Özgür Özel, CHP'nin cumhurbaşkanı adayının nasıl belirleneceğini açıkladı, Kılıçdaroğlu ile İmamoğlu görüşmesi için ne dedi? Ali Koç ziyaretinde neler konuşuldu?

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, partisini cumhurbaşkanı adayının nasıl belirleneceğini açıkladı. Gündem olan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve CHP eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu görüşmesinden haberinin olduğunu söyledi. Ayağının kırıldığında ilk hangi liderin aradığını açıkladı. Meclis’teki kavgaya ilişkin ise Özel, “Alpay Özalan hastalıklı bir mikrop” ifadesini kullandı. Fenerbahçe Başkanı Ali Koç'un ziyaretinde neler konuşulduğunu anlattı.

Google Haberlere Abone ol
Özgür Özel, CHP'nin cumhurbaşkanı adayının nasıl belirleneceğini açıkladı, Kılıçdaroğlu ile İmamoğlu görüşmesi için ne dedi? Ali Koç ziyaretinde neler konuşuldu?

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Gündem Genel Yayın Yönetmeni Seyhan Avşar ve Ankara Temsilcisi Altan Sancar'a verdiği röportajda partisinin cumhurbaşkanlığı adayının anketlerdeki sonuçlara göre belirleneceğini söyledi.

Özel, "Kendimle ilgili bir talebim olmayacak. Partide kavgaya izin vermeyeceğim. Ankette en yüksek kimse onu yapacağım. Kimsenin önünü kapamayacağım" açıklamasında bulundu. 

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ile eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun görüşmesini değerlendiren Özel, “Bu çok normal bir adım. Görüşmeden bilgim vardı. Kılıçdaroğlu ile ben de görüşeceğim. Tüzük değişikliğine dair fikrini alacağım” dedi. 

Seyhan Avşar ve Altan Sancar o görüşmenin ayrıntılarını tv100'de anlattı.

Özel, ayağının kırılmasının ardından liderden ilk kendisini arayan ismin MHP lideri Devlet Bahçeli olduğunu söyledi. 

Özel, TBMM'deki olağanüstü Can Atalay özel oturumunda TİP Milletvekili Ahmet Şık'a saldıran AKP'li Alpay Özalan'a ilişkin, "Alpay, demokrasi mikrobudur. Onun işi hastalık yapmak" ifadelerini kullandı.

Fenerbahçe Başkanı Ali Koç'un ziyaretine ilişkin "Ali Bey'le çok yakınız, çok samimiyiz… Ayrıca ben kulübün üyesiyim. Ali Bey'le aramızda çok nezaketli bir üslup var. Öyle ki ne ben ona ne o bana ‘elinin taşının altına’ koy tarzı bir cümle kurmaz. Zaten Ali Bey elimin değil bedenimin taşının altında olduğunu görüyordur." değerlendirmesinde bulundu. 

Özgür Özel, CHP'nin cumhurbaşkanı adayının nasıl belirleneceğini açıkladı, Kılıçdaroğlu ile İmamoğlu görüşmesi için ne dedi? Ali Koç ziyaretinde neler konuşuldu?

Yaklaşık 10 aydır genel başkansınız. O günden bugüne hayatınızda neler değişti. Grup başkanı Özgür Özel ile genel başkan Özel arasında nasıl bir fark var?

Tabii ben daha önce koruma kararı olmasına rağmen koruma kullanmıyordum. Genel başkan olduğum güne kadar. Korumalı hayat başka bir hayat yani. Oldukça uyum gösterilmesi zor bir şey ayrıca. Kurultay günü ikinci tur oylamada genel başkan olduğum ortaya çıktı. Teşekkür konuşmasına giderken etrafımda altı tane sivil, iri yarı insan belirdi. ‘Ne yapıyorsunuz’ dedim. ‘Siz kimsiniz?’ dedim. ‘Biz sizin korumalarınız.’ dediler. ‘Benim korumam yok’ dedim. ‘Artık var. Zorunlu korumaya tabisiniz’ yanıtı aldım. Her seferinde o zorunlu korumalarla hareket etmek zorundasın. Kendi başına yalnız kalmak istesen, eşimle birlikte bir yere gitmek istersen falan ona dahi izin yok. Yani bir şekilde koruyorlar. Onları arada bir atlatıyorum… Onlar şey diyorlar, ‘bu yaptığınız bize çok zarar verir.’

