'Cemaat'ten tek samimi bulduğum isim Hakan Şükür'

Deneyimli gazeteci Ahmet Şık, yeni kitabını Medyatava’dan Canan Kaya’ya anlattı.

Google Haberlere Abone ol
'Cemaat'ten tek samimi bulduğum isim Hakan Şükür'

Türkiye’nin son 12 yılının fotoğrafını daha yakından görmek ister misiniz? Gazeteci Ahmet Şık, Gülen Cemaati ile AKP ittifakının nasıl başladığını ve neden sona erdiğini ‘Paralel Yürüdük Biz Bu Yollarda’ isimli yeni kitabıyla gözler önüne seriyor. Şık’ın son kitabı, 2012’de başladığı düşünülen Cemaat – AKP savaşının aslında çok daha önce boy gösterdiğine belgeleriyle tanıklık ediyor.



Ahmet Şık, daha önce yazdığı ‘İmamın Ordusu’ adlı kitabı nedeniyle hayatının 1 yılını hapiste geçirmiş bir gazeteci… Son kitabı ‘Paralel Yürüdük Biz Bu Yollarda’, ise Postacı yayınevinden çıktı ve 17 Aralık haftası yayınlandı. 14 Aralık’ta yapılan medya operasyonunda Twitter’dan yazdığı mesaj çok konuşuldu. O süreçte gözaltında bulunan Zaman gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın görüşme davetini reddetti. Aynı dönemde ‘Empati yapmayı öğrendim’ diyen Hakan Şükür’ün bu söylemini nasıl yorumlayacağı da merak konusu oldu. Deneyimli gazeteci Ahmet Şık’la, son kitabının yanı sıra, Hrant Dink suikastı, Türkiye medyasının durumu ve yeni kitap projesini konuştuk.



'Cemaat'ten tek samimi bulduğum isim Hakan Şükür'



“KORKAK YAYINCILAR BİZİ YAYINEVİ SAHİBİ YAPTI”



'Paralel Yürüdük Biz Bu Yollarda' Postacı yayınevinden çıktı. Daha önce cezaevindeyken yayınlanan 'İmamın Ordusu' kitabınızı bastırma safhasında bir takım zorluklar yaşamıştınız. Bu kitapta da zorlandınız mı?



Kitabı yayınlamak konusunda bir zorlukla karşılaşmadım. Çünkü korkak yayıncılar bizi yayınevi sahibi yaptı. Hapiste iken tutuklanmama neden olan kitabı kimse basmak istemedi. Talip olan ancak siyasal angajmanı olanları da ben istemedim. Bu yüzden kitabı bastırabilmek için bir yayınevi kurdum. Daha doğrusu o dönem sevgili dostum ve meslektaşım Timur Soykan, risk alarak yayınevini kendi adına kurmuştu. Cezaevinden çıkınca da, Timur'un başına bir şey gelmesin diye yayınevinin haklarını üzerime aldım. Dolayısıyla son kitabım 'Paralel Yürüdük Biz Bu Yollarda' da kendi yayınevimden çıktı. Ancak kitabı yazarken zorlandım. Çünkü kitaba başladığımda ortada bu kadar büyük bir savaş, meydan muharebesi yoktu. Bildiğimiz, kamusal alana taşınmış en önemli çatışma MİT soruşturmasıydı. Ancak çatışmanın savaşa dönüşeceğinin işaretleri vardı. Ben de bu patlayacak savaşın ne olduğuna yönelik bir kaynak kitap hazırlamaya girişmiştim. Önce dershaneler cephesi, ardından yolsuzluk soruşturmaları derken iş çok büyüdü. Ortalık kirli ve doğruluğu kuşkulu ‘bilgiden’, ‘haberden’ geçilmez oldu. Sular durulsun diye bir kaç ay bekleyip, süreci takip ettim. Bu aşamada hangi bilgiyi ya da haberi doğru kabul edip etmeyeceğime karar vermek, bunları süzmek hayli yorucuydu.



'Cemaat'ten tek samimi bulduğum isim Hakan Şükür' - Resim : 2



Kitap çıkalı üç hafta oldu ve 17 Aralık haftası yayınlandı. Nasıl tepkiler aldınız?



Çok olumsuz tepkiler almadım. Ya da insanlar durduğu yere göre, bu iktidar savaşındaki siyasal pozisyon alışlarına göre eleştiriyor ya da haklı buluyorlar. Dolayısıyla nesnel olmayan tepkileri çok önemsemiyorum. Kitapta olabildiğince kaynak göstermeye çalıştım. İddia olanları iddia olarak dile getirdim. Ancak kendime dair analizlerimle bir takım tespitler de yapıyorum . Eğer analizlerime itirazı olanlar varsa fikri düzlemde buyursunlar gelsinler tartışalım.



'Cemaat'ten tek samimi bulduğum isim Hakan Şükür' - Resim : 3



“TEHDİT EDİLDİM”



Tehdit aldınız mı?



