Bir İnanç Öyküsü: Bavulumda Söyleşiler ile Sayım Çınar
Sayım Çınar Profil Yayınları etiketiyle Bavulumda Söyleşiler adlı ikinci röportaj kitabını yayınladı. Ahmet Ümit, Ali Poyrazoğlu, Gülenay Börekçi, Nilgün Belgün, Deniz Akkaya… Daha nice isim aynı kitap içinde yerini alıyor. Sayım Çınar ile Bavulumda Söyleşiler’i, sektörü, Çınar fenomenini konuştuk.
Sayım Çınar öyküsü özel ve özellikli bir hikaye. Mercan’dan alınan bir bavul devamında yayıncılar ile yazarlar arasında bir köprüye dönüşüyor ve son noktada bugün Sayım Çınar ikinci kitabına imza atan bir yazar, aynı zamanda önemli bir yazar ajansı. Her noktada ise kitap emekçiliğini sahipleniyor. Nasıl değerlendirmeli gelinen noktayı?
Herkesin bir hikayesi vardır, baştan bunu kabul etmek gerekiyor. Rolümü ve hikayemi abartmam, olan durumu yansıtabilir ve anlatabilirim yalnızca. Sıradanlığı sevmiyorum. Hiçbir zaman sıradan olmadım. İyi yazarları, iyi editörleri, kitapçıları hep önemsedim. Cağaloğlu’nu hep önemsedim. Orada var oldum ve iyi ki var olmuşum, iyi ki o bavulu almışım bugün diyorum. Bugün ikinci kitabım yayınlandı. Mutluyum ve hikayemi seviyorum. Her aşamasında vardım ve bu önemli bir durum bence. Özenli bir seçim yaptım kitabımda, koyacağım isimleri çok önemsedim. Her isim bir hayat öyküsüne denk geliyordu. Huzurlu ve mutluyum, sanırım bu en önemlisi, kitabının içine sinmesi. Acemilik yaşamadım kitabımın hiçbir noktasında, bu da o bavulla başlayan hikayemden dolayı, geçmişimi sahipleniyorum. Her aşamayı bilmek ve anlamakla ilgili bir durum.
“Bugün bavulumla beraber yol aldığım yazarların bazılarında kimi değişiklikler var, geldikleri nokta beni üzebiliyor.”
Bavulunuz çok meşhur, bu noktada o bavulda ilk hangi kitaplar vardı merak ediyorum, ilk anlattığınız kitaplar hangileriydi?
Benim dönemimde Amin Maalouf, Ahmet Altan, Perihan Mağden, Elif Şafak vardı. Her birini ayrı önemsedim ve ciddiye aldım. Ahmet Ümit de liste başıydı hep. Bugün bavulumla beraber yol aldığım yazarların bazılarında kimi değişiklikler var, geldikleri nokta beni üzebiliyor. Kendilerini tüketmeleri, edebiyatlarını tüketmeleri beni üzüyor. Sektör değişti bunu kabul etmeli. Ben de dönüştüm, değiştim, çağa ayak uydurdum. İyi roman beklemek kısmına gelince, hiç değişmedim. İyi edebiyat hep önceliğimdi hep de öyle kalacak.
Değişen sektörü nasıl değerlendirmeli? Artık yayınevi de değişti, editör profili de değişti, yazar da belli noktalarda farklı motivasyonlarla yola çıkıyor. Nasıl okuyorsunuz yeni çağın yeni edebiyatını?
İyi kitaplar için iyi editör gerekiyor, bence kötü yazarın P&R’ından çok, iyi yazarın P&R’ı önemli. Örneğin Esin Övet’i temsil ediyorum, öykülerini o yazdıkça ben okuyorum, değerlendiriyorum, yorumlar yapıyorum. Bir yönüyle editör olarak da çalışıyorum. İyi bir yayıncı arayışındayım. Duygu olarak da doğru yayıncıyı arıyorum. Onur Baştürk’ün yeni kitabı Altın Kitaplar’dan çıkacak, bunun da heyecanını yaşıyorum bir yandan. Gerçeğin peşinde bir yazar Onur. Atilla Dorsay gibi bir duayenle çalışıyorum bir yandan da. Her söylediği, her yazdığı önemli bir duruma denk geliyor, bunun takipçisi parçası olmak çok önemli.