Yani mesleki olarak onlar bizi korumak için, gerekirse kendi hayatlarını feda etmek üzere görev yapan arkadaşlarımız. Mesleki kariyerlerine zarar vermek de istemiyorum. Yani bence bu sürecin en zoru o yani, her yere korumayla gitmek. Gittiğin her yerde biri elini kaldırıyor, ‘araba burada duracak. Şuradan yürüyeceksin, buradan gireceksin’ diyorlar. Tedbirleri önceden alıyorlar.

Ben çok ani karar değiştiren birisiyim mesela. Mesela benim Manisa'da neredeyse girmediğim köy yoktur. Yolun üstünde giderken veya Türkiye'nin herhangi bir yerinde… Bir ilçeye gireceksem veya bir köye uğrayacaksam korumaların önceden oraya gidip bir bakmış olmaları gerekiyor. İşte en çok bunda zorlanıyorum.

Diğer zorlandığım konu Manisa'yı çok özlüyorum. Yıllardır Ankara’dayım. Ama burada ev dahi tutmadım. Misafirhanede kalıyordum. Manisa'dan kopmak istemiyordum. Bütün çevrem Manisa'da. Bir de çocukluğumdan beri büyüdüğüm bir şehir. Hep söylüyorum Spil Dağı burnumda tütüyor. 15 gün görmesem kardeşim Barış'ı özlermiş gibi Spil Dağı'nı özlerim. Şimdi çok az gidiyoruz. Manisa’da yatılı okul arkadaşlarım var. Her sene birlikte tatil yaptığımız. Onlarla zaman geçiremiyorum istediğim gibi. Biraz özel hayattan fedakârlık etmek gerekiyor. O kısımları zor. Eşimi, kızımı daha az görüyorum. Eşim Manisa'da yaşıyor, ben Ankara'da, kızım  İstanbul'da. Ayda bir kere falan üçümüz buluşuyoruz. Bir de hani kızıma çok düşkünüm. Görüşmelerimiz falan iyice azaldı. Bir de ben müsait olsam İpek müsait olmuyor.

 Ayağınıza dair açıklama yaptınız. Ancak bir deliğe atılan taşı 40 akıllı çıkaramıyor. bu iddialar sizce neden ortaya atılıyor? 

Bu bence çok olumlu bir şey. Başka bir iddia ortaya atamayıp da kırık ayak için ‘kurşunla vuruldu’ diye bir iddia ortaya atıp onu tartıştırıyorlarsa bu iyi bir şey. Ben bunu MYK'daki arkadaşlarımıza da söyledim. Yani bizde kusur bunu bulup bunun üzerine gidiyorlarsa bu iyi bir şey yani. 

İLK GEÇMİŞ OLSUN TELEFONU BAHÇELİ'DEN

İktidar kanadından geçmiş olsun telefonu aldınız mı? 

Ayağımın kırılmasının ardından ilk telefon Devlet Bahçeli’den geldi. Çok sayıda lider, parti temsilcisi aradı. Can Atalay'ın oturumu için genel kurula katıldım. Orada da hemen herkes gelip, ‘geçmiş olsun’ dileklerini iletti. Ayrıca meclis başkanı hem aradı, hem de o gün Meclis’te de yerinden inip yanıma geldi. Hepsi sağ olsun. 

