YAS ANLARINA SAYGI
Medya Etiği Platformu’nun 19 Haziran tarihli açıklamasında meslektaşlarımıza şu soruyu sormuştuk: “Kim evlat acısıyla haykırdığı anı televizyonda, gazetede görmek ister?” Kurban yakınlarının acıyla feryat ettiği anların fotoğraflarını/görüntülerini büyütmek, medyanın eski alışkanlıklarından biri. Oysa Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Hak ve Sorumluluk Bildirgesi şöyle der: “Üzüntü, sıkıntı, tehlike, yıkım, felaket ya da şok halindeki insanlar söz konusu olduğunda gazetecinin olaya yaklaşımı ve araştırması insani olmalı.” Medya Etiği Platformu’nun etik ilkeleri de aynı şeyi vurgular: “Fotoğraf çekimleri rahatsızlık vermeyen ve şiddet kurbanlarının veya hayatta kalanların acılarını deşmeyen bir mesafeden yapılmalıdır. Trajediden etkilenenlerin özel yas ve acı anlarında duyarlı davranılmalıdır.”
2012’de medyanın bir bölümünün özellikle “terör” haberlerinde, kurban yakınlarına eskiye oranla daha saygılı yaklaştığı söylenebilir. Bununla birlikte bu saygının ne kadar içselleştirildiği tartışmaya açıktır. Gözlemimiz, bu hassasiyetin daha ziyade iktidar çevrelerinden gelen, “terörün propagandasının yapılmaması” uyarısından kaynaklandığı yönündedir.
Sansasyonel haberciliği sürdüren bazı gazeteler ise kurban yakınlarının acı anlarını manşetten, tam sayfa, poster gibi fotoğraflarla vermeyi sürdürdüler.
KENDİNİ SAVUNMA HAKKI
Medyanın anlaşılması güç alışkanlıklarından biri, haberde suçlanan kişilere kendini savunma hakkının tanımamasıdır. Bu tavır genellikle, “Ertesi gün de suçlanan tarafın görüşlerine yer veririz” cümlesinde ifadesini bulan sakat bir mantıkla meşrulaştırılır. Oysa gazetecilik etiğinin evrensel ilkeleri, haberde adil ve tarafsız olmamızı emreder. Medya Etiği Platformu’nun ilkeleri şöyle der: “Habere konu olan kişiler aranmalı, onlara haberdeki iddialara cevap verme fırsatı tanınmalıdır.”
Medya, savunma hakkı konusunda eskiye oranla daha dikkatli olmakla birlikte, geçen yıl da evrensel standartların çok uzağındaydı. Birçok medya kuruluşu 2012’de, “Hele bir haber yayınlansın. Haberde suçlanan taraf kendisini savunursa, ertesi gün ona da söz hakkı tanırız. Böylece haber de devam etmiş olur” diyerek gazetecilik etiğini ihlal etmeyi sürdürdü.
HABER KAYNAĞIYLA MESAFE
Gazetecilik temas ve mesafe mesleğidir. Haber kaynaklarından gelen her türlü bilgi/belge, herhangi bir sansür ya da oto-sansür olmadan değerlendirilmeli ama haber kaynağının manipülasyonundan kaçınılmalıdır. 1980’lerdeki örgüt davalarında ya da 1990’lardaki yargısız infazlarda devletten sızdırılan bilgileri hiçbir editoryal süzgeçten geçirmeden, olduğu gibi kullanan medyanın, Ergenekon-Balyoz davaları dolayısıyla haber kaynağıyla ilişkilerin etik boyutunu tartışmaya başlamış olması önemli bir gelişmedir. Bu tartışmanın önümüzdeki dönemde güçlenerek sürmesini ümit ediyoruz.
NEFRET SÖYLEMİ
Ana akım medya, bir toplumsal grubun etnik kökeni/cinsiyeti/dini/inancı vb. dolayısıyla suçlanması, aşağılanması konusunda her geçen yıl daha dikkatli davranıyor. “Ermeni yalanı” gibi nefret söylemi içeren klişe başlıklara, “Arapların pisliğine, hainliğine” dair ırkçı önyargı içeren fotoğraflar/haberlere 2012’de eskiye oranla daha az rastladık. Buna karşılık ana akım medyada tedavülden kalkan nefret dili internette yeniden dolaşıma sokuldu.
