Büyük transferlerle yayın hayatına başlayan artı 1'de ekonomik kriz kapıya dayandı. Her şeye rağmen iyi haber yayınlarına imza atan kanalı açanlar bugün Kuzey Kıbrıs belgeseli ile karşılaştı. Medyatava'ya gelen habere göre, kanalın yayını uydu parasını ödemediği için kesildi. Çalışanların maaşları ise uzun süredir ödenmiyor. İşte, bir kanal çalışanından Medyatava'ya gelen e-mail. Aynen yayınlıyoruz:
Sevgili Medyatava editörleri...
Ben yaklaşık 10 aydır Artıbir Televizyonu'nda çalışan bir
emekçiyim. Büyük umutlarla işbaşı yaptığımız televizyonumuzun bugün
geldiği durum, hepimizi öyle içten yaralıyor ki kelimelerle ifade
ederken bile boğazım düğümleniyor. Öyle ki televizyonumuzun
sahiplerinin biz çalışanlarına davranışları artık kabul edilebilir
olmaktan çoktan çıktı. Vereceğim birkaç örnekle sanırım ne demek
istediğimi daha iyi ifade edebilirim.
Bugün ayın 19'u ve biz hala iki aylık maaşımızı alamamış
durumdayız. Televizyonun iki ortağından Altan Ertürk'ün, Uğur
Dündar'ın atıldığı gün tüm televizyon çalışanlarına hitaben yaptığı
konuşma ise dün gibi hafızamda oysa. Altan Bey, hepimizi haber
merkezinin ortasında toplayıp "Arkadaşlar, para konusunda size ayın
şu günü ödeme yapılacak diye bir söz vermiyorum. Ancak her ayın
15'ine kadar ödeyeceğimizi düşünüyorum. Vereceğim tek bir söz var.
Asla bir sonraki aya kalmayacak maaş ödemesi" demişti. Peki ne
oldu? Ramazan Bayramı'na hepimiz parasız girmemiz yetmezmiş gibi,
maaşımızın tamamını da 2 ay sonra almış olduk. Aynı durum şu an
için de geçerli. İnsanlar tutamayacakları sözleri vermemeli, hele
sadece emeğinin karşılığını almak isteyen çalışanlarına karşı,
asla. Gelelim sigortalarımıza. Birçoğumuzun sigortası asgari ücret
üzerinden gösteriliyor. Ben 10 aydır burada olmama rağmen sadece
son 5 aydır, o da asgari ücret üzerinden sigortalıyım. Sigorta
primlerimizin ödenip ödenmediğini de kimse bilmiyor.
Yetmedi... Biz Artıbir Televizyonu'nda çalışanların arasında şöyle
bir espri vardır, onu da sizinle paylaşmak istiyorum: "Her Artıbir
TV çalışanları, bir gün en az iki maaşını bu patronlara
bırakacaktır." Hemen açıklayayım ne demek istediğimi. Bizim
televizyonumuzdan kendisi ayrılan ya da bizzat işveren tarafından
atılan insanların zaten gecikmiş maaşları (ve hak etmişse ihbar
tazminatları) asla ödenmiyor. Bizimle aynı masalarda otururken
ayrılan veya atılan insanlar, sürekli olarak televizyona gelip hak
edilmiş ücretlerini istiyorlar ama nafile. Sevgili patronlarımız
ayrılan hiçbir arkadaşımızın analarının ak sütü gibi helal olan bu
ücretlerini ödemiyor. Yazık değil mi? Günah değil mi?
Bizler her gün ortalama 11 saat (Tam 100 yıl öncesi Avrupa'nın
çalışma koşullarında) çalıştırılıyoruz. Televizyonun yeri sapa
olduğu için, ne minibüs ne otobüs ve hatta ne de taksi geçiyor.
Mecburen servisleri kullanmak zorundayız. Bu kadar çalıştığımız
yetmezmiş gibi şimdi yeni sezonda bir program başladı (Ki yeni
sezon diye diye tek yeniliğimiz olan Mehmet Tezkan ve Avni
Özgürel'in sunduğu Fikirler Çatışıyor adlı program... Son iki
gündür yorgun argın servislere gittiğimizde bize söylenen şu oldu:
Fikirler Çatışıyor programı bitmeden kimse ayrılmayacak. Sabah
09:00'da işbaşı yapan bizler, artık akşam 20:15 yerine 21:00'de
çıkar olduk.
İş avansı denilen olgu, bizim televizyonumuzda sadece kulağa hoş
gelen bir sada. İş avansı isteyenlerin muhasebeciden bir dayak
yemedikleri kalıyor. (Adamcağıza da yazık aslında, o da patronlar
para vermediği için sinir krizleri geçiriyor her gün).
Biz bunları yaşarken peki patronlarımız ne yapıyor? Mehmet
Karasu'nun zaten yüzünü gören yok. Televizyona ayda bir iki kez
uğruyor, uğramıyor... Bütün söz sahibi sadece Altan Ertürk. Ya o ne
yapıyor. Altan Bey şu sıralar televizyonun genel yayın
yönetmenliğini, kreatif direktörlüğünü, yönetmenliğini, program
müdürlüğünü, yani sizin anlayacağınız her şeyi yapmakla mecbur. Her
işi kendisi yapmaya çalışınca da tamamen bir ekip işi olan
televizyonculuğun ne hale geldiğini okurlarınızın görüşlerine
sunuyorum.
Uzattığım için özür dileyerek son birkaç cümle daha yazmak
istiyorum. Biz çalışanlar bu kadar zor koşullar altında (çalışmaya)
çalışırken, her gün birkaç ünlü ve güzel ekran yüzlerini ve
peşisıra iki patronumuzu, onlara gururla televizyonumuzu anlatırken
görmek beni ve tüm arkadaşlarımı derinden yaralıyor. Bir çocuğun
oyuncağıyla oynadığı gibi televizyonla oynayan, her işi kendisi
yapmaya soyununca elini yüzüne bulaştıran Altan Bey'e (ve tabii
gizemli ortak Mehmet Karasu'ya) seslenmek istiyorum: Artık yeter.
Sizden rica ediyorum. Siz patronluğunuzu yapın, bizler de işimizi.
Biz burada ekmeğinin peşinde olan insanlarız ve her birimizin
bakmakla yükümlü olduğu aileleri var. Zaten televizyon piyasasının
en düşük rakamlarının ödendiği Artıbir TV'ye ne yazık ki artık
inancımız kalmadı. Sizden bir ricamız var: Eğer ciddi yayıncılıktan
vazgeçildiyse, zaten düşük olan ücretlerimiz zamanında
ödenmeyecekse, gayri insani çalışma koşulları devam edecekse, adam
yerine konulmamaya devam edeceksek vs. lütfen bize çıkıp anlatın.
Her birimize yaptığınız konuşmalarınızda, vaatlerde bulunup
tutmamaya devam edecekseniz n'olur artık bunu yapmayın! Dürüstçe
çıkın ve deyin ki "Arkadaşlar biz bu işi yapamıyoruz ve siz de
başınızın çaresine bakın..." Lütfen bize artık dürüst davranın. En
azından hep övünçle anlattığınız eski DİSK yöneticisi babanızın
hatırına sizden bunu rica ediyorum.
Son cümle: Mesele sadece para meselesi değil, mesele insana insanca
davranmama meselesi...
Saygılarımla...