Ne kadar ciddiye almalıyım bilmiyorum ama zaman zaman sosyal medya üzerinden ya da kimi zaman garip telefonlar açılarak evet tehdit alıyorum. İtiraf etmem gerekirse, özellikle sosyal medya üzerinden yapılan tehditleri zerre kadar ciddiye almıyorum. Sanal alem amigolarının, bir takım çakalların hezeyanları. Eğer kitap bağlamında soruyorsanız ve yeniden hapislik ve benzeri gibi bir şeyi kastediyorsanız hayır, tehdit almadım. Artık kitap yazmaktan, haber yapmaktan tutuklama döneminin en azından bu tehdidin sahibi olan taraflardan birisi olan Cemaat’in ortadan kalktığını düşünüyorum. Çünkü yaptıklarının neye yol açtığını bizlere ve bizim gibi diğerlerine tuzak hazırlayanların kendileri de gördüler. Şu an aynı tuzak ve yöntemlerle kendilerine yönelik operasyonlar yapılıyor. Ancak şunun da altını çizmek gerek ki bizi hapse gönderdikleri süreçteki güçlerine yeniden erişirlerse bunu tekrarlamayacaklarının garantisi yok. Taraflardan diğerine, AKP iktidarına gelirsek, kurulan hukuksuz düzenin devam etmesi için hapse göndermeyecekleri, başına çorap örmeyecekleri kimse yok. Bunun kanıtı da önümüzde zaten. 16 yaşındaki bir çocuk tutuklandı yakın zamanda. Aynı şekilde meslektaşımız Sedef Kabaş'ın başına gelenler, eski parlamenter Feyzi İşbaşaran'ın yaşadıkları önümüzdeki süreçte yaşayacaklarımızın kanıtı. Çünkü hanedanlık mafyasıyla yönetilen bir ülkede hanedanın reisinin ve yanaşmalarının çıkarları ve geleceği için kurgulanıyor her şey. Ama bu düzen böyle gitmeyecek herkes bunu bilsin. Dün muhaliflerinin, bugün geçmiş dönemin kirli suç ortağı Cemaat'in başına gelenler yarın da bu iktidar için söz konusu olacak.



Tarih tekerrür ediyor diyorsunuz yani…



Eğer bir şeylerden ders almak istiyorsanız tarih çok iyi bir öğretmendir. Geçmişin bütün iktidarları da benzer süreçlerden geçmiştir. Aynı şey AKP’nin de başına gelecek.



'Cemaat'ten tek samimi bulduğum isim Hakan Şükür' - Resim : 4



ERGENEKON’LA İLGİLİ KİTAPLAR, YAZAMADIĞIMIZ YA DA NOKTA KOYAMADIĞIMIZ HABERLERDİR”



Bundan önceki kitaplarınızda da yine insan hakları ihlali konularına değinmiştiniz. Özellikle Ergenekon davasıyla ilgili yazdığınız kitaplar çok ses getirdi. Bu tarz konulara eğilme girişimi nasıl oluştu sizde? Ne tetikledi?



Ergenekon soruşturmaları başladığında aktif gazetecilik yapmıyordum. Doğan grubuyla aramızdaki bir hak mücadelesi nedeniyle sektörden atılmıştım. Bilgi Üniversitesi’nde ders veriyordum. Gözümüzün önünden çok sayıda haber akıp gidiyordu. Özellikle de Ergenekon soruşturmalarının olduğu dönemde bu haber akışı çok fazlaydı. Ki başlangıçta o operasyonları önemli buluyordum. Çünkü geçmiş dönemin bir takım kontrgerilla artıkları, bazı kirli soruşturmalara bulaşmış bir takım kirli isimler davanın içinde olunca önemsedim. Ancak iddianameler ortaya çıkınca kimsenin öyle bir niyeti olmadığı ayan beyan ortaya çıktı. Tamamen siyasi ve rövanşist mantıkla kurgulanan, tasfiye edilmeye çalışılan belirli güç odaklarından doğacak boşluğa kendi zihniyet ve kadrolarını yerleştirme amaçlı davalar zinciriydi. AKP-Cemaat suç ortaklığıyla kurulan medya üzerinden yaygınlaştırılan hegemonik dil ile de bu soruşturmalardaki hukuksuzluklara karşı çıkmaya çalışan herkesin kolaylıkla linç edilebildiği, eğer ki tutuklanmazsa haysiyet suikastlarına uğradığı bir dönemdi. Bir yanıyla böyle hukuksuzluklar barındıran öte yanda gerçekten suçlu olduklarına inandığımız bir takım kişilerin içinde yer aldığı karman çorman bir soruşturma zinciriydi. Haber yapılamıyorsa o zaman kitap yazarak yaşananları anlaşılır kılarız amacıyla yola çıktık. Ertuğrul Mavioğlu ile birlikte hazırladığımız iki ciltlik kitabın birinde o döneme kadar ortaya çıkan iddianamelerin özetiyle davaların ne anlattığı, diğer cildiyle de ne anlatmadığını özetlemeye çalıştık. Yani Ergenekon’la ilgili kitaplar, yazamadığımız ya da nokta koyamadığımız çok uzun haberler gibi düşünülebilir. Sonrasında gelen kitaplar da o günlerden bu güne uzanan aralıkta değerlendirdiğimizde aslında 2007’den itibaren gelişen sürecin fotoğrafının tümünü görmemizi sağlamaz; ancak, önemli bir kısmına dair bilgi sahibi edebilecek kaynaklar olarak görülebilir.



