2002-2007 yılları arasında AK Parti iktidarının ilk TBMM Başkanı olan, 2009-2015 arası da Başbakan Yardımcılığı ve Hükümet Sözcülüğü yapan, ardından aktif siyasetten çekilen Bülent Arınç, BBC Türkçe’den Ece Göksedef’in sorularını yanıtladı.
2000’li yılların başına kadar, yaklaşık 30 yıl Necmettin Erbakan çoğunlukla muhalefetteydi, yasaklar oldu. Buna rağmen bu hareketten, bugün hâlâ etkili olan güçlü bir kadro çıktı. AK Parti 20 yıllık iktidarında böyle bir kadro üretebildi mi?
Bizim siyasete başlamamız, gelişmemiz, güçlenmemiz, belli bir üslup kazanmamız Erbakan Hoca’nın sayesinde olmuştur. Onun için bugün Abdullah Bey’i cumhurbaşkanı yapan, Bülent Bey’i meclis başkanı yapan Sayın Erdoğan’dır derlerse, bunların hepsi bir kenara, bizim hepimizi Erbakan Hoca yetiştirdi. Bizi milletvekili yapan da belediye başkanı yapan da odur.
Bu kadrolaşma bugün sermayeden yiyor. 20 yıldan bu yana kaliteli, güzel insanlar da yetişmiştir ama bugün bunların büyük kısmı yönetimde veya hükümet etmede sorumlu mevkide değildir.
Daha önce “2001’de partimizin başında Sayın Erdoğan olmasaydı kazanamazdık ama o da biz olmasaydık bu kadar güçlü olmazdı, eksik kalırdı” demiştiniz.
Çok doğru.
Bugün Sayın Erdoğan’ın eksik kaldığını düşünüyor musunuz?
O kendi tercihidir. Çevresini o tercih ediyor, birlikte çalıştığı insanlara o karar veriyor. O insanların iyi, başarılı veya kalitesiz olup olmadıklarını ona sormak lazım. Ben onlar hakkında herhangi bir menfî, olumsuz beyanda bulunamam, saygısızlık olur. Ama bunu dert edinen insanlar için söylüyorum, kimse zorla birilerini Sayın Cumhurbaşkanımızın yanına getirmedi. Ailesinden başlayarak suya atılan taşın dalga dalga yayılması gibi, bu çevrenin tamamı Sayın Cumhurbaşkanımızın bizzat kendi arzusuyla olmuştur.
2002’de Sayın Erdoğan siyasi yasaklıydı. Bize “Siz iktidara gelseniz başbakanınız kim olacak?” diye soruyorlardı. O zaman dedim ki “Bizim gücümüz buradan geliyor, ben size 10 tane başbakan adayı ismi sayacağım. Abdullah Gül, Bülent Arınç, Cemil Çiçek, Abdüllatif Şener…” 10 isim saydım.
Eşitler arasında birinci Tayyip Bey olmalıydı çünkü çok muhteşem bir belediye başkanlığı yaptı. Cezaevinden çıkınca halk kahramanı haline geldi. Ama o olmadan biz seçime girdik. Demek ki o olmasa bile AK Parti muhteşem bir parti olarak geliyordu.
Sizin birçok sözünüz siyasi literatüre girdi. ‘Özgül ağırlık’ da bunlardan biri. Erbakan’ın, Demirel’in, Ecevit’in zamanında partilerinde özgül ağırlığı olan çok sayıda isim vardı. Ama son dönemde AK Parti’de bu sayı bir hayli azaldı. Bunun sebebi nedir?
Bunun sebebi de kendi tercihleridir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, bu sistemi savunanlardan birinin ifadesiyle -ki bunun Mehmet Uçum’a ait olduğunu söylüyorlar- bugünkü sistem tek kişilik bir hükümet sistemidir. Onun ifadesi olarak söylüyorum, gerçek de budur.
Bu sistem şu anda tıkır tıkır işlemiyor. Sistemin tümü için demiyorum ama uygulamada bir takım sıkıntılar ortaya çıktı. Sanıyorum Sayın Cumhurbaşkanı da bunun farkında.
