İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, 18.373 kişinin hayatını kaybetmesine neden olan 7.4'lik büyük Marmara depreminin 15. yıldönümü nedeniyle Twitter sayfasından bir anma mesajı yayınladı.
Mutlu, mesajında Türkiye'nin deprem kuşağında yer alan bir ülke olduğunu ve bu gerçeğin kabullenilerek tedbirlerin alınması gerektiğini vurguladı.
"17 Ağustos'un 15. yıldönümünde Hüseyin Avni Mutlu'dan videolu anma mesajı" Galerisine Göz At
CHP Genel Sekreteri Gürsel Tekin de, 17 Ağustos'un yıldönümü nedeniyle bir mesaj yayınladı.
Tekin'in 17 Ağustos 1999'dan bu yana geçen sürede gerekli tedbirlerin alınmadığını vurguladığı mesajı şu şekilde:
Hatırlayacak olursak;
17 Ağustos 1999 tarihinde meydana gelen ve büyüklüğü 7.4 olan deprem nedeniyle 17.479 yurttaşımız hayatını kaybetmiş, 45.953 kişi yaralanmış, 244.383 civarında konut ve işyeri hasar görmüş, üretim kaybı dahil GSMH üzerindeki olumsuz doğrudan ve dolaylı etkisi yaklaşık 15 milyar ABD Doları olarak hesaplanmıştır…
17 Ağustos 1999 Marmara depreminin devasa boyutta bir felakete dönüşmesinin temel nedeninin; yeterince mühendislik hizmeti görmemiş depreme dayanaksız yapılar, sağlıksız ve plansız kentleşmeler ile yanlış yerleşim alanlarının belirlenmesi olduğu gerçeği artık herkes tarafından kabul edilmiştir…
Ülkemiz gündeminden hiç çıkmaması gereken ve unutulduğu an meydana gelen deprem yıkıcı sinsi yüzünü son olarak 2011 yılında meydana gelen Van depremleriyle göstermiş, 1999 yılındaki Doğu Marmara Depremleri’ nden yeterli dersi çıkarmadığımız gerçeğini bir kez daha en acımasız bir şekilde bizlere öğretmiştir.
Geçen 15 yılda sadece bir arpa boyu yol alınabilmiştir.
1999 Depremlerinden bu güne kadar depremlerle ve yapılması gerekenlerle ilgili TBMM başta olmak üzere pek çok kuruluş tarafından raporlar hazırlanmış, eylem planları oluşturulmuş; Yapı Denetimi Hakkında Kanun ve Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ile bazı ikincil nitelikteki yönetmelik vb alt mevzuatlar çıkarılarak yürürlüğe konulmuştur.
Ancak, deprem zararlarının azaltılması yönünde yapılması gerekenleri eksikli de olsa ortaya koyan Ulusal Deprem Konseyi, Deprem Şûrası, Kentleşme Şurası (KENTGES) raporları gereği yapılmadan tozlu raflara kaldırılarak unutulmuş, çıkarılan yasalar ise deprem zararlarını azaltma yerine, deprem bahane edilerek siyasi iktidarın rant dağıtımının mevzuatı olmuştur.
Afet ve acil durumları daha iyi yönetebilmek ve “risk azaltma odaklı stratejileri hayata geçirmek için kurulan” AFAD, “göçmen sorunlarının yönetimine sıkışmış”, “son dönemdeki kurum faaliyetlerinde deprem, sel, heyelan vb afet olayları yer almamıştır.
Deprem Şûra’sı vb. diğer raporlarda ısrarla vurgulanan Afet, İmar ve Yapı Denetimi gibi Kanunlarının yeniden düzenlenmesi konusunda aradan geçen süre içinde herhangi bir gelişme olmamıştır.