'Cemaat'ten tek samimi bulduğum isim Hakan Şükür' - Resim : 5



“BİR YIL SONRA HABER SİTELERİNDEN ALDIĞIM BU KAYNAKLARIN HİÇBİRİNE ULAŞAMAYACAKSINIZ”



Son kitabınızda AKP ile Cemaat'in ittifak ve dağılma sürecini işlemişsiniz. Peki bu süreci anlatmakla amaçladığınız şey nedir?



Kitap üç bölümden oluşuyor. İlkinde, AKP'nin bağrından koptuğu Milli Görüş Hareketi ve Gülen Cemaati'ni merkeze koyarak siyasal İslam'ın uzun iktidar yolculuğu, devamında kirli ittifakın nasıl ve ne nedenlerle dağıldığı, son bölümde de yolsuzluk soruşturmaları ve ardından gelen Cemaat'e yönelik operasyonları konu ediniyor. Her şeyden önce bir yere not düşmek adına bunu yaptım. Ve bunu yaparken de bilenlere değil, bilmeyenlere anlatır gibi ele aldım. Çünkü 20'li yaşlarındaki genç kuşağın sadece AKP, Recep Tayyip Erdoğan ve Gülen Cemaat'i karşıtı olmak üzerinden kendilerine siyasal bir hat çizmesi sakıncalı ve yanlış bir tutum. Bu aktörler sistemin birer aracı ve onlar ortadan kalktığında sorun bitmeyecek. Yerlerine yenisi ikame edilecek. Tıpkı kendilerinin öncekilerin yerine geldiği gibi. Dolayısıyla öfkeyi, karşı çıkışı araçlardan ziyade sistemin kendisine yöneltmek daha doğru olur. Buradan yola çıkarak geçmişin iki kirli suç ortağının kimler olduğunu, hangi koşul ve şartlarda ortaya çıkıp nasıl bir seyir izlediğini anlatabilmek önemli. Ve dağılma sürecinden sonra, özellikle yolsuzluk soruşturmalarının ertesinde ortaya çıkan yasa ve yönetmelikleri de iyi değerlendirmek gerekiyor ki, kitapta bunlara da yer verdim. Çok korkunç, faşizan yasalar çıktı. Polise vur yetkisi, yargıya her muhalifi “terörist” diyerek tutukla yetkisi veren yasalar var artık. Bir diğeri ki gazetecileri çok ilgilendiriyor. Sansür uygulamalarının sınırı belirsiz hale getiren, haber alma hakkının önüne geçmeyi amaçlayan internet yasakları. Örneğin; bir yıl sonra bu kitapta kullanmış olduğum gazete ve televizyonların haber sitelerinden alınan kaynakların hiçbirine ulaşamayacaksınız. Çünkü yeni yasaya göre silinecek. İşin kötüsü küçük bir azınlık dışında kimse bu yasaların ne tür sonuçlara yol açacağını layığıyla değerlendiremiyor. Dolayısıyla bu kitabın iyi bir derleme ve süreci anlamak isteyenler için iyi bir kaynak olacağını düşünüyorum. Şunu da vurgulamam lazım: İnsanlar Cemaat'e ya da AKP'ye taraf(tar) olabilirler. Bu çok doğal. Ancak daha nesnel bir gözle süreci okumalarını tavsiye ediyorum.



'Cemaat'ten tek samimi bulduğum isim Hakan Şükür' - Resim : 6



“CEMAAT KARAR VERMELİ”



Size göre Cemaat'in tanımı nedir? Ne ifade ediyor?