‘ALİ KOÇ ELİMİN DEĞİL BEDENİMİN TAŞIN ALTINDA OLDUĞUNU GÖRÜYORDUR’

Ali Koç görüşmeniz çok konuşuldu. koç’un size, “elinizi taşın altına koyun” dediği iddiaları kamuoyuna yansıdı. ali bey ile ne konuştunuz? kendisi size bu tarz bir söylemde bulundu mu?

 Ali Bey'le çok yakınız, çok samimiyiz… Ayrıca ben kulübün üyesiyim. Ali Bey'le aramızda çok nezaketli bir üslup var. Öyle ki ne ben ona ne o bana ‘elinin taşının altına’ koy tarzı bir cümle kurmaz. Zaten Ali Bey elimin değil bedenimin taşının altında olduğunu görüyordur.

 O nedenle hiç öyle bir diyalog olmadı. Fenerbahçe'den konuştuk. Maalesef Türkiye Futbol Federasyonu'nun seçimlerine siyasetin müdahalesinden konuştuk. Olimpiyatların başarısızlığından konuştuk. Olimpiyat başarısızlığının sebebinin bütün federasyonlar üzerindeki siyasi baskılar olduğunu ve bir federasyonu almanın siyasi bir kaleyi fethetmek gibi algılandığını bunun da doğru olmadığını ben ifade ettim. İstanbul'a olimpiyat almanın öneminden, seyircimizi olimpiyat seyircisine dönüştürebilmenin gereğinden ve olimpiyatlara oyuncu yetiştirmek için hep beraber neler yapabiliriz gibi konuları konuştuk. Daha çok spor odaklıydı. Gündelik siyaset noktasında bir şey yoktu konuşmamızda.

 

Bornova Anadolu Lisesinde okuyan Özgür Özel olarak Fenerbahçeli'yim. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı olarak milli takım taraftarıyım. Hangi takımımız yurt dışında oynasa zaten onu tutarım. Bu sene de hem Fenerbahçe'nin hem Galatasaray’ın hem Beşiktaş'ın yurt dışında hangi takımlar oynuyorsa onların birer maçını sahada izlemek istiyorum. Onun için başkanlarla da sözleştik. 

'OLMAYAN KRİZİ YARATIYORLAR'

Hacı Bektaş-I Veli anma töreni ve su krizi çok konuşuldu. Tören sırasında düzenlemede bir eksik olduğunu fark etmediniz mi? 

Bunu krize çevirebilmeye çalışanlar ne kadar çok kriz meraklıları. Ama bunu parti içinden yapanlara yani partiliyim deyip de bunu yapanlara da ‘ya arkadaş aklınızı başınıza toplayın’ demek gerekiyor. Şu anda partide elli yıllık bir başarı yaşanıyor. Her gelen anket bir öncekinden iyi geliyor. 

Şu an bu partide olmaması gereken tek şey tartışma ve kriz. AK Parti birbirine girmiş. Az önce Nuray Babacan'dan kulis dinledim. AK Parti’de kriz yaşanıyor. İller program yapmıyor, ilçeler program yapmıyor. Cenazeye bile gidemiyorlar. Her yerde eleştiriliyorlar. Bu kadar önemli konular varken su krizini nereden icat ettiniz şimdi yani? Benim önümde sehpa vardı ve dört tane su vardı. Biri Kemal Bey'in, biri benim, biri Ekrem Bey'in, biri de Ekrem Bey'in yanında oturan arkadaşımızın. Herkesin suyu vardı. Mesela ben bu kırık ayağımla o sehpadan kalkarken zorlandım hatta. Birinde çarptım mesela ona. Kemal Bey yardımcı oldu. Tedirgin oldu, yardımcı oldu geçmem için. Sağ olsun. Ama bize yakın arkadaşlar güya CHP'li arkadaşlar… Ondan sonra efendim Kemal Kılıçdaroğlu’na su saygısızlığı diye konuşuyorlar.