İkincisi Ahmet Davutoğlu’ndan sonra çok konuşulan bir mesele, düşük profilli başbakan… Bu bizim yapımıza uygun değil. Düşük profil deyince, her şey iyisiyle doğrusuyla bir numaraya yönelince, özgül ağırlığı olan kişi kalmadı. Kala kala bir ben kaldım, onun da ne kadar azaltıldığını görüyoruz.
Sizin danışmanlarınızın Gülen yapılanmasıyla bağlantılı olduklarına dair haberler çıktı. Bu özel bir tercih miydi?
Türkiye’de bu olayı şöyle yorumlamak lazım. Gülen’in çok tasvip edenleri, çok hayranları olmuştur. Ama hiçbirimiz onların bir gün bir darbe girişimine katılabileceğini bilmiyorduk.
Belki ilk kez sizde söylemiş olacağım. Ben son dönemde Terörle Mücadele Yüksek Kurulu Başkanı’ydım, Milli Güvenlik Kurulu’yla (MGK) hükümet arasındaki ilişkilerden sorumluydum. 2016’nın başına kadar defalarca MGK toplantılarına girdim. Hiçbirisinde ‘FETÖ terör örgütü’ ismiyle bir tehlikeden bahsedilmedi. MGK’nın gündemine girmeyen bir konuyu sokaktaki vatandaşın bilmesi nasıl mümkün olacak?
Benim danışmanlarımın da birkaç tanesi yargılandı, bir tanesi mahkumiyet yedi.
Örgütün ne boyutta olduğunu bilmiyordunuz ama bu danışmanınızın örgütle iltisaklı olduğunu biliyor muydunuz?
Hiçbir şekilde bilmiyordum. Eğer birileri memnun olacaksa yemin edeyim, vallahi de billahi de tallahi de böyle bir örgütle ilişki içinde olduklarına dair bir emare görmedim.
MGK gündemine gelmedi diyorsunuz ama Gülen yapılanmasına mensup bazı kişilerin TSK’ya girmiş olduklarını ve buna dair raporların yazıldığını ama bir adım atılmadığını biliyoruz. Sayın Davutoğlu da söyledi bunları, o dönem başbakandı. Siz farklı bir şekilde geldiğini mi söylüyorsunuz?
Sizin bahsettiğiniz karar 2004’te irticayla mücadele adıyla alınmış bir karardı. O zaman Meclis Başkanı’ydım, meclis başkanları MGK’ya katılmaz. Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarıyla bunları ihraç ediyorlardı. Suçlar da namaz kıldığı tespit edildi, eşinin başında örtü var, gümüş yüzük takıyor diye suçlardı… Biz bunlara 20 sene evvelinden beri karşıydık. YAŞ kararlarıyla ihraç edilmiş insanların 2010 referandumuyla iade-i itibarını sağladık.
Benim bahsettiğim 17-25 Aralık 2013 sonrası gelen raporlar.
O raporlarda hiçbir şey yok. Şu var sadece, madem iddiamı ortaya koydum… 17-25 Aralık’ın biraz öncesinden sonrasına kadar bu yapıya isim vermek için toplandık. Koyduğumuz isim Paralel Devlet Yapılanması’ydı. Arkadan ‘legal görünümlü illegal yapılanma’ ismini taktık, bunda da FETÖ ismi yok. Bir vakıf, dernek olarak, cemaat olarak kurulmuşlar ama bir illegal yapıya dönüşmüşler.
Daha önce ‘dindar insanların Gülen yapılanmasına hüsnüzan etmeleri normal’ demiştiniz, ‘karanlık yüzlerini göremedik onların’ dediniz. Şimdi de benzer şeyler söylüyorsunuz. Fakat bugün de farklı İslamî eğilimleri olan vakıflar, tarikatlar, cemaatler var ve bunların bazılarının devlet içinde bazı kurumlara girdiğine, hatta bazı bakanlıklarda güçlendiklerine dair haberler var. Bu böyle devam ederse yine aynı tehlikeyle karşı karşıya kalmaz mı Türkiye?
