Ahmet Mümtaz Taylan, oyunculuk kariyerini anlattı: Konu sinema olunca süngümüz düşüyor

Bugüne kadar 30’dan fazla filmde rol alan Ahmet Mümtaz Taylan, oyunculuk kariyerini anlattı.

Google Haberlere Abone ol
Ahmet Mümtaz Taylan, oyunculuk kariyerini anlattı: Konu sinema olunca süngümüz düşüyor

Akşam Gazetesi'nden Sayım Çınar, bugüne kadar 30’dan fazla filmde rol alan Ahmet Mümtaz Taylan ile oyunculuk kariyerini konuştu. Günde 20 saat çalıştığını söyleyen Taylan, “3-5 yıl önce değildi ama artık tek bir işle geçinebiliyorum” diyor. Taylan, ‘oyuncuların dizilerle imtihanında’ geçerli notu alsa da sektörün henüz oturmadığını hatta sinemada oyuncuların hâlâ gönüllülük ilkesiyle rol aldığının altını çiziyor. 



Sayım Çınar'ın röportajı:



Sizi ekranda ya da beyazperdede ‘ciddi görünen komik adam’ olarak izliyoruz. Esasında bu komik olma hali ciddiyetle de bağlantılı... Hayatın içinde de böyledir; yere düşen birini elinden tutup kaldıran da oluyor, karşısına geçip gülen de...



Verdiğin örnekten gidersek, düşen birini gülerek kaldıran da olur elbet. Tut ki düşene gülüyorsun, bari kaldırırken gül. Öylesi daha insani.



Eğitimini de almış bir oyuncusunuz. Sizce iyi bir oyuncu olmanın kriterleri nelerdir?



Hakikaten böyle kriterler var mı bilmiyorum. Sorunun iyi ve tatmin edici bir cevabı olduğunu da düşünmüyorum. Oyunculuk hamurunda samimiyet varsa çalışır. Hani teknik, eğitim, bilgi, görgü, tecrübe bunlar önemlidir ama saydığımız donanımların çimentosu samimiyet değilse, oyunculuk sırıtır ve inandırıcılığını yitirir. 



“İyi bir sanatçı değil, iyi bir insan olmak için çalışıyorum” diyen biri olarak eğitimini almadan oyunculuk yapanlara nasıl bakıyorsunuz?



Oyunculuğu katı kurallara bağlamak zordur. Her şeyden önce oyunculuk eğitimi, konservatuvarda okumaktan ibaret değil ya da eğitim tek başına oyuncu olmaya yetmiyor. Kişi, gereğini yapıyorsa ve eğitimli kadar çaba sarf ediyorsa, tabii neden olmasın… Oyunculuk yüceltilecek bir şey değil. Beyin cerrahisinden ya da yüksek matematikten bahsetmiyoruz. Dolayısıyla ‘şunlar yapabilir, bunlar yapamaz’ gibi karakuşi yargıların objektif değeri yok işimizde. Sokaktan toplanan herkesin oyunculuk yapabileceği anlamına gelmiyor bu. Kendinizi geliştirmeniz gerekir. Okullu olmasanız da bu işe yeltenebilirsiniz. Gereğini yapacak kadar kafayı kırdıysanız buyrun er meydanına. “Geç başladım, artık bu saatten sonra benden oyuncu olmaz” gibi ezberleri anlamsız buluyorum. 



Oyunculuk dışında köşe yazıları da yazmaya başladınız. Tanınan bir oyuncu olmanın yanı sıra, yazılarını okutmayı başarabilen bir yazar olmak nasıl?



Bilmiyorum ki öyle miyim? Bunu sen söylüyorsun… Konservatuvar yıllarından beri kendime yazıyorum. Köşeye başlarken ürktüm, çünkü periyodik yazı yazmak disiplinimde yoktu. Ama o disiplini edindim galiba. İçerik olarak da iyi kötü gündemi kovalayan kavramsal yazılar yazmaya çalışıyorum. Düşündüğüm, konuştuğum gibi yazmaya gayret ediyorum. Sosyal medyadaki tepkilere bakarak okunduğumu da görüyorum. Bana sunulan alanı hakkıyla doldurmaya çalışıyorum, sahibi gelirse yerimi hemen bırakabilirim.



Sosyal medyayı da çok iyi kullanıyorsunuz. Sosyal medya sizin için nedir?