 Orada da söyledim… Hiçbir şey anlamamışlar Hacı Bektaş-ı Veli’deki konuşmamdan. Konuşmamı orada dinleyen herkes çok memnun oldu. Konuşmanın sonunda da şunu söyledim. Hem Atatürk’e hem Kemal Bey'e bütün genel başkanlara vefamızı partilerine iktidar yaparak göstereceğiz. İktidar olacak partide su krizi olmaz. Su krizi, her türlü kriz artık AK Parti'nin işi. MHP ile AK Parti'nin krizine baksınlar. Olmayan kriz yaratıyorlar yani. Çok komik.

 Kemal Kılıçdaroğlu’nun cümleleri çok sertti. Sizce hedefinde kimler vardı?

 Ben konuşmayı bir bütün olarak dinledim. Aslında konuşma bir bütün olarak iyi bir konuşmaydı. Ancak konuşmayı cümle cümle analiz ederseniz çok şey bulunur. Benim işim böyle şeyler bulmak değil. Bu cümleyi kime söyledi? Bunlar siyasi yorumcuların işi. Ama benim işim Kemal Bey'e saygı göstermek. Tüm benden önce genel başkanlara olduğu gibi. Parti için en iyisini yapmak, çalışmak görevim. O yüzden ben öyle şeyle meşgul değilim. Hani bir kelimeyi bir cümleyi bulalım, oradan bir analiz yapalım. O gazetecilerin işi, siyaset yorumcuların işi. Ama ben bunu duyduğumda baktım ‘Allah Allah’ dedim. ‘Nelere dikkat ediyor millet’ diye yani. Yine Hacı Bektaş'dan bir şey söyleyeyim. Hem devlet protokolünde hem parti protokolünde genel başkanın sağ tarafı protokolün en değer verilen ismine verilir. Benim sağımda da Kemal Bey'i oturtmuş arkadaşlar zaten. 

Ekrem imamoğlu’nun Kılıçdaroğlu ziyareti çok konuşuldu. Bu görüşmede normalleşme sürecinin de ele alındığı basına yansıdı. Bu görüşmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Normali bu. Partide de bir normalleşme ihtiyaç var. Yıllarca birlikte çalışmış kişiler. Ekrem Bey'in Ankara'ya geldiğinde Kemal Bey'i ziyaret etmesi. Hatta Kemal Bey'in de  İstanbul'a gittiğinde Ekrem Bey'i ziyaret etmesi. Bence bunların her birisi çok kıymetli. Aksi yanlış.

 Mesela şimdi ben ne yapacağımı söyleyeyim. Kemal Bey'e gideceğim ama şöyle… Pazartesi günü ben, Murat Karayalçın, Hikmet Çetin'le buluşup Altan Öymen'e gideceğiz. Altan Öymen’le bir öğlen yemeği yiyeceğiz. Ben onların tüzük konusundaki görüşlerini alacağım. Çünkü önceki genel başkana tüm üyeler gibi görüş sorulmaz. Onlardan gider genel başkan görüş sorar. Bizim aldığımız terbiye, parti terbiyesi bu. Dönüşte de eğer sayın genel başkanın da takvimi uygunsa tüzük hakkında görüşlerini sormak üzere ziyaret edeceğim. Ama bu işte Ekrem Bey'in ziyaretinden sonra oldu, Ekrem Bey'in ziyaretine farklı anlamlar falan yüklemek doğru değil. Ekrem Bey gitmeden önce böyle bir ziyaret yapmayı iki üç hafta önce de planlanmıştı. 

Ekrem Bey’in ziyaretinden bilginiz var mıydı?

