SOFIE’NIN SEÇİMİ Mİ? AYŞENUR’UN SEÇİMİ Mİ?
Günlerden cumartesi. ATV’den Star’a gidişimizin üzerinden
henüz birkaç ay geçti. Akşam bülteninde editörlük yapıyorum,
muhabir arkadaşların kaleme
aldıkları haber metinlerine göz atıyor, gerekirse düzeltiyorum.
Birden, masamın üzerine bir belge bırakıldığını fark ediyorum.
Yanımda, ATV’den Star’a geçtikten sonra bülten sorumluluğuna
getirilen genç arkadaşımız duruyor.
-Ayşenur Hanım bundan haber yapmanızı istiyor.
Masamın üzerine bırakılıveren kağıtta neler olduğunu bilmesem de
hissediyorum. Çünkü Star haber merkezi bir kaç gündür artık Aydın
Doğan’a karşı haberler hazırlamaya başladı. Metinler “yukarıdan”
geliyor ve biz,
yani ATV’den gelenler tarafından değil, Star’ın eski kadrosu bir
kaç arkadaşca hazırlanıyor. Şimdilik...
Ve bu “haberlerin” haber değerinin olmadığını, tek amacının karşı
tarafa saldırmak olduğunu herkes biliyor.
Ayşenur Arslan cumartesi ve pazarları çalışmıyor.
Gerekli olduğunda telefonlaşıyor, kritik kararlarda onayını
istiyoruz.
Ya da Ayşenur Arslan gerekli gördüğünde bizleri arıyor.
Ama bu kez aramamıştı, haber yapmamı istediği “belge”, bülten
sorumlusu aracılığıyla gelmişti.
Masanın üzerindeki “belgeye” bir göz atıyorum. Aydın Doğan’ın
aldığı krediler. Şirketler arasındaki hesaplarda para transferleri.
Rakamlar, rakamlar. İstenen belli. Bu metinden yararlanılıp Doğan
grubuna karşı “haber” yapılacak.
Metni geri veriyorum.
-Ben böyle bir haber yapmam!
-Ama Ayşenur Arslan sizin yapmanız gerektiğini söyledi.
-Hayır, beni arasın, bana söylesin o halde!
ATV’den geldiğimizden beri korktuğumuz şeydi bu. Uzan grubunun
hırçın ve saldırgan üslubuna alet olmak, piyasadaki holdingler
arasındaki kavgalarda
haberlerimizle “taraf” konumuna düşmek. Bu nedenle de biz bir
grup arkadaş, “büyük kavga” başladığında kendi aramızda prensip
kararı almış, ve bu kavgada asla taraf olmayacağımız konusunda
anlaşmıştık. Kararımız
kesindi: “tetikçilik” yapmayacaktık.
Pazartesi, Ayşenur Arslan’ın odası. Haber koordinatörü beni odasına
çağırdığında benimle ne konuşacağını iyi biliyorum. Ama genellikle
soğukkanlı olmama rağmen o konuşmanın beni ne kadar etkileyeceğinin
henüz
farkında değilim. Aramızda aşağıdaki konuşma geçiyor. Neredeyse
kelimesi kelimesine.
-O haberi neden yapmadın?
-Çünkü o tür haberler yapmanın bizim işimiz olmadığını
düşünüyorum!
Metnin haber değeri yok ve ben bir haberi sadece patron istiyor
diye karşı tarafa saldırmak için yapmayı kendime
yakıştıramıyorum!
-Ama kavgayı karşı taraf başlattı ve bu taraf bu noktada artık
haklı!
-Olabilir, ama bu neyi değiştirir? Biz yine de bu kavgada araç
olacağız!
Ayşenur, biz bunun için gelmedik buraya! Ben yapamam!
Ayşenur çok kızgın. Sert hareketlerle sigarasını arıyor masasının
üzerindeki kağıt yığının altında.
-Peki şekerim kim yapacak o zaman? Kiminiz ekrana çıkmamak için
Amerikalara kaçıyor (A.Kırca’yı kasdediyor) kiminiz “kirli haber
yapmam” deyip elini çekiyor! Ben mi yapacağım! Siz temiz
prenslersiniz de ben
mahallenin orospusu muyum!
-Değilsin tabii! Sen de yapma o zaman! Sen de kendinle ilgili karar
vermekte özgürsün. Ben verdim!
Konuşamız giderek kontrolden çıkıyor, ama artık yapacak birşey de
yok. Gözlerini gözlerime dikiyor:
-Sen nerede yaşıyorsun? Görmüyor musun, sektör bu hale geldi.
Piyasa bu!
-Sektör bu hale kendiliğinden gelmedi, getirildi, sen de buna
aracılık ediyorsun. Sen de karşı çık, gerekirse geldiğimiz gibi
hepimiz çekip gidelim buradan! Ama kalırsak da beni işten bile
atsan bu tür haber
yapmayacağım
Ayşenur’un yüzü gerginleşiyor! Artık sadece kızgın değil, kararlı
da:
-Peki o zaman! Ben bundan sana haber yap demeyeceğim. ! Sadece bunu
değil, başka haber de yapmayacaksın o halde!