Olabilir, kalabilir. Bu tehlike her zaman vardır. Çünkü cemaatler sosyolojik varlıklardır. Cemaatler dün de vardı, bugün de var, yarın da olacak. Diyanet İşleri Başkanlığı olsun, hükümet olsun, bunların cemaat vasfını kaybedip kaybetmediklerine bir denetim mekanizması getirilmesi lazım. Başıboş bırakıldıkları zaman onlar da FETÖ örgütü gibi kadrolaşabilir, kendi insanlarını en yüksek noktalara getirebilir.
Ama cemaatler, tarikatlar eskiden de vardı. Rusya’da İslam’ın ayakta kalmasının, Balkanlarda Müslümanların sayıca hâlâ güçlü olmasının temelinde bu yapılanmalar vardır.
Türkiye’de de böyledir, siyasetçiler bunu çok iyi bilirler. Bunları ziyaretlere giderler, bunların duasını alırlar. Bunlarla ilişki kurarlar, oy desteğine ihtiyaçları olduklarını düşünürler. Hiçbir siyasetçi bunun dışında değildir, açık söyleyeyim.
Sadece AK Parti için değil, tüm siyasetçiler için mi söylüyorsunuz?
Hiç AK Parti’yle ilgili değil. CHP’si de, DSP’si de, şimdiki partiler de cemaatlere, tarikatlara sırt çeviremezler. Bunların iyisi vardır, kötüsü vardır, şüphesiz iyileriyle ilişki kurarlar. HDP’lilerin bile elini öptüğü, saygı duyduğu çok değerli insanlar vardır. Bunlar vatansever, değerli insanlardır.
Zamanında Gülen yapılanması için de benzer şeyler söylendi.
Ama ne var ki son yıllarda kendilerini tarikat mensubu gibi gösteren soytarılar, sahtekârlar türedi. Başka cemaatler oluşumu çıktı, bunların denetlenmesi lazım. Sırtına bir cübbe geçiren adam neredeyse her gün televizyonlarda olmamalı. Ama ben gönülden Allah’a bağlı insanların ne kadar memleket sever olduklarını şahitleriyim, sayıları az bile olsa bu insanlara güvenmek lazım. Kötülerinin de denetlenmesi, ayıklanması lazım.
Hangisinin kötü veya iyi olduğunun ayrımı nasıl yapılacak?
Herkes yapar. Allah akıl vermiş.
Şunun için soruyorum, bunca yıl boyunca Gülen yapılanması devletin içine girerken bunların görünmediği, Sayın Cumhurbaşkanı da dahil olmak üzere üst düzeyden itiraf edildi, ‘kandırıldık’ denildi.
İkisini birbirinden ayıralım. Bunların 15 Temmuz’dan veya 17-25 Aralık’tan önce kendilerine yakıştırılan sıfat ‘hizmet hareketi’ydi ve cemaat olmalarıydı. Fakat her alanda bir numara olmuşlardı. En soldan en sağa, en kırmızıdan en yeşile kadar ortak paydası demokrasi olan insanları bir araya getiriyorlardı. Bunun içerisinden 15 Temmuz’u nasıl düşüneceksiniz? Düşünsünler…
Peki, öyleyse farklı bir cübbeye geçiyorum. Daha önce iki kez hükümetin sert bir tutum içinde olduğu davalarla ilgili “Cübbemi giyesim geldi” demiştiniz. Bugün Türkiye’de adalet iyi işliyor mu, yargı bağımsız mı sizce?
Yargı, anayasa değişikliğinden sonra sadece bağımsız değil tarafsız da oldu, olmalı. Şimdi yeni bir sıfat daha eklendi. Aynı zamanda cesur da olmalı. Bunu ekleyenler siyasetçiler, bence boş değil. Sadece yazılı hukuka bakacak, kararını verecek, temyiz mercileri iyi çalışacak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları veya AYM’nin kararları da uygulanacak. Bunu uygulamak için de cesaret ve kararlılığa ihtiyaç var.
Buradan yargının bağımsız olmadığını düşündüğünüzü anlıyorum.