Vardı tabii... Hacı Bektaş'tayken ‘ben Kemal Bey'i salı günü ziyaret edeyim, kendisiyle böyle konuşacağım’ dedi. Onların bilgisini verdi. Ondan sonra ben de ‘iyi olur’ dedim. Bunlar gayet normal şeyler. Mansur Bey de gitmeden önce bilgi verdi, gittikten sonra bilgi verdi. Ayrıca şöyle de bir şey var. Birbirimize nezaketimizden bunlar yapılıyor. Bilgim olmasa da bir rahatsızlık duymam yani. Ne olacak? Partinin önceki genel başkanıyla herkes bir araya gelebilir. Hiçbir mahsur görmem ama sağ olsun arkadaşlar nezaket gereği bilgi veriyorlar.

 Gelelim kritik sürece… Önünüzde bir kurultay süreci var. İmza toplanıp kurultaya gidileceği iddiaları ortaya atıldı. Chp birinci parti gelmişken sizce bu iddialar neden ortaya atılıyor? 

Şöyle yani şimdi bunlar iddia ve gerçek olmadığı için çok değerlendirilecek şeyler değil ama hani mesela bir olağanüstü kurultay çağrısı ya da işte tüzük kurultayını seçimli kurultaya çevirme çabası falan parti başarısızsa olur. Parti 47 yıl sonra ulaştığı en yüksek mertebedeyken bunun siyasi bir karşılığı yok. Bunu herkes bilir. Zaten böyle bir çaba da yok. Yani böyle bir çaba içinde olan yok. 

Ama bir takım işte partide güya Sayın Kemal Bey'i yeniden genel başkan yapmak isteyen, onu savunan ama bizim daha önce partide hiç görmediğimiz birtakım arkadaşlar böyle haberler yazıyorlar, söylentiler yayıyorlar, tweetler atıyorlar. Yani onlar da onunla meşgul oluyor yani. Biz partiyi iktidar yapmakla meşgulüz, onlar da öyle şeylerle meşgul oluyor. Ama ben bir tane delegeden imza istendiğini duymadım. 

Bir grup kerameti kendinden menkul bir ekip var. Kimi sosyal medyadan saldırıyor, kimi yalan haberler yaymaya çalışıyor. Ben onlarla meşgul değilim. Ben partiye iyi bir tüzük yapmakla, partiyi iyi yönetmekle meşgulüm. Anketler geliyor. Bunlara göre AK Partiden bazen 7, bazen 5 puan öndeyiz. 

CHP son 50 yılın en zirve noktasını yaşıyor. Ancak bir tarafta Kemal Kılıçdaroğlu, bir tarafta İmamoğlu, diğer tarafta siz… Çok parçalı bir görüntü olduğuna dair eleştiriler var… Siz ne düşünüyorsunuz? Sizce kamuoyu haksız mı bu eleştirilerde? 

Biz vermiyoruz da vermeye çalışıyorlar. Yani sürekli böyle bir görüntü yaratmaya çalışan birileri var. Ben 'bunlar hain, bunlar ajan, bilmem ne...' gibi lafları sevmem. Hani öyle lafları kullanacak olsam tam da bunlar için kullanırım. Çünkü partinin örgütünde sorun yok, yönetiminde sorun yok, hiçbir yerde bir tartışma yok. Her şey yolundayken buna uğraşan adamların hakikaten partinin ve Türkiye'nin iyiliğini düşündüğünü düşünmüyorum. Bir de dikkat ederseniz buna bütçeler ayrılıyor. Trol orduları var, fake hesaplar var. Haber hesapları falan satın alınmış. Örgüt kendi dinamitleri içinde öz eleştiri yapar. Başımızla beraber. Sosyal medyadan hakaret olmadıktan sonra her türlü eleştiri başımızda beraber ama olmayan şeyin yazılması kabul edilemez. 