“6306 sayılı yasa ve Kentsel Dönüşüm Projeleri” depreme dirençli kentlerimiz yerine “kentsel imar rantlarını” dönüştürmenin bir aracı olmanın ötesine geçememiştir. Bu yasayla, Afetlere karşı sağlıklı ve güvenli yapı oluşturma, deprem istismarına kurban edilmiştir.
Riskli Alan İlanları Rant Alanları İlanına ve Doğal Alanların Talanına Dönüştü
6306 Sayılı yasanın çıktığı günden 2014 Temmuz ayına kadar toplam 148 alan detaylı araştırma ve inceleme yapılmadan Bakanlar Kurulu Kararı ile riskli alan ilan edilmiştir.
Riskli Alan İlan edilen iller arasında 27 alan ile İstanbul başı çekmekte olup, İstanbul’u sırasıyla Ankara, İzmir Gaziantep ve Adana illeri izlemektedir.
İlan edilen riskli alanların %47’sinin İstanbul, Ankara, İzmir, Gaziantep ve Adana’gibi 5 büyük ilimizde yoğunlaşması deprem riskinden ziyade “imar ve konut rantıyla” alakalı olduğunu açıkça göstermektedir.
Hakkari, Adıyaman Aksaray, Bartın, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Bolu, Çanakkale, Düzce, Iğdır, Isparta, Karabük, Uşak, Tunceli, Şırnak, Tekirdağ, Muğla, Manisa, Kayseri gibi Türkiye deprem bölgeleri haritasına göre 1. ve 2. Deprem bölgelerinde yer alan illerimizde bir tane dahi bile kentsel dönüşüm projesinin uygulanmaması,yapılan yeni düzenlemelerin bu sorunu çözmekten uzak olduğunu, asıl niyetin rantsal dönüşüm olduğunu açıkça göstermiştir.
17 Ağustos’un Üzerinden 15 yıl geçmiş olmasına rağmen;
-Sakarya’da yıkılması gereken ağır hasarlı 6 bina hala yıkılmamış, 750 orta hasarlı konutun onarımı gerçekleştirilmemiştir;
-Kocaeli’nde 06.05.2013 tarihi itibariyle orta hasarlı olan ve son kez tahkikatlarının yapılması veya yıkılması için tebligat gönderilen toplam 6723 adet bina bulunmaktadır. Bu binalarda kiracı olarak hala ikamet edilmektedir. Yakın civarda bile yaşanacak depremlerde ayakta kalması imkansız olan bu “hasarlı binalar, şimdi birer beton tabutluk” durumundadır.
-Düzce ilimizde de durum pek farklı değildir. Değiştirilmesi düşünülen kent yerleşim alanı daha yoğun bir şekilde yapılaşmaya açılmıştır.
-Bolu’da kent içi yoğunluğunun düşürülmesi amacıyla getirilen yapı yüksekliği sınırlaması, 2009 yılında yapılan yerel seçimlerin siyasi istismar alanı haline getirilmiş, akabinde kat yükseklikleri artırılmıştır.
Okul, hastane, yurt vb gibi ülke genelinde değişik amaçlarla hizmet veren kamu binalarının deprem güvenliğinin arttırılması konusu ilgili Bakanlıkların gündeminden düşmüştür.
Mülga Bayındırlık ve İskan Bakanlığının 2009 yılında yaptığı envanter çalışmasına göre, 77522 adet kamu binasının 54140’ı, 1. ve 2. Derece Deprem Bölgesinde yer almaktadır. Bu binaların ’inin güvenlik değerlendirmesi yapılabilmiş, %2’sinin güçlendirme projesi hazırlanmış ve %1,4’ünün güçlendirmesi tamamlanabilmiştir.
Kalıcı hale getirilen deprem vergilerinden, bu güne kadar ne kadar kaynak yaratıldığı ve bu kaynağın afet zararlarını azaltma ve deprem hasarları için kullanılıp kullanılmadığı bilinmemektedir.
NE YAPMALI?