Edebiyat dünyasında P&R denince de bir marka olarak karşımıza çıkıyorsunuz. Bu noktada görüşleriniz çok önemli, kötü bir yazar doğru tanıtımla satabilir mi sizce?
Kötü yazarı okur sevmez. Zorla bir kitap satmaz. Halkla ilişkiler, tanıtım, reklam ikinci plana düşüyor. Depolarda çürür en iyi ihtimalle basılan onca kitap. İzzet Çapa örneğin, bir kitabı bir yazarı gözüne kestirsin, onu alıyor toplu olarak, çeşitli özel günlerde okuruyla buluşturuyor. Değer her şeyden önemli. Kitabın hediye olması meselesini de bu noktada gündeme getirmek isterim. Büyük şirketler komik hediyelerin, tuhaf ajandaların peşinden gitmektense bence iyi kitapları toplu almalı ve devamında okuruyla buluşturmalı. Bu edebiyata da yazara da hizmettir. Kitaba daha ciddi bakmak gerekiyor bana göre.
“İyi ki söyleşi yapmışım bu isimlerle, iyi ki yollarımız kesişmiş.”
Bavulumda Söyleşiler’e geri dönersek... Önemli isimler yer alıyor kitapta, çoğu okurun görüşü ve merak ettiği bir noktayı sormak isterim size. Bu kadar yüksek egolu, başarılı, güçlü ismi nasıl bir çatı altında buluşturabildiniz?
Mehmet Ali Erbil, İzzet Çapa, Gülenay Börekçi, Ahmet Hakan ve daha nice isimler... Hepsi aynı çatı altında, doğru. Bir örnekle gideyim, ben Gülenay’ın yaptığı şeyi çok kıymetli buluyorum. Hande Şarman, Habertürk’te çok farklı bir yol izleyerek büyük başarılar kazanıyor. Edebiyat emekçileri benim için hepsi. Pop isimler de koydum yanlarına. Aslında ben eşitlikçi, sosyalist bir anlayışla kitabımı hazırladım. Herkese çok yakın ve çok uzak durdum, böylece hepsini bir çatı altında toplamayı başardım. Bazıları uzun cevaplar verdi, bazıları kısa. Ama her defasında etkili sorulara etkili yanıtlar aldım. İyi ki söyleşi yapmışım bu isimlerle, iyi ki yollarımız kesişmiş. Okumanın değerini bir kez daha gördüm. Gündemi takip etmem de etkili tabii bu kadar ismi bir çatı altında toplamamda. Başarının peşinde oldum hep.
Sosyal medyayı da çok etkili kullanıyorsunuz, hem hayata dair hem sektöre dair çok önemli ipuçları ediniyor okur sizi okurken. Nasıl görüyorsunuz twitter dünyasını özellikle?
Sosyal medyayı çok etkin ve güçlü kullanan isimler var, bir de çamur atmak, üzmek yıpratmak için kullanan. Ben aforizma da paylaşıyorum, sektöre de dair haberler veriyorum. Sosyal medyanın amacının da bu olduğuna inanıyorum. İyi bir okur olarak da kullanıyorum aslında twitter’ı. Denemeler yazıyorum, kavuşmak istediğim sevgilimi de yazıyorum, heyecanlandığım kitabı da. Kendimle dalga geçtiğim zamanlar da oluyor. Takipçilerim de çok farkında her şeyin, yazdığım her şeyin bir karşılığı var okurda. Bu da beni daha çok heveslendiriyor. İyi kullanıldığında sosyal medya, günlük gazetecilikten farksız.
Her gün yeni yayınevleri kuruluyor, bunu nasıl değerlendirmeli?