Cemaat'i bir tek tanım içerisine sıkıştırmamız hatalı olur. Zira her ne  kadar yekpare olsa da bir kaç tanım barındıran bir yapı. Bu yüzden Cemaat'i sivil olan ve olmayan kanatlara sahip bir yapı olarak tanımlamayı doğru buluyorum. İnsanlara kara çalmak için hukuksuz uygulamalara, soruşturma ve davalara imza atan bunun için sahte deliller üreten polis ve yargıda örgütlü bir çeteyi içinde barındıran bir yapı. Bu hukuksuzluklara kamusal meşruiyet sağlama görevi üstlenen kamusal alana sahip gazeteciler ve kanaat önderlerine de sahipler. Bir de bunlardan bağımsız ve habersiz dindar kimliğiyle bu harekete gönül vermiş insanlar topluluğu var. Benim için Cemaat, ikinci tanımdakiler ve onlarla herhangi bir sorunum yok. İnançlarını diledikleri gibi yaşamalarını savunuyorum. Başka bir deyişle benim için Cemaat, Ekrem Dumanlı, adı çokça bilinen polis eskisi tetikçi medya mensupları, insanlara tuzaklar kuran polis ve yargı mensupları ve yapılan haksızlıkları kör inançla savunanlar değil. Kendi başlarına gelen haksızlığa sesini çıkaran, haksızlık yaşadıkları için demokrasinin, hukukun kıymetini öğrenen ve bunu öğrendiğini göstermesini beklediğim sokağa çıkıp eylem yapan insanların kendisi. Ancak Cemaat'in görünen yüzlerini maalesef bu insanlar oluşturmuyor. Geriye doğru bakarak düşündüğünüzde Cemaat'in bu kadar büyük bir nefret öznesi olmasında yaptığı hukuksuzluklar kadar bu haksızlıkları meşru göstermeye çalışan kamusal yüzlerinin de etkisi olduğu sonucunu çıkarmak mümkün. Bence Cemaat karar vermeli. İnançlarını dilediği gibi yaşamak isteyen ve kimsenin itiraz etmeyeceğini düşündüğüm bir takım hayır işleri yapmaya gayret eden, kendi iktidarını kurmak için değil de ayrım gözetmeden herkes için hak, özgürlük ve demokrasi içeren siyasi talepler dile getiren şeffaf bir yapı mı olacak? Yoksa şimdi olduğu gibi şeffaflıktan uzak, muhaliflerini hile ve tuzaklarla ortadan kaldırmaya yeminli bir çete ve bileşenleriyle mi kendini var edecek? Sınav sorularının çalınmasından tutun, usulsüz soruşturmalarla insanların özgürlüğünün çalınmasına, bir kısmının cezaevinde sağlığını ve hayatını kaybetmesine kadar sorumlu olarak Cemaat işaret ediliyorsa o harekete gönül verenlerin de oturup bir düşünmeleri lazım. Burada bir gerçek payı olabilir mi diye sorup, nesnel bir gözle değerlendirsinler. Bu haksızlığa hukuksuzluğa sahip çıkanların hepsi hem kul hakkı yemekten hem de insanların özgürlüğünün çalınmasından ve hayatlarının sona erdirilmesinden sorumlu. Bunun günahı da çok büyük.



'Cemaat'ten tek samimi bulduğum isim Hakan Şükür' - Resim : 7



“HIRSIZA HIRSIZ, KATİLE KATİL, UĞURSUZA UĞURSUZ DENMELİ”



Peki ya AKP’liler?



AKP’li olan da gerçekten siyasal angajmanı nedeniyle orada olabilir. Dini muhafazakâr eğilimlerini yansıttığı için o partide kendini ifade edebildiğini düşünebilir. Ama eğer ki dindarlık ölçütse, dürüstlük rehberse, kul hakkı yememek önemliyse hırsıza hırsız, katile katil, uğursuza uğursuz diyebilmelisin. Din tüccarlığı yapan, bütün yaptığı usulsüzlükleri din üzerinden ahlaki bir takım kavramlar üzerinden rasyonel hale getirmeye çalışanlara gözü kapalı inanan insanları, kusura bakmasınlar, ne dindar diye adlandırabilirim ne de dürüstlük peşinde bir parti taraftarı. AKP’ye oy verenler bence şunu düşünmeli; AKP iktidarının tıpkı geçmiştekiler gibi hırsızlık yolsuzluk yaptığını öğrenmek için yasal ya da değil ses kaydından dinlemelerine gerek var mıydı? Sadece Erdoğan ve ailesi ile yakın çevresindekilerin mal varlığındaki artışın kaynağı ne olabilir? Ortada bir usulsüzlük olmuş olamaz mı ve değilse neden yargı önünde aklanmak yoluna gidilmedi? Ama bunun yerine dini değerler üzerinden kendini yakın hissettiği iktidar partisi ve lideri için bir de kendilerine dindar diyerek verdiği her oyla bu hırsızlığa ve yolsuzluğa, kul hakkının yenilmesine ortak oluyorlar. Gezi İsyanları sırasında yaşanan polis şiddetini “destan” diye tanımlayan ve “emri ben verdim” diyerek devlet şiddetiyle katledilen gencecik insanların öldürülmesinin baş suçlusu olduğunu itiraf eden bir liderin peşinden giderek, cinayete ortak oluyorlar. Her kutsal dinin en önemli yasakları olan “can almayacaksın, kul hakkı yemeyeceksin” emrine karşı çıkan bir lidere ve partisine oy vermek, kusura bakmasınlar ama suça ve günaha ortak olmaktır. Benim dini inancım yok. Ama onların var… Otursunlar düşünsünler, eğer ortada bir günah varsa, oy vererek bu günahı işlemeye devam ediyorlar. Aynı şekilde Cemaat tabanı için; bu kadar haksızlığa, hukuksuzluğa, usulsüzlüğe bulaşmış bir yapı bunu bir din adına yaptığını söylüyorsa ortada koca bir yalan var. Samimi dindarlar için günaha ortak olup olmadığını düşünme vaktidir.