Geçtiğimiz günlerde ibb başkanlığı tartışması başladı. Sinem Dedetaş çıktı ve 'İstanbul'u yönetmeye talip olduğu' söyledi. Sonra sayın Ekrem imamoğlu'na yakın olduğunu bildiğimiz bazı kişilerin tweetlerini konuştuk. Bazı belediye başkanlarının isimlerinin ibb koltuğu için anıldığını gördük. Ancak sanki Ekrem İmamoğlu, CHP'nin cumhurbaşkanı adayı olmuş gibi birileri o koltuğa talip olmaya kalkıştı. Siz bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunu konuşmak için erken değil mi?

 Tamamen hem çok erken, hem çok gereksiz, hem çok faydasız. Orada özel verilmiş bir röportajdan ziyade belediye başkanı arkadaşımız Paris Olimpiyatları sırasında gazeteci kökenli Paris'te yaşayan bir kardeşimizin herhalde dostça bir sohbetine cevap vermiş. 'Böyle bir görev olsa hazır mısınız?' O da 'Hazırım' demiş, o kadar. Bir daha belediye başkanlarımız arasında böyle bir tartışma duymayacaksınız. 

Cumhuriyet Halk Partisi'nin hem cumhurbaşkanlığı adayı ismi açısından hem de 'bir cumhurbaşkanı adayımız olursa onun yerine kim gelir' tartışmaları açısından. Cumhurbaşkanı adayı kim olursa olsun yerine gelecek isimler konusunda boşu boşuna böyle bir gündem yaratılmasını doğru bulmuyorum. Bir daha böyle bir şey duymayacaksınız. Arkadaşlar uyarıldılar. 'Böyle bir şeye gerek yok' dedik. Ekrem bey de hiç memnun olmadı bu gündemden. Ben de memnun olmadım. Arkadaşlarımız kötü niyetli değiller. Biraz siyasette yeniler. Ama bir daha kendi kendimize böyle bir gündem yaratmayacağız. 

Yerel seçimler sonrası elde ettiğiniz psikolojik üstünlüğü normalleşme süreciyle kaybettiğiniz iddia ediliyor. Buna dair neler söylemek istersiniz? Sokakta durum nedir? Ayrıca bir dönem 'partide normalleşme karşıtları var' demiştiniz. Kim bunlar? 

Normalleşme karşıtları bu çatışmalı, gergin, küfürlü ortamdan beslenenler... Sözün değerine değil, desibeline odaklanmış arkadaşlar. Seçmen ise desibelle değil, sözün değeriyle ilgileniyor. Sesin şiddetiyle değil, özünde ne dediğinizle ilgileniyor. Kaldı ki emekliler, asgari ücret, çiftçinin düştüğü durumda sesimizi yükseltmiyor da değiliz. Sesimizi yükseltiyoruz ama üslubumuz sert eleştiriler içerse de hakaret içermiyor. Nasıl Meclis'te kavgayı doğru bulmuyorsam bunu da doğru bulmuyorum. 

Geçmişte çok sert siyasi tartışmalar sırasında benim de taraf olduğum birtakım polemikler oldu, davalar açıldı. Ama ben kendi genel başkanlığım sırasında ve bir seçim kazandıktan sonra, 5 Kasım'dan sonra da kimseye hakaret etmedim, eleştiri sınırlarının dışında bir şey söylemedim, kimsenin yüzüne bakamayacak; elini sıkamayacak duruma gelmedim. Ben siyasetin normalinin bu olduğunu düşünüyorum. Ben kutuplaşmanın muhalefete zarar verdiğini düşünüyorum. Bunu anlamayanları da anlamıyorum. Şunun önüne geçiyoruz: Evet, açsın, yoksulsun, işsizsin ama tehlike çok büyük yine de bana oy vermelisin. Yoksa ezanı dindirecekler, yoksa vatanı böldürecekler. Yoksa bayrağı indirecekler. 