Sıkıntı var. Tam öyle bir tespit yapmayayım ama bütün olarak yargıda sıkıntı var mı derseniz, var. Hem de çok büyük sıkıntı var. Bu sıkıntıların giderilmesi için Türkiye’de belki bir iklim değişikliğine, anlayış değişikliğine ihtiyaç var.
Sanıyorum bu da olacak çünkü herkesin adaletten beklentisi büyük. Beklenti büyük olunca, ihtiyaç büyük olunca bunun arkası gelir. Gecelerin en koyu zamanı, şafak vaktine en yakın olan zamanmış.
Bu iklim değişikliği bu iktidar zamanında olabilir mi sizce?
Olacak Allah’ın izniyle. Olacak, olmalı.
Sizin bir sözünüz vardı, “Adaletin olmadığı yerde zulüm vardır” diye. O noktada mı sizce şu an Türkiye?
Bu bir gerçek. Devletin dini adalettir, devletin küfrü zulümdür. Bu bizim büyüklerimizin sözüdür. Adaletsizliğin karşısında sadece zulüm olur, haksızlık olur, başka bir şey olmaz.
Düşünebiliyor musunuz, uzun tutukluluktan dolayı… Bir insana bunu reva görmemek lazım. Bu kim olursa olsun. İsim vermiyorum, isim verdiğim zaman tepeme biniyorlar. Ama Ece Göksedef olarak ben size şu bulunduğunuz odadan bir gün hiç dışarı çıkmayacaksınız desem aklınızı kaçırırsınız. Siz bana aynı şeyi yaparsanız ben de aynı duruma gelirim.
Tutukluluk bir istisnadır. Ceza kesinleşene kadar niye içeride kalsın bir insan?
AK Parti bir ‘özgürlükler partisi’ söylemiyle geldi ve farklı kesimlerden oy da aldı ama bugün geldiğiniz noktada ciddi kopuşlar oldu. Bugün artık beş, altı yıl önce kopmuş olan ve sessiz kalan isimlerden yüksek sesle eleştiriler de duymaya başladık. Ne oldu AK Parti’ye? Kırılma noktaları neydi?
İlk geldiğimiz zamandan 2010 referandumuna kadar, 2013’teki bir takım olayların başlamasına kadar, ifade, teşebbüs, inanç ve düşünce özgürlüğünden, fikir özgürlüğünden yanaydık.
Biz güzel bir dönem yaşadık, son zamanlarda belki bazı geri gidişler var. 2011’de yüzde 50 oyu sadece AK Parti’nin çekirdeğinden almadık.
Şimdi alabilir miyiz? Herhalde alamayız.
İşte bunun sebebi nedir?
Bunun sebebi çok. Kale düşmüş de ordu komutanı, kale komutanını çağırmış. Bu kale niye teslim oldu? Efendim 10 tane sebebi var, demiş. E say bakalım? Bir; barutumuz bitmişti. İkincisini saymaya gerek yok demiş.
Barut biterse kaleyi savunmak mümkün değil. Bunu benzer bir hikaye olarak söylüyorum.
Renklerin hepsi güzeldi ama önce beyaz bozuldu. Beyaz lekelendi mi arkası zaten geliyor, alaca bulaca… Güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli güzel günler. Motorları süreceğiz denizin dalgalarına.
Siz zamanında ara vermek gerekir diyerek aktif siyasetten çekildiniz. Sizce AK Parti de dinlenmeye çekilse, iktidarda olmadığı bir dönemde kendine dönse, neleri yanlış yaptık diye sorgulasa, daha güçlü bir geri dönüş olabilir mi?
Bunun için kenara çekilmesine gerek yok, şimdi de yapabilir isterse, belki de yapıyordur. Yani biz gövdemizi sağlam hale getirirsek yeniden eski günlere dönebiliriz çünkü şu halimizle bile milletin ümidi AK Parti’de.
Diğer partilerin oylarını üç beş artırdıkları çok önemli değil ama biz hâlâ çok önemli bir noktadayız. Diğer partiler ona alternatif olacak durumda değiller şu anda. Millet diyor ki “Senin hataların, yanlışların var ama ben ümidimi kesmedim senden.”