“HRANT DİNK SUİKASTI EN ÖNEMLİ KİLİT NOKTASI”



Kitapta Hrant Dink cinayetine de değinerek “Eski derin devlet tetiği çekmiş, yenisi ise örtbas etmişti” demişsiniz. Sizce Dink suikastında Cemaat’e mensup kişilerin parmağı var mı?



Burada sosyolojik tabanı olan ve birkaç milyon insanı kapsayacak Cemaat’in kendinden bahsetmiyorum. O Cemaat’in içerisinde bir takım pis ilişkilere girmiş ve derin devlet faaliyeti diye andığımız bir takım suçlara imza atmış gruplardan bahsediyorum. Hrant Dink meselesindeki bakış açım; bütün bu Ergenekon diye anılan sürecin içinde, Ergenekon, Balyoz, Kürtler için var olan KCK, sosyalistler için var olan Devrimci Karargah ve diğer toplumsal davalar özelinde bakıldığında koca bir süreç ve adını Ergenekon süreci diye tanımladığımız bir dizi davayla bütünlük taşıyor. Bütün bu sürecin ve şu anda yaşanan kavganın en önemli kilit noktası Hrant Dink suikastıdır.



'Cemaat'ten tek samimi bulduğum isim Hakan Şükür' - Resim : 8



Neden Hrant Dink?



Çünkü Hrant Dink bir iktidar savaşının nesnesi olarak öldürüldü ve bu hunhar cinayet araçsallaştırıldı. Şimdi yine bir iktidar savaşının nesnesi olarak araçsallaştırılıyor. Hrant Dink, eski derin devlet zihniyetinden iktidarı devralmaya çalışan yeni derin devlet zihniyeti arasındaki iktidar savaşının kurbanı olarak gözden çıkarıldı. Şimdi de o yeni derin devlet odaklarının birbirleriyle mücadelesinde yine Hrant Dink'in adı kullanılıyor. Dolayısıyla ortaya çıkan bizi gerçek katile ulaştırmayacak bir soruşturma zinciri oluyor. Ben Cemaat’in doğrudan bu işin içinde olduğu şeklinde bir iddiada bulunmuyorum. Daha açık söylemem gerekirse eski derin devlet ve zihniyeti derken, Hrant ağabeyi öldüren siyasal iklimi besleyen bir takım güç odaklarından bahsediyorum. Benim için eski derin devlet tetiği çekti ve öldürülmesine karar vermiş olabilir. Ama yeni derin devlet dediğimiz AKP ve Gülen Cemaati'nin bileşenleri de bu cinayeti engellemediler. Soruşturma dosyasında bangır bangır göstere göstere gelen bir cinayetin hiçbir şekilde engellenmediğini görüyoruz. Sonrasında da örtbas ettiler. Baştan sona koca bir rezaletle karşı karşıyayız.



'Cemaat'ten tek samimi bulduğum isim Hakan Şükür' - Resim : 9



“AKP VE CEMAAT’İ SORUMLU TUTUYORUM”



Neden engellememiş olabilirler?



Bunun tek nedeni Ergenekon soruşturmasının kamusal meşruiyetini Hrant Dink suikastı üzerinden kurmak. AKP-Cemaat savaşı bu kadar şiddetlenmeseydi, Cemaatçi olduğu iddia edilen bir takım kamu görevlileri soruşturmaya dahil edilmeyecekti. Adı ister polis olsun, ister MİT’çi olsun, ister bürokrat olsun, bu cinayeti bildiği halde, geldiğini gördüğü halde engellememek basit bir görevi ihmal suçuyla tanımlanabilecek bir şey değil. Bu doğrudan cinayete ortak olmaktır. Dolayısıyla Hrant Dink cinayetinde tetiği çeken ve çektirenler kadar AKP’nin de katkısı vardır, Cemaat’in de katkısı vardır. Bugüne kadar soruşturulmayan Cemaatçi polisler, şimdi bir iktidar savaşı nedeniyle soruşturmaya dahil edildiler. Suikastta rolleri olanları sıralamak istersek tablo şöyle: Tetiği çeken ve şartları hazırlanmasını sağlayan çakallar var. Ardından suikasttan haberdar oldukları ortaya çıkan, içinde muhbir olarak kullandıkları kişiler de dahil olmak üzere Trabzon'daki polis ve askerler geliyor. Ankara'da suikast hazırlıklarının olduğunun haber verildiği İstihbarat Daire Başkanlığı ve uzantısı olan İstanbul ve Trabzon il istihbarat şube müdürlükleri de bu sürecin önemli aktörleri. Bir de Hrant Dink'in hedef haline getirilmesi sürecinde rol oynayan ve “uyarılmasını” isteyen Genelkurmay Başkanlığı, bu talebi üstlenen MİT Müsteşarlığı ve emri yerine getiren İstanbul MİT Bölge Başkanlığı ve buna yardım yataklık eden İstanbul Valiliği de işin içinde. Suikast öncesinde cinayeti engellemek bir yana sonrasında işin üzerini örtmeye çalışan İstanbul polisi ise bir diğer halka. Yani tüm bu aktörler eskisiyle yenisiyle devletin bileşenleri. Tam bir devlet mutabakatıyla gerçekleşen bir suikast yine tam bir devlet mutabakatıyla örtbas edildi. Devletin görünen ve görünmeyen gücüne sahip olan eski ve yeni sahiplerinin birlikte imza attıkları, örtbas ettikleri bir suikastın adıdır Dink cinayeti. Bu nedenle bu aktörlerin siyasal kimlikleri, angaje oldukları yapının adını koyarak hem AKP iktidarını hem Cemaat'i bu cinayetten sorumlu tutuyorum.