Bir tansiyon-ölçer. Bir yurttaş olarak, olup biteni sürekli takip eden, anlamaya, kavramaya ve değerlendirmeye çalışan biri olarak Twitter’da bu veri potansiyelini izlemeye çalışıyorum. Oyunculuk yapan, yazı yazan biri için iletişim kurmaktaki doğrudanlığı açısından çok değerli bir mecra. Yani düşünsene; konuşuyorsun, hiç kimse araya girmiyor, kimse çarpıtamıyor. Tamamen senin kontrolünde. Yanı sıra zeka-ölçer bir yapısı da var. Neticede 140 karakterin içinde meseleni anlatmak zor iş. Karşılıklı konuşma ya da atışma türünden yazışmalara girmiyorum. Twitter birilerini, bir şeylere ikna edeceğiniz veya okuduklarınız vasıtasıyla iknâ olacağınız bir alan değil. Anlık refleksleri izlemekle yetinmek kâfi.



Ömer Vargı’dan Uğur Yücel’e, Ümit Ünal’dan Tuna Kiremitçi’ye, Derviş Zaim’den Nuri Bilge Ceylan’a kadar pek çok farklı yönetmenle birlikte çalıştınız. Bunun size avantajları oldu mu?



Bütün filmlerimin on ikiden vurduğunu söyleyemem. Fakat her birinde oynamak için kendimce sağlam nedenlerim vardı. Katkı vereceğime inandığım işlerde oynamayı seçiyorum. Meslek yaşınız büyüdükçe seçme hakkınız da çoğalıyor. Son yıllarda daha seçici olmaya çalışıyorum. Çok farklı anlayışlara sahip yönetmenlerle çalıştım. O açıdan şanslı bir oyuncuyum. 



Cannes’da ‘Bir Zamanlar Anadolu’da’ filmiyle Nuri Bilge Ceylan En İyi Film dalında Büyük Jüri Ödülü’nü kazandı. Kırmızı halıdaydınız, bu nasıl bir duygu?



Nuri Bilge Ceylan Cannes’da bir misafir değil, daha ziyade ev sahibi gibiydi. Cannes’a her gidişinde büyük bir itibar, sevgi ve kabul görüyor. Kendisiyle gurur duyuyoruz. Onunla çalıştığım için kendimi şanslı hissediyorum. Yanı sıra festivalden büyük bir ödülle dönmek nefis bir deneyimdi. Ayrıca hem artistik, hem ticari açıdan sektör denilen şeyin ne olduğunu Cannes’da çok açık ve net bir şekilde gördüm. Sinemamızın sektörel açıdan o düzeye erişmesini dilerim. 

Sizi seyrederken Yaman Okay’ı hatırlamamak mümkün değil. 



Sima benzerliğimiz var. Yaman Ağabey’i çok beğenerek izlerdim. Sıra dışı, meselesi olan, özel bir oyuncuydu. Yaman Ağabey’le birlikte Meral Okay’ı da sevgiyle analım. Çok güçlü bir senaristti. İyi de oyuncuydu. Özel bir dostluğumuz vardı. İkisi de erken göçtüler aramızdan. Sevenleri olarak tesellimiz öte dünyada birbirlerine kavuşmuş olduklarını düşünmek. 



Oynadığınız bazı karakterlerde çok farklı çıkışlarınız, ‘yükseldiğiniz’ anlar oluyor. Rolleriniz için özel olarak çalışıyor musunuz?



Benim için iyi oyunculuk fark yaratmak, beklenmedik ve tekrar edilemez bir şey yapmaktır. Daha önce rastlamamış şeyler yapan ve kedinin tüyünü tersten okşayan oyunculardan etkileniyorum. Kızmak ama nasıl kızmak? Aklımda asılı kalanlar acayip tercihler yapan adamlar, kadınlar. Benim yaşımda artık özel olarak çalışmanızı gerektiren bir karakterle karşılaşmak sürpriz sınıfına girer. Çünkü zaten sürekli çalışıyorsundur. Ben gün içinde evde, sokakta, aslında doğal olarak hem kendimi hem de etrafımdaki olup biten şeyleri gözlemleyip kalıplıyorum. Kafam artık öyle çalışıyor.  Dikizliyor, depoluyorum. Farkında olmadan seçiyor, saklıyor, kaydediyorum. Günde 4-5 saat uyurum. Böyle olunca da okurken de, yazarken de, seyrederken ve yaşarken de 19-20 saat sürekli çalışıyorum. 



Röportajın tamamını okumak için tıklayınız.




Sıradaki Haber İçin Sürükleyin