Sayın cumhurbaşkanı Cumhuriyet Halk Partisi'ne geldiğinde birileri -ki doğrusu odur; cumhurbaşkanının gittiği yerde forslu bayrak çekilir- forsu görüp bizi eleştirirken bütün Türkiye 'Bayrağı indirecekler' dedikleri Cumhuriyet Halk Partisi'nin göndere bayrak çektiğini gördü. Bir sene önce 'Bayrağı indirecekler' dedikleri parti, cumhurbaşkanlığı forslu bayrağını göndere çekiyor. 'Vatanı böldürecekler' dedikleri partiye ülkenin cumhurbaşkanı iade-i ziyaret yapıyor. Ben bunu 'Cumhurbaşkanını kandırdım, faka bastırdım' diye söylersem büyük bir ahlaksızlık olur. 

Ben normalinin bu olduğunu ama bunun da halkta önemli bir karşılığı olduğunu görüyorum. Bu sokağa giden bütün milletvekillerinin döndüğünde 'Özellikle İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Karadeniz'de normalleşmenin inanılmaz bir karşılığı var başkanım, aman devam' diyorlar. Partimizde ismini vermeden açıklama yapmak istiyorum değil, adıyla sanıyla bir milletvekili 'Normalleşme tepki görüyor' demiyor. Herkes 'Sahada ciddi karşılığı' var diyor. 'Ezanı susturacaklar' dediği partinin diyanet personelinin özlük haklarını ve o ezanı okuyan müezzinin promosyon haklarını savunduğunu görüyor insanlar. Siyaset dediğin böyle bir şey.

 Türkiye gazetesinde SGK ve vergi borçları meselesine ilişkin bir kulis çıktı. Kurmaylarınız ve belediye başkanlarının bu konuda Cumhurbaşkanı ile görüşmeniz yönünde. Partiden yalanlama geldi ama size de sormak istiyorum. Bir görüşme beklentisi var mı partililerden? Bu konu dışında yakın tarihte Erdoğan ile bir görüşmeniz olacak mı? 

Belediyelerle sorunu konuştuk ama böyle bir talep gelmedi. Belki bu konudaki görüşmeyi ilgili bakanlarla yapmamız gerekir. Bu ayrıca sadece CHP'li belediyelerin sorunu değil. Bütün belediyelerin SGK ve vergi borcu var. Bu tamamen iktidarın sorumlu olduğu bir süreç. Niye Türkiye'de hiçbir belediye yapmıyor? Belirli aralıklarla faizler affedilip borçlar yapılandırılıyor. SGK'yı ödemeyen faizsiz kredi kullanıyor gibi oluyor, ödeyen bundan mahrum oluyordu. 

Bu iktidar 23 yıllık pratiğinde hangi görüşten olursa olsun bütün belediye başkanlarını buna alıştırdı. Borcunu ödemek isteyen belediye başkanına birlikte çalıştığı devlet memurları itiraz ediyor 'Efendim zaten af çıkıyor' diye. Şimdi diyorlar ki 'Haydi ödeyin faiziyle.' Çoktan çok, azdan az gider hesabıyla. Biz de bunu görüşeceğiz ama bu ilgili bakanlarla, ilgili arkadaşlarımız görüşebilirler. Sayın Erdoğan ile şu anda bir görüşme gündemimiz yok. Ama biz normalleştik ve normalleşme budur. İhtiyaç olduğunda görüşülebilir. Çok önemli bir gündem olur, görüşülebilir. Yurt dışına önemli bir ziyaret olacaktır, görüş alışverişi yapılabilir. 

Mesela ben Filistin'e gideceğim ayağım iyileşir iyileşmez. Mahmud Abbas çağırdı. Filistin'deki temaslarımdan sonra eğer ihtiyaç görürsem ileride Suriye, Rusya, Çin ziyaretleri olacak. Birleşmiş Milletler toplantısına gideceğim. Suriye için resmi olarak tarih bekleniyor. Gitmeden önce Dışişleri Bakanımla görüşebilirim. Gittikten sonra eğer oradaki görüşmelerde devlet başkanının, cumhurbaşkanının bilmesi gereken bir şey varsa -bizim iktidarımıza kadarki sürede bu ülkeyi Erdoğan yönetecek. Ben isterim bu 6 ay sonra bitsin. Ama belki 3-4 yıl Erdoğan yönetecek- gider konuşurum. Ama 'Vergi borçlarımızı silin' demeye gitmem. Gittik 28 Şubat mağdurlarını söyledik, sonuç aldık. Onlardan ve ailelerinden duyduklarım ömrüm boyunca içimi rahatlatacak. 