'Cemaat'ten tek samimi bulduğum isim Hakan Şükür' - Resim : 10



Hrant Dink derin devleti hangi nedenle bu kadar rahatsız etmiş olabilir? Sadece Ermeni olduğu ya da gazetecilik yaptığı için mi?



Hedef olması için çok fazla nedeni var aslında. Hrant ağabeyin kim olduğuna bir bakarsak bunun yanıtı ortaya çıkıyor. Bir Ermeni olarak başta devlet olmak üzere kimilerinin gözünde Türk ve Türkiye düşmanı. Sosyalist kimliğe sahip olarak kurulu düzenini karşısında mücadele eden bir muhalif. Bu iki kimliğini damıtarak yaptığı mesleki faaliyeti, gazeteci olarak da devletin kiriyle uğraşıyor. Bunlar da eski ya da yeni sıfatı ne olursa olsun hedef alınmanız için yeterli nedenler. Dolayısıyla eski derin devlet öldürürse, yeni derin devlette ‘Eyvallah yap’ der. Öyle de oldu. Eğer Hrant Dink suikastı hukuğun evrensel normlarını ilke edinmiş bağımsız bir yargı tarafından layığıyla soruşturulursa, biz bütün bu süreci anlayabiliriz.



Şu anki adalet sistemimizle böyle bir soruşturma yapılabileceğine inanıyor musunuz?



Mümkün değil. Türkiye’nin yargı tarihinde böyle bir şey yok ki. Burada bir kontrgerilla, derin devlet suikastından bahsediyoruz. Türkiye’de derin devlet hiçbir zaman araştırılmadı.



'Cemaat'ten tek samimi bulduğum isim Hakan Şükür' - Resim : 11



“FAİLİ DEVLETTİR”



Aynı şekilde usta gazeteci Uğur Mumcu’nun cinayeti de aydınlatılamadı. 24 Ocak’ta da 22. ölüm yıldönümü Uğur ağabey’in…



Türkiye’de aydınlatılmak istenmeyen her cinayetin, her suikastın failinin ‘devlet’ olduğundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Bir suikast karanlıkta kalıyorsa bilin ki faili devlettir. Dün Uğur Mumcu ve Musa Anter'in faili olan devlet bugün de Hrant Dink'in failidir.



“KORKMUYORUM”



Peki bu tarz ciddi konulara eğilen ve yapılan hukuksuz uygulamalar neticesinde cezaevine de girmiş bir gazeteci olarak korkmuyor musunuz? Hrant Dink ya da Uğur Mumcu’nun başına gelen benim de başıma gelebilir diye düşündüğünüz olmuyor mu?



Öncelikle şunu açık bir dille ifade edeyim; gazeteciliğin önüne araştırmacı, soruşturmacı gibi şeyler konulmasına da taraftar değilim. Gazeteci doğası gereği araştırır, soruşturur zaten. Ancak bir yekilde böyle bir tanım da literatüre girmiş durumda. Soruya dönersek; hiçbir zaman kendimi Uğur Mumcu’yla kıyaslayamam. Uğur Ağabey öldüğünde ben Cumhuriyet’te çalışıyordum. Uğur Ağabey’in öldüğü günü çok iyi hatırlıyorum, AFP’nin haberinin başlığı; “Türkiye’de araştırmacı gazeteciliğin sonu” şeklindeydi. Bence çok doğru bir başlıktı. Uğur Mumcu’dan sonra bu ülkede araştırmacı gazetecilik sona erdi. Yaptığım işi araştırmacı, soruturmacı gibi kavramlarla ifade etmek yerine hakikatten ve ezilenden yana gazetecilik diye tarif etmeye çalışıyorum. Bunu da Türkiye’de demokrasinin, temel hak ve özgürlüklerin evrensel normlar üzerinden yerleşik, kalıcı ve yaygın olmasına ilişkin bir çaba diye görmeyi doğru buluyorum. Dolayısıyla bu konulara ilişkin haberler yapıyorum ve bu çoğu zaman birilerinin hoşuna gitmiyor olabilir. Ancak demokrasisi az gelişmiş ülkelerde böyle bir şeyle uğraşıyorsanız, riski göze alacaksınız. O nedenle korkmuyorum. Neden korkayım ki? Korkarsanız işinizi yapamazsınız.



