İşte yazarın bugünki Hürriyet Gazetesi'nde yer alan yazısı;
"Bana, sana, Fatma Şahin’e, devlete, kadına
Yetti artık, canıma tak etti.
Bittim diyorum ama bitmemek, o pis suratın bitişini görmek için ayakta kalmak uğruna bulduğum her ele gelen şeye tutunuyorum.
Ruhum aldı başını gitti, buluşamıyoruz bir türlü ki…
Ve artık gerçekleri haykırma zamanı.
Bana faydası olur, olmaz ama tüm kadınlar adına haykırmam lazım.
Yüreğim çok yandı.
Şu ara yani yaklaşık yedi yıldır yanacak yürek kalmadı.
Güvendiğim dağlara zaten karlar yağmıştı.
Üstüne yaşadığım ülke de tuzla buz oldu.
İçime etti.
Kanunu,
Adaleti,
Kadına bakışı,
Kadını koruyuşu,
“Vay be” dedirtti.
Nasıl bir sistem ki bu?
Ben aldatıldım. Bunu kanıtlamam üç senemi aldı ki kadın evimi basmışken.
Üç sene boşanabilmek için çırpındım.
Üç sene avucumda ne varsa onunla yaşadım, sonra davayı kazandım, bir tazminatla boşandım.
Sıra geldi mal mülk davalarına…
Nasıl bir sistem ki bütün ortak mallarımız, beraber aldığımız her şey kocamın üstüne ve kanıtladığım halde bir üç senedir de bu davalar devam etmekte, beni takan yok elbette, varsa bile süründüre süründüre.
2000’den önce evlenmek miydi hatam?
Süründüm ve hala sürünmekteyim.
Anamdan geçindim.
Kocam tatiller, alışverişler yaparken doğalgaz olamayan evde oturdum, gururumdan anama söyleyemedim.
Dün duruşma vardı, sevindim. “Ne oldu?” dedim avukata-avukatım da Türkiye’nin en iyi avukatlarından Şeyda Yıldırım ve benim canım arkadaşım- “Hiç” dedi, “gittik, geldik. Sonuç; karşı taraf itiraz etti. Haziran’a gün verdiler işte.”
Gel de delirme, al eline aylık bin beş yüz liralık nafakanı, çık Taksim’e, bas bas bağır.
Bir şerefsize çattım, o tamam.
Ama adalet nerede?
Kaç sene daha sürünürüm ben Sayın Şahin?
Hatta davalar devam etsin diye kaç bin TL daha harç ödemek lazım?
Kadınlar nasıl korunacak?
Ben bu haldeyken, bana gelen epostalarda “boşanayım mı?” diyen kadına ben nasıl “boşan” diyeceğim?
Siz bana cevap verecek misiniz?
Biz ne zaman nefes alacağız?
Kim bakacak yıllardır bitmek bilmeyen bu mahkemeler boyunca bana?
Bu ben; Ayşe Aral; Tekin Aral’ın kızı, Oğuz Aral’ın yeğeni Hürriyet yazarı…
Kocasını almış, taşımış, beraber zenginliği yaşamış, aileden görmüş gelmiş bir kadın; tek hatası saf olması, kocasına güvenmesi, para pul, ayak oyunu bilmemesi.
Peki ya dışarıdaki kadının durumu?
Düşünmek bile istemiyorum.
Zaten düşünecek kapasiteyi de kendimde bulamıyorum artık.
……
FOTOĞRAFLAR VE SEN
Geçen gün yirmi üç sene öncesinin fotoğrafını koydum
twitter’ıma.
Düğün gecemden; hayallerimin, mutluluğumun en büyük olduğu
günlerden bir parça.
Millet atlayıverdi bir anda; “Bu siz misiniz?” diye.
“Yok” dedim, “başkası”
Kızdım millete niye böyle dediler diye.
“O günlerde çok güzelmişsiniz” mi demek istediler acaba diye
düşündüm.
Yoksa “şimdi daha güzelsiniz” mi?
Kadınım ya, ne de olsa takıldı kafama.
Sormadım onlara.
Ama düşünmeye başladım; ne fark var acaba diye.
Kendin çöz bilmeceyi dedim.
İlk önce kendi kendime; kesin şu anda daha güzelsin dedim.
Bir kere o koca kemerli burnum yok artık.
Kaşlarım neredeyse çorbaya falan düşecek kadar kalınmış, şimdilerde
daha temiz görünümlü “ığh” dedirtmiyor insana.
Yaşım on dokuzmuş.
Eh ne kadar da olsa ergenlikten kalan izler varmış suratımda.
Şimdilerde cilt bakımları, kremlerle pür-ü pak; yani al oradan da
bir puan daha.
Sonra bir daha baktım fotoğrafa, yan yana getirdim bugünlerdeki
fotoğraflarla.
Ha ha dedim Ayşe, seninki tamamen kendini aldatmaca.
Kızım geçsene saçını başını, burnunu, kaşını…
Her şeyden önce yaş farkı, tazelik farkı var arada.
Şu gözlerine dikkatlice bir baksana.
Aradaki parlaklık farkı yeter de artar ya.
Biri ışıl ışıl, güneş içine düşmüş sanki.
Diğeri ölü balık gözü gibi.
Yılların yaşattıkları gözüne vurmuş sanki.
Şimdi söyle, hangisinde daha güzelmişsin.
Tabi ki 23 yıl öncesindeki fotoğrafında.
Tabi ki...
Ayşe Aral / Hürriyet Gazetesi