Acaba liyakata verilen önem azaldığı için mi bu sorgulama zorlaştı? Başka bir röportajınızda siz söylemiştiniz, oğlunuza mezun olduktan sonra birçok yerden müşavirlik teklifleri geldiğini ama oğlunuzun kabul etmediğini anlatmıştınız. Buradan da anlıyoruz ki siyasilerin yakınlarına bu teklifler geliyor.
Bu ciddi bir sorun. Ama Türk siyasetinde bu eski bir gelenektir. 2002’den 2007’ye kadar meclis başkanlığı yaptım. O zaman meclise alınacak kadroların hepsi istisnai kadrolardı. Tüm dosyaları inceledim, personelin üçte biri milletvekillerinin, bakanların birinci, ikinci dereceden yakınlarıydı.
Şimdi bu ehliyet ve liyakat konusunda çok büyük sıkıntılar konuşuluyor. Ben de şahidiyim. Bu istisnai kadrolar fazlasıyla çalıştırılıyor. Hatta turnike sistemine geçildi. Sizi alıp başka kadroya veriyor, sizin yerinize başka birini alıyor, onu başka kadroya veriyor. KPSS’den 90 almış insan böyle bir şeye girmiyor ama KPSS’de 50 puanı bile olmayan birisini istisnai kadrodan alıyor.
Zamanında Yüksek İstişare Kurulu’ndayken (YİK) “Siyasi bir görev beklemiyorum ama bir görev verilirse hayır demem, yaparım” demiştiniz. Bugün böyle bir teklif gelse ne dersiniz? AK Parti ile kendinizi nerede konumlandırıyorsunuz?
Şimdi öyle bir teklifin geleceğini düşünmüyorum. Ama ben AK Parti’nin kurucusuyum, evin sahibiyim. AK Parti’de benden daha kıdemli insan yok. Ben bu partinin sac ayaklarından, kurucularından, temel taşlarından birisiyim. Buna kızanlar, kıskananlar, beni kötülemek isteyenler çıkabilir. Güneş balçıkla sıvanmıyor.
Başımı AK Parti’den başka bir partiye çevirmem. AK Parti’de olacağım, cumhurbaşkanımızın yanında, çevresinde olacağım. Ona karşı hiçbir zaman rakip olmayacağım diye bir içtihatta bulundum. Beni fazla zorlamasınlar. Çünkü içtihatlar zaman zaman değişebilir.
Muhalefet olarak değil eleştiri yaparak katkıda bulunmak istiyorum diyorsunuz ama son dönemde eleştiri yapan isimlerin bir şekilde sessizliğe döndürüldüğünü, sert tepki aldığını, sizin YİK’ten istifa etmek durumunda kaldığınızı gördük. İçeride kalarak eleştirmenin hâlâ yapıcı olduğunu, sonuç verdiğini düşünüyor musunuz şu an?
Sonucun ne olacağını ben tayin edemem. Ben kendime böyle bir misyon biçtim. Benimki muhalefet değil, eleştiridir. Muhalefet etmek isteyen arkadaşlarımız ayrıldı, partilerini kurdular. Bizim sözlerimiz kâr etmedi, biz mecburen ayrıldık dediler.
Beni fazla zorlamasınlar diyorsunuz, siz de o noktaya gelebilir misiniz?
Gelmem. Ben oradaki içtihadımı değiştiririm de böyle bir içtihat yapmam. Başka bir parti kurmak veya başka bir partiye katılmak düşüncesinde değilim şu anda.
Sayın Erdoğan’a AK Parti içerisinde rakip olmak gibi bir düşünceniz olabilir mi?
Hayır, böyle bir düşüncem kesinlikle yok.
Kısa bir süre önce KHK’lar ve yargıdaki bazı uygulamalar konusunda, eleştirinin biraz ötesine geçip bir muhalefet partisinde yer alan Mustafa Yeneroğlu’yla görüştünüz.
