Bağımsız Gazetecilik Platformu (P24), 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü nedeniyle, İstiklal Caddesi'ndeki İsveç Konsolosloğu'nda bir etkinlik düzenledi. Geçen sene hayatını kaybeden gazeteci-yazar Mehmet Ali Birand anısına 'Mehmet Ali Birand Konuşmaları' adı verilen etkinliğe, CHP İstanbul Milletvekili Şafak Pavey, İsveç Başkonsolosu Jens Odlander, Mehmet Ali Birand'ın eşi Cemre ve oğlu Umur Birand, gazeteciler Ahmet Altan, Yasemin Çongar, Ekrem Dumanlı, Şirin Payzın, Cihan Aktaş, Hukukçu Gökhan Ahi ve davetli gazeteciler katıldı.
İsveç Başkonsolosu Jens Odlander'in yaptığı açılış konuşmasının ardından söz alan Mehmet Ali Birand'ın eşi Cemre Birand, merhum eşinin mesleğinin bağımsızlığı için çok çalıştığını söyledi. Birand'ın habercilikte her zaman bir adım önde olduğunu kaydeden Cemre Birand, 'Cesur olduğunu bilmeden cesurdu. Onun adının bu platforma verilmesinden gurur duydum' dedi.
Günün konuşmasını yapan Ahmet Altan, Mehmet Ali Birand'ın Türkiye'nin en sevilebilen gazetecisi olduğunu belirterek kendisine göre toplumun tarihsel gelişimi açısından da önemli rol oynadığını söyledi. Altan "Birand Türkiye'nin kapılarını tüm politikacılardan önce dünyaya açan adam oldu. Olmasaydı Türkiye'nin dünyayla bütünleşmesi çok daha zor olacaktı. Türk toplumuyla dünyayı karşı karşıya getirdi" diye konuştu.
Kendi açısından gazeteciliğe de tanımlayan Altan "Gazetecilik yüzde 99'u alçaklık ve korkaklık, yüzde biri ise dürüstlük ve cesaret olan bir meslektir. O yüzde birlik kısmıyla dünyayı da hayatı da değiştirmekte büyük rol oynar. O yüzde bir olmasaydı dünya bugün olduğu yerden çok daha geride olurdu" dedi.
Gazeteciliğin kendine göre neden alçaklık olduğunu dünyadan ve kendi başına gelenlerden örnekler vererek açıklayan Ahmet Altan, babaannesi ile ilgili bir anıyı da paylaştı. Altan şunları söyledi:
"Babaannem, Türkiye'nin ikinci Cumhurbaşkanı olan İsmet Paşa'nın topçu okulundaki komutanı olan bir generalin kızıydı. 17 yaşında bir bürokratla evlendirmişler. Babamın sosyalist kavganın tam göbeğinde olduğu, benim çocukluktan gençliğe geçtiğim yıllarda bir gün eve gelen gazetelerin birinin manşetinde kocaman bir yazı gördüm. Babaannemin genelevde çalışmış olduğunu ve vesikası bulunduğunu yazıyordu. Zavallı kadına gazeteyi o sabah gitiği bankada göstermişler, o da düşüp bayılmış. O sıralarda altmışlı yaşlarında olan babaannem ayıldığında ilk sözü küçük bir kız çocuğu gibi 'ya babam bunu görseydi' olmuştu. Büyüdüğümde ben de bu gazeteciliğe ve kavgalara karıştım.
Almanya'da yaptığı bir konuşmanın bir gazetede 9 sütuna 'Fransız Ahmet' şeklinde manşet olduğunu hatırlatan Altan, haberde Almanya'daki konuşmasında Türkleri aşağıladığı, alay ettiğinin yazıldığını belirtti.
