Hürriyet gazetesi yazarı Akif Beki, bugünkü yazısında Emek Sineması'nın yıkılmasına tepki olarak 3 yıl önce Sabah'taki köşesini bırakan usta sinema eleştirmeni Atilla Dorsay'ı köşesine taşıdı.
Beki, "Haybeye gitti Dorsay'ın köşesi" başlıklı yazısında, o dönemde Dorsay'ın protesto biçimi olarak kalem bırakmasını yanlış bulduğunu yazdığını belirtti.
Yazısının devamında, Emek Sineması'nın yenilenmiş yüzüyle tekrar ortaya çıktığına vurgu yapan Beki, "Emek Sineması ölmekten kurtuldu ama Dorsay’ın sinema köşesini kaybettik bu arada. Onu, yersiz bir kurtarma heyecanına kaptırdık. Yıkılan binanın yerine yenisi yapıldı. Fakat kıyılan bir kalemin yerine aynısı kolay koyulmuyor" ifadelerini kullandı.
Medyatava, Akif Beki'nin bu eleştirilerini T24 yazarı Atilla Dorsay'a sordu.
MT: Akif Beki, bugünkü yazısında köşenizi 'haybeye' bıraktığınızı belirtti. Ne diyeceksiniz?
Atilla Dorsay: Bu gibi restler sembolik restlerdir. Yeri geldiğinde yapılır ve yeri geldiğinde yapıldığı zaman da etkili olur. Benim Sabah'tan ayrılmam, yazarlığı bıraktığım anlamına gelimiyordu. Ama yazılı basını, gündelik gazeteciliği bir anlamda bıraktım. Çünkü okurlarıma o anlamda bir söz vermiştim ve Emek Sineması'nın yıkılması gündeme geldiğinde, "Emek yoksa, ben de yokum" diye bir yazı kaleme almıştım. Bunun mânâsı açık; o sinema yıkıldığında ben de yokum demek. Ben de yokum demek bu dünyadan ayrılacağım anlamına gelmiyordu ama 50 yıla yakın bir süredir sürekli gündelik basında yazmış bir yazar konumundan ayrılacaktım. Bu bir protesto eylemiydi ve sinemaya kazma vurulduğunda bunu yaptım. Yeni bir dönem başlayacak ve inşallah Türkiye'de her şey yenilenecek, onu umut ediyorum. Ben de o yeni basının içinde tekrar bir köşeye kavuşmayı son derece isterim.
Akif Beki'yi severim, akıllı bir insandır. Farklı kamplardayız tamam ama bu birbirimize düşman olmamızı gerektirmez. Zaten öyle de değiliz. Ancak o restimin anlamını kavradığını sanmıyorum. En azından bugünkü yazısından çıkan sonuç o...
Dediğim gibi küçük gözüken ama bizler için önemli şeyler için, kültürel bir simge haline gelmiş, bir kentin ayrılmaz parçası haline gelmiş bazı yapılar için, icabında iki üç ağaç için Gezi olayında olduğu gibi bu tür eylemlere girişmek gerekir. Bizim gibi kamuoyuna mâl olmuş insanların da bu konuda öncülük etmesi gerekir. Ben naçizane bir öncülük ettim. Olmadı, başaramadım.
Ama çok gerçekçiyimdir. Şimdi meselâ Alkazar'ı kendimce kurtarmaya çalışıyorum. Çünkü Beyoğlu'nda kalan çok eski tek salon. Hiç olmazsa onu kurtaralım. Tamam, Emek gittiyse de yerine bir kopyası yapıldı. Ömür boyu ağlayacak değiliz. Hatta geçenlerde bir gazeteye verdiğim beyanatta; 'Bu konuda çok kindar olmayacağım, gidip bakacağım. Bana eski Emek'i hatırlatan yanları varsa, bir anlam ifade ediyorsa, oraya da girerim, film de seyrederim' dedim. Ben ki mesleğinden ayrılmayı göze almış bir insan olarak bunu söylüyorum. Çünkü gerçekçiyim. O haliyle gitti ve bir daha geri gelmez. Ama şu an da meselâ Alkazar'ı kurtarabiliriz. Naçizane bunu yapmaya çalışıyorum. Beyoğlu Belediye Başkanı'yla bir dönem yakın dosttuk. Şimdi o dostluk filan kalmadı. Karşılaşmıyoruz ama bir yerde karşılaşırsak eğer yüzüne karşı da bunu söylerim.
Şimdi Türkiye'de Sinematek girişimi başladı. Eski Sinematek'te görev almış ve uzun yıllar sansürle yaşamış bir arkadaşımız olan Jak Şalom, Şubat ayından itibaren Sinematek tarzı gösteriler düzenlemeye başlayacak. Meselâ bunların Beyoğlu ayağı da Alkazar Sineması olabilir. Sinematek gösterileri için ideal bir salon olur çünkü. Küçük, tarihi, sevimli ve anılarla yüklü bir salon... Uğraşmak lâzım, yoksa kent yavaş yavaş ayaklarımızın altından kayıp gidecek.
Canan Kaya / Medyatava