“BİRBİRLERİNE DAİR SÖYLEDİKLERİ HER ŞEY DOĞRU”



Cemaat medyasında özellikle ittifakın kopmaya başladığı 2012 yılından bu yana AKP’nin kirli çamaşırları ve yaptığı hukuksuz uygulamalar ortaya döküldü. Aynı şekilde hükümet medyasında da Cemaat’e yönelik benzer durumları gördük. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Belli ki her iki taraf da bu bilgileri saklamış…



Tarafların kavgasında ikisinin argümanı da demokratikleşme, sivilleşme, temiz toplum ve barış. Ama bunların hepsi koca birer yalan! Tarafların ikisinin de böyle kaygıları yok. Çünkü çok yakın dönemin çok ciddi suç ortaklarıydı ve hepsi birbirinin defosunu bildiği halde hiç seslerini çıkarmıyorlardı. Cemaatçi olduğu iddia edilen hakimler, savcılar ve medyası birden 17 Aralık 2013 günü mü farkına varıyorlar AKP iktidarının hırsızlık, yolsuzluk yaptığını. Ya da iktidar Cemaatçi olduğu bilinen ya da iddia edilen bir takım polis, hakim, savcı ve medya mensubunun aslında bir çete faaliyeti yürüttüğünü birden 17 Aralık yolsuzluk soruşturmasının kendilerini hedef almasıyla mı fark ediyorlar. Külahıma anlatsınlar, bu koca bir yalan! Ben tarafların birbirlerine dair söylediği her şeyin doğru olduğunu düşünüyorum. Kendilerine dair söyledikleri her şey de yalan bunu herkes bilsin!



'Cemaat'ten tek samimi bulduğum isim Hakan Şükür' - Resim : 12



“HERKES ETEĞİNDEKİ TAŞLARI DÖKSÜN”



“14 Aralık’ta yapılan medya operasyonunda Twitter’dan yazdığınız mesajda “Birkaç yıl önceki faşizm döneminin kudretli sahiplerinden Cemaat'in bugün yaşadığının adı da faşizmdir. Faşizme karşı çıkmak erdemdir” dediniz. Bu tweet’inizin akabinde o dönem gözaltında bulunan Zaman gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, serbest kalır kalmaz ilk işinin sizinle görüşmek olacağını söyledi. Ancak siz bu teklifi reddettiniz. Neden?



Ekrem Bey bir şey söyledi ve ben de cevabımı verdim. Bence kapanması gereken bir konu artık. Çünkü neden görüşmeyeceğim ortada. Bir kere hükümetle birlikte ardında Cemaat’in de olduğu bir takım hukuksuzluk zincirini temsil eden bir isim ise eğer Ekrem Dumanlı, ki bence yayıncılık anlayışları öyleydi, bu sadece Ahmet Şık’ın meselesi değil. Her şeyden önce bütün bu hukuksuzluk zincirinde yeri varsa Cemaat medyasının, benimle görüşmek üzerinden temizlenecek bir şey değil bu. Çünkü ben diğer hukuksuzluğa uğramış ve mağdur edilen insanları temsil etmiyorum. Ben kendimden sorumluyum. Kendi durduğum yer üzerinden temel hak ve özgürlükler meselesi, ifade ve basın özgürlüğüne bir bakışım var. Dolayısıyla o tweet’le bu duruşumu yansıtan bir şey söyledim. Bir durum tespitiydi. Hala da aynı yerde duruyorum. Ancak bir takım mağduriyetler üzerinden baktığımızda, bu mağduriyetlerin oluşmasında rol almış insanlarla benim görüşüp görüşmemem belirleyici olmamalı. Bence herkes eteğindeki taşları döksün. Bu yalnızca çok şeffaflıkla tartışarak yapabileceğimiz bir şey olabilir. Şunu da belirtmek gerekiyor ki Ahmet Şık olarak Cemaat'i, medyasını ya da Ekrem Dumanlı'ya değil bir bütün olarak hukuk ve demokrasiye, ifade ve basın özgürlüğüne, mesleğime sahip çıkmaya çalışıyorum.



“DURDUĞUM YER BELLİ VE MİLİM SAPMA YOK”



Peki o tweet’i attığınızda bu kadar dikkat çekeceğini düşündünüz mü?



Pazar sabahına operasyonla uyandık ku sürpriz değildi. Bir şeyler olacağı bekleniyordu. Gazete ve televizyon yöneticilerinin bu şekilde ve iddia edilen nedenlerle gözaltına alınması gerçekten komik. Aynı şekilde dizi oyuncuları ve senaristlerinden örgüt çıkarma mantığı… İddialar doğru bile olsa bence yapılacak bir iş değildi ve bir tepki göstermek gerekiyordu. Ben de o tweet’i yazdım. Doğru bir şey yaptığımı da düşünüyorum. O gün iktidara yakın gazetelerde, televizyonlarda yazı yazan, program yapan arkadaşlarım da aradı. Beni tanıyanlar için bu durum şaşırtıcı olmadı. Benim durduğum yer burası ve milim sapma yok.