Deprem Şûrası, Deprem Konseyi, TBMM Deprem Araştırma Raporu, UDSEP vb organizasyonlar yoluyla deprem yönetiminin teorisine dair çok sayıda rapor ve araştırma bulunan Ülkemizde, temel sorun etkin bir pratik ve uygulamaya geçirmede yaşanan siyasi irade eksikliğidir. “Kent yönetimini ‘kentsel rantın yeniden dağıtımından’ başka bir şekilde anlamayan merkezi ve yerel yönetimler afeti de aynı anlayışla yönetmeye çalışmakta”, 6306 sayılı Yasa da olduğu gibi “afet gibi toplumsal bir olguyu kendi rantsal hedeflerine ulaşmanın basit bir aracı haline getirmektedirler.
Afetler nedeniyle her yıl ortalama GSMH’nın %1 ile %3’ü arasında
ekonomik kayıpla/afet zararıyla karşılaşan ülkemizde “Afetlerle
Mücadele Fonu” oluşturularak zarar azaltıcı projelerde
kullanılmalıdır. 6306 sayılı Kanunun 7inci maddesi ile oluşturulan
“dönüşüm projeleri özel hesabı” bu Fona devredilmelidir..
Afet Mevzuatı 7269 Sayılı Kanun’un bütünleşik afet yönetiminin ana
hatlarını içerecek şekilde gecikmeden yeniden
düzenlenmelidir.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesinde başlatılacak çalışmalar
ile Ulusal İmar Mevzuatı, “Yapı Kanunu” ve “ Şehircilik ve
Planlama” olarak iki çatı yasa ekseninde yeniden yapılandırılmalı;
ikincil mevzuatı yeniden oluşturulmalı ve afet mevzuatı ile
bütünselliği sağlanmalıdır.
Ülkemizin kara ve deniz alanlarının bütününü kapsayarak,
depremselliğini açığa çıkartacak araştırmalara ihtiyaç
bulunmaktadır. Bu araştırmalar daha fazla zaman kaybetmeksizin
tamamlanarak; hem “Türkiye Diri Fay Haritası” hem de “Türkiye
Deprem Tehlike Haritası” güncellenmelidir.
4708 sayılı Yapı Denetim Yasası yenilenerek; yapı denetim sürecinin
yapının üzerine inşa edileceği parselin zemine aplikasyonundan
başlayıp yapılacak yapı türü, niteliği, büyüklüğü, temel
derinliği v.b. unsurlar dikkate alınarak parsel üzerinde
gerçekleştirilecek zemin ve temel etüdü ile yapının
tamamlanmasından sonra yapının izleme ve bakım süreçlerini de
dikkate alarak yeniden tarif edilmeli ve yapı ruhsatı vermeye
yetkili kuruluşlar ile yapı denetim kuruluşlarının bu denetim
içindeki fonksiyonları yeniden tanımlanmalıdır. Ülkemizin jeolojik
yapısı nedeniyle afet tehlikeleri açısından oldukça riskli olması
nedeniyle “zemin ve temel etütlerinin yapım, üretim ve raporlama
süreçleri yapı denetim kuruluşlarının bünyesinde yer alacak jeoloji
mühendisleri tarafından yerinde denetlenmelidir.
6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında
Kanun yerine, insan merkezli toplumsal politikaların hayata
geçirilmesini esas alan, bilim çevreleri, ilgili meslek odaları,
yerel yönetimler ve halkın katılımı ile; rant odaklı olmayan,
sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşam hakkını sağlayan yeni yasal
düzenleme yapılmalıdır.
Ülkemizde sayıları hızla artan yüksek yapıların, tasarımı ve deprem
güvenliği açısından usul ve esasları düzenleyecek bir mevzuat için
ivedilikle çalışma başlatılmalıdır.
