Paris Sendromu, Paris’i ziyaret eden ve şehrin bekledikleri gibi olmadığını düşünen bazı kişiler tarafından sergilenen bir hayal kırıklığı duygusu. “Kültür şoku”nun en yoğun biçimde yaşandığı bu sendromda kişi, saldırganlık, halüsinasyon vb. delüzyonel durumlarla karşılabiliyor.
Bunun yanı sıra bu sendromda gerçek dışı düşünceler, duyarsızlaşma ve anksiyete gibi semptomlar da gözlemleniyor. Bununla beraber baş dönmesi, taşikardi, terleme ve kusma da bazı kişiler de baş gösterebiliyor. Özellikle Japon turistleri etkileyen bu durum, Çinli, Singapurlu ve Güney Koreli turistlerde de görülebiliyor.
Ne zaman ortaya çıktı?
Bu sendrom ilk kez, Sainte-Anne Hastanesi’nde görev yapan Japon psikiyatrist Hiraki Ota tarafından 1980’li yıllarda tanımlandı ve 1991 yılında bu sendromla ilgili bir kitap yazdı. Japonya’da bulunan Nissei Hastanesi’nden Katada Tamami, 1998 yılında manik depresif özellikler gösteren hastalarının bu sendromdan muzdarip olduğunu ileri sürdü.
Hiraki Ota ve çalışma arkadaşları tarafından 2003 yılında yazılan bir makaleye göre, 1998 - 2003 yılları arasında yalnızca 65 Japon turistin hastaneye bu nedenlerle sevk edildiği, bunların büyük çoğunluğunu 20 ila 30 yaş arasındaki kişilerin oluşturduğunu söyledi. Bu hastalardan 49’una, şizofreni ve diğer psikotik hastalık tanıları konuldu.
Hôtel-Dieu de Paris hastanesinden Youseph Mamodia, bu sendromun gezgin sendromundan ziyade seyahatle ilgili psikopatoloji olduğunu söylüyor.
İtalyan psikiyatrist Graziella Magherini'nin, “La sindrome di Stendhal” adlı kitabında tarif ettiği Stendhal sendromuna benzer şekilde halüsinasyonlara, taşikardi, baş dönmesi ve nefes darlığına neden olan bu sendrom, Paris’te bulunan Japon büyükelçiliğini de harekete geçirdi. 2006 yılında büyükelçilikten Miyuki Kusama The Guardian’a verdiği demeçte "Yılda yaklaşık 30 sendrom vakası ile karşılaşıyoruz ve bu birkaç yıldır oluyor" dedi.
Japonlar neden bu kadar hassas?
Fransız gazetesi Libération, 2004’te sendromla ilgili yayımladığı bir makalede, turistik reklamlar ve medyayı bu sendromun sorumluları olarak gösterdi. Makalede görüşlerine yer verilen Mario Renoux, dergilerin Paris’teki insanları genellikle manken gibi gösterildiğini ve çoğu kadının sürekli büyük moda markalarını giydiği bir şehir olarak lanse edildiğini söylüyor. Japon turistlerin, gerçekle karşılaştıklarında ise hayal kırıklığına uğradıklarını da ifade eden Renoux, özellikle Japon metropollerinin çok daha düzenli olduğunu, Japon turistlerin ise düzensizliğin boy gösterdiği Paris’e geldiklerinde şaşkınlık geçirdiklerini sözlerine ekliyor.