Bunların birbiriyle ilgisi yok. Yeneroğlu çok iyi bir hukukçudur, benim çok beğendiğim bir insan hakları aktivistidir. Adli yargılamalardaki yanlışlıklar üzerine bir kitap yazdı, bana da takdim etti. Ben de istişare etmek üzere kendisiyle görüşmeye gittim. Bu çok olağanüstü bir şey değil. Ben kimlerle görüşüyorum bir bilseler akılları başlarından gider.
Ben HDP’lilerle de, CHP’lilerle de görüşüyorum. Ben hakikat arayıcısıyım. Söylenen söz doğruysa ben o sözü söyleyen kimdir diye bakmam, arkasından giderim.
Ben Ayhan Bilgen’le de konuşuyorum. Biz kabul etseydik bize gelip milletvekili olurdu, bizimkiler sırtını dönünce HDP’den teklif alıp oraya gitti. Bu, insanın kötülük yaptığını göstermez ki; Ayhan Bilgen müthiş bir sosyologdur. Çok başarılı bir belediye başkanlığı da oldu. Partisini kürsüden çok akıllıca savundu. Dağdan gelenlere benzemiyor, o şehirli bir insan.
Kısa bir süre önce kırgın olduğunuzu söylemiştiniz. Daha önce de farklı bir mevzuyla ilgili konuşurken “Gönül almak parti liderinin işidir” demiştiniz. Sayın Erdoğan’ın gönül almasını bekliyor musunuz sizden?
Biz ağabey-kardeş ilişkisi içindeyiz. Özelde bana ağabey diye hitap eder, biz Tayyip Bey diye ona hitap ederiz. Evet, eski samimi günler şu anda yok ama bu bizim özündeki beraberliğimizi değiştirmez.
Elbette bana karşı söylenmiş sözlerden dolayı kendisinden bir helallik dilerim, beklerim. Bu çok önemli çünkü benim için.
Ben onu Bahçeli gibi görmüyorum, Bahçeli geçmişten beri bizim dışımızda bir insan. O ne söylerse onunla başka türlü hesaplaşırız zamanı, zemini geldiğinde.
Ama ağabey-kardeş ilişkisi içerisinde olan insanlar birbirlerini kırmamalı, birbirlerine sırt çevirmemeli. Bir adam eşkıyaya sahip çıkarken benim kardeş diyebildiğim bir insan bana sahip çıkmazsa ben bundan gücenirim. Bunun da helallik olarak bana dönmesini isterim. Biz bunları kendi aramızda halledeceğiz inşallah. Bundan dolayı bir kırgınlığım elbette vardır ama bunu reddedecek noktada değiliz.
Benim de hatalarım olmuş olabilir. Bunu biz kendi mabeynimizde mutlaka çözeceğiz.
Sayın Bahçeli’den bahsetmişken, sizce MHP ile işbirliği AK Parti için bir can yeleği mi yoksa ağırlık mı?
Cumhur İttifakı konusunda Sayın Cumhurbaşkanımız çok iddialı. Bunun mezara kadar devam edeceğini söylüyor ve bu beraberliği kimsenin bozmamasını arzu ediyor. O yüzden eleştiri hakkımı ben şimdilik erteliyorum. Zamanı gelir veya gelmez ama bugün bahs-i değer değil.
İttifaklar her zaman gözden geçirilebilir, her zaman kâr-zarar dengesi gözetilebilir. Statik değiliz biz, şartlar değişebilir. Bu değişen şartlar içerisinde iki taraf konuşup anlaşabilir, belki üçüncü partiye ihtiyaç duyulabilir, belki hiçbir partiye ihtiyaç duyulmayabilir. Bu MHP açısından da olur, bakarsınız ben tek başıma seçime gireceğim diyebilir.
Bugün iktidarda Sayın Bahçeli’nin onay vermediği bir adım atılabilir mi sizce?
Cevap yok, no comment.
50+1 tartışmaları var son dönemde, sizin düşünceniz nedir bununla ilgili?
50+1 Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin hemen hemen temelidir. Birbirinden ayrı düşünmemek lazım. Bunu çok benimsediğim için söylemiyorum ama bu sistem anayasa oylamasından geçti ve buna halk karar verdi.