Köprüler, barajlar, kıyı ve liman yapıları, kara ve deniz
tünelleri, boru hatları, enerji nakil hatları, enerji santralleri,
doğal gaz depolama tesisleri, hızlı tren ve otoyol gibi
mühendislik yapılarının gerek yer ve güzergah seçimi gerekse
projelendirme aşamalarında deprem/afet güvenliğine önem verilmeli,
yeterli jeolojik-jeoteknik inceleme ve modelleme yapılmadan karar
süreçleri işletilmemelidir.
Sınırları mülki idare sınırı olan ve ülke nüfusunun yaklaşık
%75’ini oluşturan 30 Büyükşehir Belediyesinin kentsel/kırsal alt ve
üst yapı hizmetleri (yol, su, kanalizasyon, köprü, baraj vb)
ile binaların projelendirilmesi süreçlerinin doğru olarak
yürütülmesinde gerekli olan jeolojik-jeoteknik etütlerin yapılması,
kontrol edilmesi ve denetiminin sağlanması, kentsel su temini,
yeraltısuyu kaynak ve rezervlerin araştırılarak ortaya konulması,
yeraltısuyu havzalarının korunması, jeotermal kaynak ve doğal
mineralli sulardan arzu edilen yararın sağlanması süreçlerinin
doğru yürütülmesi ve geliştirilmesi için Büyükşehir Belediyeleri
idari yapılanması içerisinde “Jeoloji- Jeoteknik Etütler ve
Yeratısuları Daire Başkanlığı” kurulmalıdır. Bu illerimizin
sınırlarının değişmiş olması göz önüne alınarak, son çıkarılan
yönetmeliklere uygun imar planlarına esas jeolojik jeoteknik etüt
raporlarının tamamı ivedi şekilde tekrar revize edilmelidir.
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD)’ oluşturulduğu günden
itibaren geçen zaman dilimi içinde zarar azaltma, ilk yardım,
müdahale, sevk, idare ve koordinasyon, hasar tespitinde gösterdiği
zafiyet dikkate alınarak yeniden yapılandırılmalı, kurumlar arası
eşgüdüm ve koordinasyon kapasitesi artırılmalıdır.
Çıkarılan Torba yasa maddesi ile, afetlere karşı güvenli yerleşim
alanlarının belirlenmesine, nitelikli ve güvenli yapılaşmayı
sağlamaya yönelik olarak Odalarımızın yaptığı ve ortadan kaldırılan
kamusal mesleki denetim yeni mevzuat düzenlemesi ile yeniden tesis
edilmeli, sahte mühendis ve mimarların iş yapması, standartlara
uygun olmayan niteliksiz mühendislik hizmetleri verilmesi
önlenmelidir.
Bu güne kadar binlerce can kaybına, ağır maddi kayıplara yol açan
yıkıcı depreme kaynaklık etmiş olan Doğu Anadolu Fay Zonu
(DAFZ), sessizliğini korumakta ve enerji biriktirmektedir.
Üzerinde çok sayıda sismik boşluk bulunan DAFZ‘nun değişik
kollarının yakın bir gelecekte yıkıcı depremlere kaynaklık etmesi
kaçınılmazdır. Tüm ülkemizi maddi ve manevi olarak yıkan 1999
Marmara ve Düzce depremleri sonrası tüm dikkatler olası İstanbul
depremine çevrilmiş, yoğun olarak desteklenen bilimsel çalışmalar
da Marmara civarına yoğunlaştırılmıştır. Ancak yukarda belirtilen
nedenlerle DAFZ ve yakın civarındaki aktif zonların ihmal
edilmemesi gerçeği önemle dikkate alınmalıdır.
1999 depremlerinden sonra afetlere karşı mücadele adına hiçbir şey yapılmadığı söylenemez. Ancak, aradan geçen 15 yıldan sonra bugün dahi hasarlı konutlarda ikamet ediliyor olması bile, yapılanların “durumun idare edilmesinden” öte bir anlamı olmadığını açıkça göstermektedir. Geriye dönüp baktığımızda bu gün sadece bir arpa boyu yol aldığımızı görüyoruz…