'Cemaat'ten tek samimi bulduğum isim Hakan Şükür' - Resim : 13



“CEMAAT’TEN TEK SAMİMİ BULDUĞUM İSİM HAKAN ŞÜKÜR”



Hemen akabinde de Hakan Şükür “Keşke Ahmet Şık’ı daha önce tanısaydım. Bu süreçte bize empati yapabilmeyi öğretti” dedi. Bu söylemi nasıl yorumladınız? Şükür’le ilgili düşünceleriniz neler?



Cemaat tarafında kamusal alana çıkanlardan tek samimi bulduğum insan Hakan Şükür’dür. Hakan Şükür’ü futbolcu kimliğiyle biliyorum. 1990’larda mesleğinin zirvesindeyken ve daha önceki yaşadığı bir evlilikten ötürü bir magazin figürü olarak da hayatımıza girmişti. Yine 90’ların sonunda Hürriyet gazetesinde Hakan Şükür’le ilgili çok uzun bir söyleşi yayınlandı. O zaman şaşırmıştım. Çünkü etikle, gazeteciliğin durduğu yerle ve özel hayatla ilgili bir futbolcudan beklemeyeceğim denli doğru tespitler içeren cümleler kurmuştu. O açıklamalarından bu yana baktığımda, bu son yaptığı açıklamada da ‘Empati kurmayı öğrendim’ diyor ya, benim önemsediğim şey budur işte.



“2015 YILI ÇOK KARANLIK”



2014 medyanın kara yılı oldu. Birçok gazeteci işsiz kaldı… Baskı ve sansür uygulamaları da sıkça gündeme geldi. 2015’i medyanın geleceği açısından nasıl görüyorsunuz? Düzelme olur mu?



Çok karanlık. Medyaya yönelik sansürün ve oto sansürün bu kadar yaygın, yerleşik hale gelmesinin şahikası AKP döneminde olmuştur. Yakın gelecekte de medya çok parlak görünmüyor. Medya sektörünün bütününe baktığımızda neredeyse yarısı doğrudan hükümet bağlantılı. Kalan yarısının içerisinde ‘ana akım’ gibi görünen yerlerde Doğan, Doğuş, Ciner Grubu gibi yerler patronaj ve devlet ilişkileri açısından sıkıntılı yerler olduğu için görece bağımsızlar. İktidarın sopasının sürekli kafalarına ineceğini bildikleri için işlerini layığıyla yapamıyorlar. Düşünebiliyor musunuz; Aydın Doğan medyasının muhalif diye anıldığı bir dönemden bahsediyoruz. Ana akım diye tarif edebileceğimiz ve doğrudan AKP'li olmayanların oranı yüzde 40’a tekabül ediyor. Geriye kalıyor yüzde 10’luk bir yayın grubu. Etkisi az, çok fazla izlenilmeyen televizyonların ve çok fazla satılmayan gazetelerin olduğu yayın grupları… Ve ne yazık ki birçoğu muhalefet ettikleri iktidarı besleyen dil üzerinden yayın yaptıkları için durumumuz gerçekten çok vahim.



'Cemaat'ten tek samimi bulduğum isim Hakan Şükür' - Resim : 14



Hiç çıkış yolu yok mu yani?



Tek çıkış yolu; sahibinin çalışanları, izleyicileri ve okuyucuları olduğu yayın organlarına sahip olmak üzerinden geçtiğini düşünüyorum. Yani kooperatif modeli bir yapıdan bahsediyorum. Her güç odağına eşit mesafede durmaya çalışan ama her zaman ezilenden yana ve haksızlığın karşısında durmaktan yana taraf olan bir yayın organı olmalı. Sahiplik yapısı tamamen izleyicisi, okuyucusu ve takipçisi üzerinden olabilecek bir medya sistemi şu anki mevcutların içinde en bağımsız yayın organı olur. Gerçek yayıncılığın, gerçek gazeteciliğin ve doğru muhalefetin yapılacağı yerin orası olduğunu düşünüyorum.



Şu an üzerinde çalıştığınız yeni bir kitap projesi var mı?



Evet var.



Aynı konularla ilgili mi?



Mümkünse içinde Cemaat, AKP, Fethullah Gülen ve Erdoğan’ın adı geçen bir şey yazmak ya da okumak istemiyorum. Bir buçuk yıldır başka hiçbir şey okumuyorum çünkü.  Yine temel hak ve özgürlükler eksenli bir şey var kafamda. Türkiye’de kitap ve belgesel konusu çok fazla. Hepsi de bir meseleye işaret edebilecek konular.



Yakın bir tarihte mi çıkacak?



Hemen değil. Biraz dinlenmek istiyorum.



 



 



Canan Kaya / Medyatava



canankaya@medyatava.com



twitter.com/ckayacanan



Fotoğraflar: Güneş Turan


Sıradaki Haber İçin Sürükleyin