Odayı terkettiğimde ardımda bıraktığım köprünün çoktan alevler
içinde olduğunu biliyorum. Dönüşü olmayan bir adımdı attığım. Bu
benim tercihimdi. Yani gazetecilik onurumu kaybetmemek için
direnmek. Sıra şimdi
Ayşenur’un tercihindeydi ve onun nasıl karar alacağını da zaman
gösterecekti.
Aradan sanırım on gün kadar bir zaman geçti. Bültenimiz Aydın Doğan
haberleriyle dolu. Bense kızaktayım. Normalde stajiyerlerin yaptığı
rutin haberler yapıyorum. Ayşenur Arslan çağırıyor diye
seslendiklerinde de
yine elimde çok sıradan bir kaza haberi var. İşimi bırakıp odasına
gidiyorum. Artık her zaman olduğu gibi “şekerim” diye konuşmuyor,
resmi, mesafeli.
-Tarık, -diyor, -biliyorsun yukarıdan yine liste geldi. Yeni
çıkarmalar isteniyor.
Yüzüne bakıyorum, konuşmuyorum. Gözlerim gözlerinde. Derin bir
suskunluk.
Sonra konuşmaya başlıyor.
-Maalesef sen de varsın bu kez listede. Ama sakın bunun geçenki
konuyla ve aramızda geçen konuşmayla ilişkisi olduğunu düşünme.
Gülümsüyorum.
-Peki Ayşenur, diyorum, -Anladım düşünmem. Sana yolunda
başarılar diliyorum.
Bu kadar. Arkamı dönüyor, odadan çıkıyorum.
Beş yıllık birliktelik bu tek cümleyle sona eriyor.
Ayşenur Arslan’ı bu son görüşüm.
İşten atıldığımı arkadaşlara söylüyorum.
Siyaset Meydanının unutulmaz programlarının geri plandaki
ismi Lale Tayla için de bu artık dayanılmaz sürecteki son
nokta! O da bu gelişme üzerine
istifa ediyor.
Tarih geriye dönüp baktığınızda farklı görülebilir, hele hele
vicdanınız rahat değilse. İnsan bilinci, olumlulukları hatırlamaya
eğilimlidir. Olumsuzluklar, bugün artık utanarak düşündüğümüz anlar
bir süre sonra
ağırlıklarını yitirir, bilinçaltının karanlık dehlizlerinde bir
yerlerde sürgüne gönderilir. Ama söz konusu tarihin özneleri hala
aramızda yaşıyorsa, o zaman bu iş biraz daha zor. Olguları
değiştirerek vicdanınızı
rahatlatamaz, sorumluluğu üzerinizden atamazsınız. Aldığınız
kararların sonuçlarını, o sonucun sorumluluğunu üstlenmek
zorundasınız. Benim, ve o süreci birlikte yaşayan, ama “şimdilik”
suskun kalan başkalarının
tanıklığı, Ayşenur Arslan’ın bugün ısrarla kanıtlamaya çalıştığı
“valla billa ben masumum” hezeyanının asla doğru olmadığının kanıtı
olarak medya tarihine geçecektir.
Evet, Ayşenur Arslan holdingler arasındaki kavgaları, haber
bültenlerine taşımakla suçludur. “Yanlı” haberler yapmış, ya
da yaptırmıştır. Bunu isteyerek ya da istemeyerek yapmış
olması hiç birşeyi değiştirmez. O haber koordinatörü olarak, daha
da önemlisi bir birey olarak karşı çıkma hakkını kullanmamış, maddi
ya da manevi kaygılarla kendinden istenene “evet!”
demiştir. Mesele bundan ibarettir.
“Zorlu fırtınalarda gemisini ve tayfalarını sağ salim limana
götüremeyi beceremeyen kaptan hava durumunu bahane etmemeli”
der bir İngiliz atasözü. O dönem yaşanan koşulların ağırlığı, medya
grupları arasındaki
talihsiz çatışmalar, siyasi ve ekonomik kriz gibi faktörler haber
merkezlerinin tepesinde oturanlar açısından, bugün artık geçmiş
döneme yönelik olarak durumu izah etmek için tutunulmaya çalışılan
zavallı canyelekleridir. Çünkü kabul edilebilir ve onurlu
alternatifler her zaman
olduğu gibi o zaman da vardı. Ama bugün artık önemli olan, bunların
neler olduğu değil, yaşananlardır. Yani ahlaki ve mesleki
çöküştür.
Ayşenur Arslan’ın yakın medya tarihi başlığı altında anlattığı pek
çok şey gerçeklerle örtüşmüyor. Star’da kimleri işten, kendi
deyimiyle “çıkarmak zorunda” olduğundan bahsederken şöyle diyor:
“ne başarıları ne ekrana yakışmaları: tek bir kriter vardı
seçimimizde: Ailesinin durumu iyi olanlar ya da eşi çalışanlar
öncelikliydi”. Çok şey gibi bu da doğru
değil! Üç kırık cümleyle işime son verildiğinde eşim de
çalışmıyordu, ve işsiz kaldığımda kızım iki yaşındaydı!