Altan, "Telefon ettim gazetedeki arkadaşıma bunlar yalan dedim; aldırmadılar. Büyük televizyonlara çıkarmıyorlardı. Küçük olanlara çıktım; o gazetenin alçak olduğunu yalan yazdığını anlattım. Bunun üzerine o gazete tanıklar çıkardı, genel yayın yönetmeni de 'bunlar zaten böyle önce konuşurlar sonra inkar ederler' diye yazdı. Sonra biri beni aradı. Almanya'daki konuşmamı kaydetmiş. Bantın kopyasını gazeteye gönderdim. Şiddetli bir şekilde yayınlarıma devam ettim. Sonra 'dur özür dileyeceğiz' dediler. O kayıtlar olmasaydı bir çok Türk'ün aklında ben Türkleri yersiz bir biçimde aşağılanayan adam olarak kalacaktım. Bu ahlaksızca bir çarpıtmaydı" diye konuştu.
Gazeteciliğin üç büyük düşmanı olduğunu söyleyen Ahmet Altan, bunların devlet, gazete patronları ve gazete okurları olduğunu ifade etti. Altan, "Devlet, bugün Türkiye'de yaşadığımız gibi, iki şey ister. Bir 'benim sırlarımı duyurma', iki 'benim propagandamı yap'. Bizim medya devletten hemen hemen hiç ayrılmadı. Ama bugünkü kadar medyanın devlet haline geldiğini hiç görmedim" dedi.
Gazetecinin görevinin devletin çıkarını gözetmek olmadığını belirten "Bunu diyen gazeteciye şunu sorarım; sana ne devletin çıkarından? Bu senin işin değil. Toplumda iş bölümü vardır. Devlet çıkarını korumak devlette çalışanların görevi. Bunu saklarlar. Gazeteciler de bunu ortaya çıkartır. Çünkü devletin çıkarına, neyin iyi kötü olduğuna kim karar veriyor. Devleti yöneten adamın bunu herkesten daha iyi bildiğine kim emin, niye emin? Devleti yönetenler her şeyi daha iyi biliyordu da Türkiye neden bu halde?" şeklinde konuştu.
Gazeteler için en büyük bela okurdur
Gazete patronlarının hem devletle hem de ilan verenlerle iyi geçinmek isteyeceğini anlatan Altan, gazeteler için en büyük belanın ise okuyucular olduğunu söyledi. Okuyucunun hoşuna gitmeyen bir haber gördüğünde gerçek olup olmadığıyla ilgilenmediğini, sadece kızdığını ifade eden Altan, dünyadaki gazetelerin devlet propagandasının, devlet denetimindeki eğitim sisteminin, resmi tarihin yarattığı şartlanmış bir okuyucuyla karşı karşıya olduğunu belirtti.
Türkiye'nin tarihinin en karanlık günlerinden birinden geçtiğini ifade eden Ahmet Altan şunları söyledi:
Çok karanlık günlerini gördüm bu ülkenin ama bu kadar rezilane, arsız, ruhsuz, görüntüye bile aldırmayan bir dönemi hiç hatırlamıyorum. Cumhuriyeti kurmuş olan elitler her türlü alçaklığı yaptı ama görüntüyü korumaya çalıştılar. 'Hayır çalmıyoruz' diyorlardı. 'Çalıyorsun' deyince asıyorlardı Şimdi ise 'çalıyoruz lan ne var. Allah Allah niye abartıyorsunuz? Çalıyoruz yasak mı, niye çalmıyalım? Biz yönetiyoruz biz çalıyoruz siz yönetirseniz siz çalarsınız' diyorlar. Medya bunun parçası, medya da çalıyor. 28 Şubat'ta da çalmıştı. Her zaman medya hırsızlıkta ortakdır. Bugün de ortak, beraber çalıyorlar. Bugünkü iktidarın en akıllıca tarafı iyi bir mafya düzeni kurmuş. Parayı çalıyor ama iyi dağıtıyor. İyi mafya iyi dağıtır. Dağıtmayan mafyayı yok ederler zaten. Askerler sadece cezalandırmayı biliyordu. Bunlar ödüllendiriyor da gazetecileri çok zengin ediyorlar.
Ahmet Altan'ın konuşmasının ardından hukukçu Gökhan Ahi, internet haberciliği ve sansürü konusunda bir konuşma yaptı. Etkinliğin sonunda ise Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili Şafak Pavey ve gazeteci-yazar Cihan Aktaş, sunucu-yazar Şirin Payzın moderatörlüğünde bir panel düzenledi. (DHA)