İyilerle kötüler bence artık ayrılabiliyor. İyi olanlar ayakta kalıyor, kötü olanlarsa birkaç kitaptan sonra yok olup gidiyor. April Yayıncılık örneğin 100. kitabını yayınlandığı haberini veriyor sosyal medyada, ben sektörü iyi bilen biri olarak bile şaşırıyorum. Sanki binlerce kitap yayınlamışlar gibi, bunda da her kitabı proje olarak görmelerinin ve sürekli yenilikçi işler yapmalarının etkisi var Altın Kitaplar daha geleneksel olmakla birlikte genç yazarlara kapılarını açıyor. Ciddiyet her şeyden önemli galiba. Bir yanda da ayda beşin, onun üzerinde kitap yayınlayan yayınevleri var. Bu tip yayınevleri beni endişelendiriyor, her kitaba hak ettiği değeri ne kadar verdiğine dair şüphe ve korkularım oluyor. Ben mesleğe ilk başladığımda gazeteler de, kitap ekleri de bu kadar çok değildi. Ne olursa olsun Radikal ve Cumhuriyet kitap ekleri çok önemli bir misyon yüklenmişlerdir. Vatan Kitap devamında çok önemli bir boşluğu doldurmuştur, Milliyet de öyle, Habertürk’ün kültür sanatı da öyle.
“Yıllarca bu insanlara kitap sattım ben. Nereden nereye diyorum bir yönüyle.”
Geldiğiniz noktayı nasıl değerlendiriyorsunzu?
Sektörün sırrı şu: İyi olmalısınız ve çok emek vermelisiniz. Diğer türlü yok olur gidersiniz. Arkanızdan söylenenleri duymamalısınız, hep geleceğe yatırım yapmalısınız. Dedikodu olduğunu düşünenler var sektörün, sırf bu şekilde yürüdüğünü düşünenler var, ben bunu yok sayıyorum. Bundan kısa bir süre önce önemli bir kitap geldi ajansıma, dünyayı dolaşan önemli bir isim bana kitabını teslim etti, ben iki günde yayıncı buldum bu kitaba, daha güzel ne olabilir? Bugün Destek Yayınları’na gittim, yeni kitabımızı anlattım, şimdi birlikte aynı heyecanı yaşıyoruz.
“Aura ve inanç çok önemli.”
İlk kitabı yayınlatmak isteyen yazarlara vereceğiniz tavsiyeleri bu noktada çok önemsiyorum, ne dersiniz, nasıl bir yol izlemeliler?
Bence iyi kurgu, iyi hikaye, iyi dil gerekiyor. Yeni bir şey yapmalısınız, çünkü okur çok akıllı ve onu kandıramazsınız. Aura ve inanç çok önemli. Kendi kitabım için de geçerli bu, eğer söyleşilerime, isimlere, dile, hikayelerine inanmasaydım, bu kitabı yayınlamazdım. Diğer türlü bu kitabın da bir anlamı yok. Bavulumda Söyleşiler demek benim kalbimdeki, tarihimdeki hikayeler demek.
Yazar ajanının da önemi bu noktada öne çıkıyor sanırım.
Bu işi iyi yapan isimler var sektörde. Kalem Ajans, Anatolialit, ONK. Hepsini son derece değerli ve iyi buluyorum. Yine de yazar ajansları üzerinden elde edilecek şöhret konusunda çekincelerim var. İyi yazar her durumda yerini bulur bence. Yıllarca hep başkalarının söküğünü diken biri olarak şimdi kendi kitabıma sahibim, hem empati yapabiliyorum, hem de bazı şeyleri daha net görebiliyorum.
Sıradaki projelerinizden de bahsedelim isterim bu noktada. Neler var Sayım Çınar’ın ajandasında?
Her yıl bir söyleşi kitabı yapacağım, arşiv niteliği de taşıyor. Yemek kitabı yapacağım, mekanlar, fotoğraflar ve hikayeler.
Söyleşileriniz arasında sizin bir favoriniz var mıdır?
Nilgün Belgün’le röportajımı çok önemserim, hem çok gülmüş hem de çok güzel şeyler konuşmuştuk İstanbul’a ve insana dair. Bavulumda Söyleşiler’de de yer verdim bu güzel söyleşiye. Mehmet Ali Erbil söyleşini aynı şekilde çok önemserim. Deniz Akkaya hikayesi de güzeldir. Önyargıları kıran bir söyleşidir. Ali Poyrazoğlu bir ustadır, dili, üslubu çok kıymetlidir.