Ama 50+1’i buradan çıkaralım da diğerleri aynen kalsın derseniz bu birbirinden farklı bir şey olur. Çünkü bu sistemi getirenler ittifaka ihtiyaç duyulacak bir sistemi getirdiler. Cumhurbaşkanımız da bunun farkında, Temel Karamollaoğlu’na söylediklerine bakılırsa.
Bugün seçim olsa ne olur, öngörünüz nedir?
Ben önümü göremiyorum, ufkum daraldı. Eskiden pencereden baktığım zaman 10 yıl, 20 yıl, 30 yıl sonrasını görebiliyordum. Bugün göremiyorum.
Neden göremiyorsunuz?
Göremiyorum. Siz görebiliyorsanız bana da söyleyin.
Siz deneyimli bir siyasetçisiniz. Sizin öngörülerinizin farklı bir anlamı var, onun için soruyorum.
(Gülerek) İnşallah sizin kadar kadir kıymet bilenler çıkarsa evet öyleyim. Şu anda göremiyorum ama ben AK Parti’nin başarılı olmasını istiyorum, başarılı olacağına inanıyorum.
Az önce bahsettiniz, 2001’de siyaset dip noktasındaydı, biz öyle bir ortamdan çıkarak geldik diye… O dönem bir ekonomik kriz de vardı. Şu anda da aynı ortamı görüyor musunuz? Siyaset şu an da dip noktasına gidiyor olabilir mi?
Türkiye’de yaşayan vatandaşlarımız bugün ne kadar çok sıkıntı çekiyorlarsa bu sıkıntılar gerçektir, bu inkâr edilemez. Tabii iktidar bunun sebeplerini farklı şekillerde izah edebilir. Ona da girmeyelim. Ama bu milletin gözü hâlâ “Tayyip Bey, AK Parti bu işi düzeltir” noktasında. Bu ümidin kaybolmaması lazım.
Sayın Karamollaoğlu’nun sözlerinden bahsettiniz siz de, görüşmeleri sonrasında “Durumun kötü olduğunu söylüyorum ama Sayın Erdoğan ‘hayır, muhalefet abartıyor, bence her şey dört dörtlük diyor.’ açıklaması yaptı. Buna Sayın Erdoğan’dan bir yalanlama gelmedi. Sizce de halkın nabzını tutamama hâli, gerçeklikten kopuş var mı?
Bunu ben bilmem. İkisinin arasındaki konuşmanın şahidi değilim. Ben kendi görebildiğim kadarıyla bunları söylüyorum. Herkesin her şeyi söylemesinden de tarafım ben. Sadece takdir değil ki… Bizi iktidara getiren şey takdir değil ki, kimse bizi takdir etmedi. Biz manşetlerle savaşarak, dış dünyayla savaşarak geldik. Ama biz onlara kendimizi anlattık. Biz Avrupa Birliği üyelerinden, ABD’den çok destek gördük.
Yani biz Batı’nın içindeyiz, Avrupa’nın bir üyesiyiz, öyle Şangay, Moskova filan değil. Bizim istikametimiz Batı’ya doğru. Doğudan batıya doğru akan nehrin içindeyiz biz. Bu ışık, bu aydınlanma böyle geldi.
Birleşik Arap Emirlikleri’nden 10 milyar dolar gelecek diye herkesi karşılıyoruz. Halbuki bu insanlar beş, altı seneden beri Türkiye’deki darbenin finansörü olarak anılmışlardı. Buradan dış politikadaki bir gerçeği görmemiz lazım: Ebedi düşmanlıklar yok, ebedi dostluklar da yok, iki tarafın çıkarları var. Bu çıkarlar ne kadar örtüşürse ilişkilerimizi o kadar iyi götürmeliyiz.
2019’da İstanbul seçimleri tekrarlanırken “Geleceğin cumhurbaşkanı adayını yaratıyorsunuz” demiştiniz Sayın Ekrem İmamoğlu için. Millet İttifakı’nın adayı İmamoğlu olabilir mi, sizin fikriniz nedir?