Ayşenur Arslan yazılarında sürekli kendini değil de ekibini,
arkadaşlarını düşünen bir yönetici imajını yaratmaya çalışıyor.
Hani neredeyse “Baba Demirel”in kadın olanı! Oysa o dönemi
bilenler, Ayşenur Arslan’ın
herşeyini borçlu olduğu “ekibini” rahatça feda edebildiğini ve çok
çabuk unuttuğunu iyi bilirler.
Kanıt mı isteniyor? İşte Ayşenur’un ATV haber kadrosunun neden
çok iyi olduğunu anlattığı yazısında ismen de andığı Viki
İsrail ve Emine Munyar!
Ayşenur Arslan Star’a giderken “iyi gazeteci” olduklarını bugün de
itiraf ettiği bu iki editörünü batttığını sandığı ATV’de
bırakıp gitmiştir. Hem de arkasına bile bakmadan, hatta
vedalaşmadan!
İşte bir zamanlar çok yakın çalışma arkadaşı olan, özel
haberleriyle gündem yaratan Mehmet Güç. O da unutulanlar
listesindedir.
Bu yaşananlar üzerinden birkaç yıl geçti.
Benim, o zamanlar anlatmayı “utanç verici” (kendi açımdan
değil elbet) bulduğum dönemi Ayşenur Arslan şimdi yaşandığı gibi
değil de, hayalinde
kaldığı gibi, ya da olmasını istediği gibi tefrika ediyor.
Ve bunlar “yakın medya tarihi” gibi bir başlıkla gazete sütunlarına
taşınıyor. İşte, “resmi tarihte” anlatılanların dışında başka
tarihlerin de olduğunu hissettirmek kaygısı beni yaşadıklarımı
yazmaya zorladı.
Madem “birşeyler” anlatılıyor, o zaman “herşey” anlatılmalı!
“Resmi tarihin” dışında başka “tarihler” de var. Ve bunların
da bilinmesi gerek.
Ayşenur Arslan ATV’yi anlatırken, oradaki çalışma arkadaşlarının
“efsane ekip” olduğunu vurguluyor. Bir yazısında benim de
adımı anıyor, ama “engelli” olmam sıfatıyla. Doğru tekerlekli
sandalyede yaşıyorum, ve
birçok engelli haberi de yaptım. Ama sanırım o yıllarda benim
daha çok Susurluk, Milli Görüş, Yeşil Sermaye, Hizbullah, Batman
Terör gibi dosyalarla tanındığımı en iyi bilen Ayşenur
olmalıydı.
Yazık, demek ki Ayşenur bunları da unutmuş.
Çünkü belli ki bugüne kadar köprülerin altından çok sular
aktı!
Geceyarılarına kadar dosyaların içine birlikte gömüldüğümüzü,
Susurluk labirentlerinde iz sürdüğümüzü, Hizbullahın karanlık
ilişkilerini ortaya
çıkarmak için Batman’da, ya da Hizbullah tetikçileriyle
hapishanelerde görüştüğümüzü artık hatırlamıyor.
Bunları yaparken sadece ve sadece gerçeği ortaya çıkarmayı
hedeflediğimizi, hayatımızı tehlikeye atarak yaptığımız işin
mükafatının sadece bu olduğunu da hatırlamıyor.
Oysa ATV, bizim için tv haberciliğinin ‘kahraman, masum ve
bir o kadar da nahif” dönemiydi!
Star ise utanç dönemi!
Star’ın ardından gelen çok zor aylarda, sevdiğim bir
arkadaşımla aramızda şöyle bir konuşma geçmişti:
-O haberi hazırlasaydın eğer, altında haberi hazırlayan olarak
senin imzan çıkar mıydı?
-Hayır, çıkmayacaktı!
-Enayilik etmişsin o zaman, yapman gerekirdi! Kimse bilmeyecekti
nasıl olsa!
-Kimse bilmese de ben bilecektim!Ve ben hep hatırlayacaktım.
Bu yeterli bir ceza değil mi?
Evet ben hala hatırlıyorum, yaptıklarımı, yapmadıklarımı ve
başkalarının neler yaptığını.
“Şimdilik” sesleri çıkmasa da, çok iyi hatırlayan başkaları da var,
bundan eminim.
Ve işte belki de gerçek “medya tarihi” hatırlayan herkesin
konuşmasıyla yazılacak.
Doğru olan da bu değil mi zaten?
Tarık Demirkan
Freelance gazeteci, Budapeşte.
AYŞENUR ASLAN'IN YAKIN MEDYA TARİHİNE ESKİ ARKADAŞINDAN YANIT
Şu anda Macaristan'da yaşayan ve Ayşenur Aslan'la hem Star hem de ATV günlerini paylaşan Tarık Demirkan Radikal İki'ye gönderdiği yazıda Aslan'ı ağır bir dille eleştirdi.
Sıradaki Haber İçin Sürükleyin