CİNSİYETÇİ SÖYLEM
Cinsiyetçi söylem zayıflama eğilimini korumakla birlikte geçtiğimiz yıl da haberlere sızmayı sürdürdü. Haber öznesinin cinsiyeti, hiç gerekmediği halde yine vurgulandı: “Kadın sürücü dehşet saçtı” klişesi görev başındaydı. Kadına şiddet haberleri yine erkeği haklılaştırıcı bir dille verildi. Kadınlar “yürek hoplattıklarında” öne çıktılar, cinsiyetlerinin ön planda olmadığı haberlerde ise çoğunlukla gündemin üst sıralarında kendilerine yer bulamadılar.
HABER HIRSIZLIĞI – İNTİHAL
İnternet, nefret söylemi gibi haber hırsızlığının da yeni alanı haline geldi. Muhabirlerin emek harcayarak ürettiği haberler, fotoğraflar geçtiğimiz yıl da başka haber siteleri tarafından zaman zaman kaynak dahi belirtilmeden çalındı.
Muhabirin, ajans haberlerine kendi imzasını koyarak özel habermiş gibi sunması alışkanlığının zayıflamakla birlikte sürdüğünü gözlemledik. İntihale benzeyen bir başka davranış, PR ajanslarından gelen basın bültenlerinin bazen virgülüne bile dokunmadan, muhabirin imzasıyla kullanılmasıydı.
HABER MERKEZLERİNDE DEMOKRASİNİN SAĞLANMASI
Türkiye medyası, erkek egemen yapısını sürdürmektedir. Geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi 2012’de de hiçbir kadın, Genel Yayın Yönetmeni olamadı. Gazetelerin yazı işleri masaları geçen yıl da erkeklerin ezici çoğunluğu oluşturduğu yerler olma niteliklerini korudular.
Ana akım medyadaki “gizli” başörtülü gazeteci çalıştırma yasağının birkaç yerde gevşediğini gözlemledik. Bununla birlikte birçok kuruluşta söz konusu de facto yasak varlığını korudu.
Medyada etnik kimliğini özgürce sergileyip, gündeme ve haberlere o gözlükle bakan ve kendi “rengini”, habere özgürce yansıtan gazetecilerin sayısı önceki senelerde olduğu gibi geçen yıl da yok denecek kadar azdı. Bir araştırmada dile getirildiği gibi Kürt gazeteciler, kimliklerini ya da siyasi görüşlerini haber merkezlerinden gizlemekte, çoğunluk eğilimlerine itirazlarını seslendirmekten kaçınmaktadırlar. Oysa medyanın demokratikleşmesi, halkın farklı eğilimlerinin kendi sesini ona yansıtabilmesiyle mümkün olur.
Toparlayacak olursak, medyanın devletçi-Türk milliyetçisi-erkek-(eğer kadınsa genellikle başörtüsüz) kimliği 2012’de de egemenliğini korudu.
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
İfade özgürlüğünden bağımsız işleyen gazetecilik etiği ilkeleri mevcut olsa da (İntihar haberlerine dair ilke gibi), pek çok konu bu temel özgürlükle yakından ilişkilidir. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye’deki basın özgürlüğünün dünyanın birçok ülkesinin gerisinde kaldığını belirten uluslar arası raporlar, alınacak çok yol bulunduğunun göstergesidir.
2012’de Ahmet Şık, Nedim Şener, Soner Yalçın gibi gazetecilerin tutukluluk durumlarının sona ermesi sevindirici bir gelişmedir fakat çok sayıda Kürt gazetecinin tutukluluk halleri devam etmektedir. İfade özgürlüğü, şoke edici de olsalar, her türlü fikrin serbestçe ifade edilmesini öngörür. Başta cezaevlerindeki Kürt gazeteciler olmak üzere, cezaevlerindeki gazeteciler meselesi, 2013’ün ana gündem maddelerinden biri olmayı sürdürecektir. (medyaetik.net)