Emin olun bunu bilmiyorum, düşünmüyorum. Ben bizim adayımızın kazanması gerektiğini düşünüyorum. Bizim adayımızın kim olacağı konusunda sadece Bahçeli’nin söylediği var, “Bizim adayımız Erdoğan’dır” diyor.
Ama AK Parti cenahından ve bizzat Erdoğan’ın kendisinden “Ben aday olacağım” diye bir söz gelmedi.
Olmama ihtimali var mı sizce?
O açıdan demiyorum. Cumhur İttifakı iki parti ise Bahçeli kendi çıkarları açısından bizim adayımız budur dedi. AK Parti’nin sözcüsünden, AK Parti’nin genel başkanından, Cumhurbaşkanlığı sözcüsünden “Bizim de önümüzdeki seçimde adayımız Sayın Cumhurbaşkanı” dediğini duymadık.
Dememeleri doğru zaten. Türkiye’de siyaset, Demirel’in tabiriyle 24 saatte bile değişebilecek bir değişim içerisinde. 10 saatte 10 defa gündem değişir. Biz gündemi takip etmekte zorlanıyoruz. Bir günde sabah 9.30’dan akşamüstü 15.30’a kadar altı saatte dolar iki lira birden arttı.
Yani şunu söylemek istiyorum, bugünden yarına bir karar vermemek lazım. Sayın Cumhurbaşkanımız elbette tekrar aday olmayı düşünüyordur, gönlünden geçiriyordur. Ama bunun zamanı şimdi değil. O doğrusunu yapıyor. Yarın bu açıklamayı yapar mı, yapmaz mı? Şartlara bakar, kendi imkanlarına bakar, doğru olan nedir, buna bakar.
Bakın sadece BBC’ye söylüyorum, 2007’de cumhurbaşkanı adayımız kim olacak diye istişareye geldi. Ben dedim ki “Siz beş senedir başbakansınız, çok başarılı oldunuz. Eğer gönlünüzden cumhurbaşkanlığını geçiriyorsanız hiç konuşmayalım, benim adayımsın, arkandayım” dedim. “Ben kendim düşünmüyorum” dedim. Bana cevabı şu oldu, “Ben istişare etmeye geldim, henüz karar vermedim.”
İstişaremizi yaptık, Abdullah Bey üzerinde karar verdik. 23 Nisan’da bu konuşma, 24 Nisan’da bu açıklamayı yaptı. Tayyip Bey bu konuları çok iyi düşünen, çok iyi hesaplayan bir insandır. Dolayısıyla önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimi ne zaman olacak, hangi şartlarda olacak, siyaset nasıl şekillenmiş olacak, buna karar vermesi için bugün çok erken.
Şartlar değişirse Sayın Erdoğan’ın aday olmama ihtimalini görüyorsunuz siz bu durumda.
Ben onu bilmem. Aday olacağı zamanı veya adaylığını ilan edeceği zamanı veya bunun tam tersini kendisi söyleyecektir. Ne zaman? İşte o zaman. Ben o zamanı bilmiyorum, o zamanı da kimsenin bilmesi mümkün değil.
Aday olmaması halinde aklınızda bir isim var mı?
2001’de sizin başbakan adayınız kim dediği zaman 10 tane isim verdiğimi söylemiştim, şimdi o noktada değilim. Benim vereceğim isimler de kimseyi ilgilendirmez, sadece tartışılır hale getirir. Ben şu anda Sayın Cumhurbaşkanımızın inşallah tek başına tekrar cumhurbaşkanlığını da, iktidarı da kazanacak düzeyde çok olumlu, güzel işler yaparak bu işten de başarıyla çıkmasını arzu ediyorum.
Sayın Erdoğan bir şekilde çekilirse AK Parti’yi alıp götürecek bir isim yok mu? O zaman AK Parti bu gücünü de mi kaybedecek?
Siz çok iyi bir sorgucusunuz ama beni bağışlayın ben buna cevap vermek istemiyorum. “Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini” diye bir şiir var. Türkiye yolda kalmaz. Türkiye inşallah sahibini bulur. Benim arzum sadece 40 yıllık arkadaşımın, Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu konudan da başarıyla çıkması.