazılarıyla
polisin komplolarını, iddialarını kanıtlamaya çalışan bir tutum
sergilemişti. Dolayısıyla Baransu’nun notu bu.
YİNE DE BASINA GÖZDAĞIDIR
Ama burada gazetecilik açısından MİT’in, MGK’nin ve Başbakanlığın
yaptığı suç duyurusu kabul edilebilir değil. Bu, doğrudan basına
gözdağı anlamına gelmektedir. Baransu’yu savunmak için değil ama
gazeteciliği savunmak için açılacak herhangi bir davaya karşı
çıkarız. Gizli belge bulmak suç değil, yayınlamak hiçbir şekilde
suç olamaz. Kamu yararı varsa, toplumu ilgilendiriyorsa, belge
yayınlanır. Baransu’nun yaptığı haberin hangi bağlamda
kullanıldığını, neyi amaçladığını, bir illüzyon yaratıp
yaratmadığını ise zaman ve gazetecilik gösterecektir. Mesela 2004
yılı MGK kararı irticacı gruplarla mücadele eylem stratejisini
ortaya koyan bir karar, bunu sadece Gülen’i bitirme planı olarak
lanse etmek bana kalırsa başlı başına bir dezenformasyon biçimidir.
Bunu daha önce de yaptılar. İrticayla mücadele planlarını, Gülen’i
ya da AKP’yi bitirme planları gibi sundular. Bir yandan hedefin AKP
olduğu, Gülen Cemaatinin de AKP ile aynı yolda yürüdüğü mesajını
topluma verdiler. Bir yandan da kendilerine düşman gördükleri
herkesi tutuklama, dava açtırma, soruşturma, yıldırma, işsiz
bırakma amacı güttüler. Onlar bunu yaparken, aynı Cemaat’in medya
kolundan birileri de tasfiye edilecek gazeteciler analizleri
yayınlıyorlardı. Bunu bir bütün olarak görmek lazım.
O MANŞETLER SAHTEKÂRLIK
»Gülen Cemaati’ne yakın gazetelerin son dönemdeki basın
özgürlüğü manşetlerine baktıkça ne düşünüyorsunuz?
Açıkça sahtekârlık diye düşünüyorum. Bir cemaate, bir çıkar grubuna
bağlı olan gazetecinin, sadece kendisine dokunulduğunda ortaya
koyduğu basın özgürlüğü söylemi bir sahtekârlıktan ibarettir. Ahmet
Şık ve ben tutuklandığımızda attıkları manşetleri bir hatırlamaları
lazım, bunun özeleştirisini yapmaları lazım. Daha ötesi, nasıl bir
gazetecilik yaptıklarını ortaya koymaları, özeleştirisini yapmaları
lazım.
Mesela bizim ODATV davasının ana belgelerinden “Ulusal Medya 2010”.
Belgeyi Ahmet ve ben ilk defa cezaevinde televizyonda Cemaat’in bir
gazetecisinin elinde gördük. Ekrana kafamızı uzattık, acaba ne
yazıyor diye, ekranın öbür tarafını görebilecekmişiz gibi bir
hisle... Oysa o belgeyi bildiğimiz, ona göre hareket ettiğimiz
iddia ediliyor. Böyle gazetecilik yapmış insanlar mı basın
özgürlüğünden söz ediyor?
O BİR SAVAŞIN PARÇASI
İkincisi bizim basın özgürlüğünden anladığımız şey, halkın bilgi
alma hakkıdır. Bir savaşın içinde paydaş olan Cemaat gazetecileri,
toplumun bilgi alma hakkı adına mı hareket ediyorlar, yoksa kendi
cemaatlerinin çıkarları için mi, bunu söylesinler. Bu insanlar
basın özgürlüğü konusunu kimin için savunur hale getirdiler?
Baransu için. Öncesi? Öncesi yok. Daha kötüsü şu. Baransu diyor ki
“Elimde daha bir bavul var. Onu açmadım.” Yani elinde belge var ama
yazmıyor. Neyi bekliyor? İşte, bunu savaşın bir parçası olarak
değerlendiriyor; yazmıyor, tehdit ediyor, ‘zamanı gelince’ yazıyor.
Toplumun bilgi alma hakkı adına hareket etmiyor."
Röportajın tamamını okumak için tıklayınız.