Gezi Direnişi süresince sabah işe, akşam da plazalarından çıkıp eylemlere giden beyaz yakalılar kim? Ne istiyorlar? Radikal Spor yazarı Tanıl Bora, soruların yanıtını GQ Türkiye'nin temmuz sayısı için kaleme aldı.
Radikal bir muhalefetin pek görülmediği, “iş ve çalışma manyağı”
imajıyla bilinen Japonya’da, 2003’te Irak Savaşı’na karşı
beklenmedik bir protesto dalgası koptu. Esas şaşırtıcı olan,
protestocuların toplumsal profiliydi. “Freeter” denen tiplerdi
bunlar. Kendilerini tanımlamak için uydurdukları bu kelime,
İngilizce freelance (serbest çalışan) ve Almanca arbeiter (işçi)
sözcüklerinden türetilmişti. 80’lerin sonlarında ortaya
çıkmışlardı. Üniversite mezunu, meslek sahibi fakat tam zamanlı ve
düzenli çalışmayan, kimisi zaten bunu tercih etmeyen gençlerdi
freeter’lar. Kariyer hırsı taşımıyor, hayatlarının anlamını işten
çok eğlencede arıyorlardı.
2003’teki Irak Savaşı protestolarını da böyle geliştirdiler zaten:
“Cool” ve mizahi sloganlarla, medya araçlarını zekice kullanarak,
müzikli/danslı/performatif gösterilerle… İdeolojik önderlik
girişimlerine soğuktular. Eğlence havasında, şaka maka, polisin
sıkı denetimi altında neredeyse siyaseten tabu olan Japon
sokaklarında kendilerine alan açmayı başardılar. Gerçi tamamen
barışçı, şiddetten uzak tavırlarına rağmen polis bir noktada bahane
üretip “şiddete başvurdukları” iddiasıyla gözaltılara girişmekten
geri kalmadı. Polisin evrensel “numarası”! Ne olursa olsun,
freeter’lar bu eylemleriyle, iş manyağı Japon toplumunu şoke eden
bir iz bıraktılar neticede.
Japon freeter’lardan sekiz sene sonra ABD’de, aşağı yukarı aynı
toplumsal profil sokaklara döküldü: Üniversite öğrencileri,
diplomalı işsizler ve medya, finans vs. entelektüel emek sektörünün
kalifiye çalışanları. Kısacası beyaz yakalılar. 2003 Japonya’sıyla
arada bir fark vardı ama. Bizzat Japonya örneğinde değişim
görülebilirdi: Orada 2001’de yaklaşık 4 milyon olan freeter sayısı
şimdi 10 milyona yükselmişti ve bu artış içinde büyük çoğunluk,
keyfinden az çalışanlarda değil, geçim güvencesi sağlayacak iş
bulamayanlardaydı.
ABD’de de üniversiteliler ve yeni mezunlar, işsizlik tehdidiyle
karşı karşıyaydı. Beş gençten biri işsizdi. Sıkı bir CV “yapmak”
için yıllarını vermiş, kurslarla burslarla bir yığın borca
girmişlerdi ve gelecek tümüyle belirsiz görünüyordu. 2008’deki
büyük krizin ardından ekonomik kaynakların büyük ölçüde finans
sisteminin tamiratına yığılmasına feci öfkeliydiler. Toplumun ortak
serveti üzerinde, kamu kaynakları üzerinde söz hakkı talebiyle
sokağa çıktılar, Ekim 2011’de New York’un ünlü finans merkezi Wall
Street’i işgal ettiler. Sosyal medya üzerinden müthiş esnek
örgütlenen, merkezsiz Occupy (İşgal) Hareketi böyle
doğdu.
Mavi yakalı işçiler de sonradan destek verdiler ama hareketin
omurgasını beyaz yakalılar oluşturuyordu. Birçoğu ilk kez bir
gösteriye katılan insanlardı. Yine barışçı gelişmesine rağmen bir
zaman sonra şiddetli polis müdahalesine uğrayan Occupy Hareketi
100’den fazla ABD şehri yanında, dünyanın birçok ülkesine yayıldı.
Genç nüfus içinde işsizliğin yüzde 50’ye vardığı Akdeniz kuşağı
ülkelerinden İspanya’da ABD’deki kadar etkili oldu.
Hemen hemen bütün dünyada, Batı’daki '68 gençlik hareketine
benzeyen alametler belirdi. “Okumuş çocuklar” sokaklarda, gözü kara
bir şekilde polisle karşı karşıya geliyor, eğlenceli sloganlarla
protesto eylemleri yapıyorlar. Bugünün ‘68’den farkı,
politik-ideolojik rehberlere pek ilgi gösterilmemesi. Bir de,
üniversite öğrencileri yanında, diplomalı işsizlerin ve aynı
zamanda iş güç sahibi tahsillilerin de sokaklara
dökülmesi.
Haberin devamı için tıklayın.