“Belki de yalnızlığımı söyleşilerimle hafifletiyorum.”
Doğru sorular gerçek yanıtları getirir diyorsunuz. Bu sloganı açalım bence.
Doğru sorulara hakikate ulaştırır. Gerçek olan güzel olandır. Ben bu izleği seviyorum. Kendini büyük sanan, güçlü sayan, egoları şişik isimleri sevmiyorum. Saatçi Peygamber kitabına bayılmıştım, söyleşisini yaptım. Egoyu önemsemem, ben enteresan olanın peşindeyim. Belki de yalnızlığımı böyle hafifletiyorum.
“Kendi ülkemde kendimi zenci gibi hissettiğim çok zaman oldu.”
Yurtdışında olup bitenleri de yakından takip ettiğinizi biliyorum. Sürekli seyahatler ediyorsunuz, sektörü karşılaştırıyorsunuz mutlaka. Sizce iyi bir söyleşici çok da seyahat etmeli mi?
Çok seyahat eden çok hayat tanır bu gerçek. Kendi ülkemde kendimi zenci hissettiğim çok zaman oldu. Burada yaftalamak çok kolay. Oysa Berlin’de özgürlüğümü en baştan tanıyabildim. Almanya’da kitapçıları gezdim, Esmahan Aykol’u, Orhan Pamuk’u, Elif Şafak’ın kitaplarını gördüm. Bu beni gururlandırdı ve heyecanımı, inancımı, artırdı. Düşünsenize İtalya’da Esmahan Aykol var, üstelik çok da satıyor, bununla gururlanmamak mümkün mü? Kendi ülkene inancın da tam da bu noktada tazeleniyor.**
*Peki hiç hayal kırıklığı yaşadınız mı, herhangi bir ismi koyduğunuz yerden farklı bir noktada buldunuz mu söyleşi sonrası?*
Ben sanırım içgüdülerimle hareket ediyor ve hayal kırıklığı yaşayacağımı bildiğim isimlerle röportaj yapmıyorum. Bazı isimler devamlı benden söyleşi talebinde bulunuyor ve ben uzak duruyorum. Yazarken ve konuşurken aynı olan insanı seviyorum.
“Sadece masa başında değil hayatın içinde de çalışıyorum.”
Bütün bu enerji nereden geliyor? Gün sizin için kaç saat? Son olarak bunu sormak isterim.
Zamanın akışına ve gücüne kim inanabilir ve inansa da karşı koyabilir ki?Zamanla yarışmıyorum ama çalışıyorum, sadece masa başında değil hayatın içinde de çalışıyorum. Belki asıl sevdiğimden uzak olduğum için yalnızlığımı dolduracak alan olarak söyleşileri seçiyorum. Gezerek yalnızlığı kapatıyorum, başka insanların hayatları üzerinden.
İstanbul odaklı yaşamıyorsunuz. Her şehirden her ülkeden isimlerle söyleşileriniz yer alıyor Bavulumda Söyleşiler’de...
Ben İstanbul değil hayat odaklı yaşıyorum. Jale Arıkan Malatya’daydı, Eylem Yıldız doğuda. Hislerim beni yönlendiriyor biraz da. Jale Arıkan’ın en iyi kadın oyuncu olacağını baştan biliyordum, söyleşiyi de böylece herkesten önce yaptım. ‘Ateşin Düştüğü Yer’ Oskar adayı olmadan önce ajandamdaydı.
Medyatava'da nasıl bir ekiple çalışıyorsunuz?
Medyatava ile medya röportajları yaptım, orası benim ailem gibi. Medyatava benim için bir okul gibiydi. Orada çok şey öğrendim. İyi editörlerle çalışmak size daima yeni şeyler öğretiyor. Medyatava'da da ben kendimi her zaman okuldaki bir öğrenci gibi hissediyorum.