Ümit ediyorum ki yarın Gezi tutuklularıyla ilgili bir mesafe alırız. Gezi tutuklularıyla ilgili yarın bir çözüm olsa -normalleşmeye laf ediyor arkadaşlar ama- ben halen daha o sürecin zorlanması gerektiğini düşünüyorum. Çok büyük bir haksızlık var. 4 Yaşındaki çocuğun babası üzerinden inatlaşılmaz. 

Kamuoyunda erken seçime ilişkin çok ciddi bir beklenti var. Bunun toplumsal sözcülüğü chp'ye düşüyor birinci parti olarak. Buna öncülük yapacak mısınız? Buna hazır mısınız? Siz bir erken seçim istiyor musunuz? 

Ben yarın olsun isterim. Karar yarın alınsın, 60 gün sonra sandığa gidilsin isterim. Benim siyasi kariyerimdeki doruk noktası şu; 31 Mart akşamı -belki bu parti kurulduğundan beri- partinin bahçesi ve etrafı o kadar doluydu. O kalabalığa döndüm ve dedim ki 'Bakın ışıklar yanıyor.' Bu konuşmayı bir kere daha yapmak istiyorum. Genel seçimlerin akşamı, partiyi iktidar yapmış genel başkan olmak dışında bir hedefim yok. 2 ay sonra bir erken seçim olsa biz iktidarız. AK Parti iktidar değil, bu her yerde görülüyor. 

Ben erken seçim neden istemeyeyim? Ben 31 Mart'tan önce seçmenlere söz verdim, dedim ki; bu bir genel seçim değil, iktidarı göndermiyorsunuz. Bu seçimde verdiğiniz oy sarı kart, kırmızı kart değil. MHP'li ve AK Partili seçmenlere 'Sarı kartı gösterin' dedim. Seçimden sonra da şunu söyledim; 31 Mart seçim başarısını gerekçe göstererek erken seçim talep etmeyeceğim. 'Ama ülke iyi yönetilmezse erken seçim kaçınılmaz olur' dedim. O günden bugüne emekli maaşına zam yaptılar güya. Seçimin yapıldığı gün 25 kilo kıyma alıyordun, şimdi 22 kilo kıyma alıyorsun. 3 kilo kıyma kayıp. 

O günden bugüne asgari ücret bu kadar enflasyona rağmen bir kuruş artmadı. Memleketinde çaycı isyan ediyor, Karadeniz'de fındık üreticisi isyan ediyor. Bütün Türkiye'de AKP'nin kalelerinde Konya'da buğday üreticisi isyan ediyor. AKP'nin kalesi Konya'da, CHP'nin kalesi Tekirdağ'da da, Adana'da da buğday fiyatına da isyan ediliyor. Maliyeti 19 lira olan çaya 17 lira fiyat vermiş. 135 lira dedi fındığa 165 lira talep ediliyorken. Hatta rekoltenin düşük olduğu Trabzon tarafından 180 lira. 

Şu anda da 110 liradan fındık satılıyor. Yarın fıstığa gidiyoruz. Antep fıstığında büyük isyan var. 31 Mart seçimini gerekçe göstermeyeceğiz ama tüm bunlar gerekçesiyle geçim olmadığı için seçime ihtiyaç var diyoruz. Bunu da her fırsatta dile getiriyorum, getirmeye de devam edeceğim. Ama şu an tematik mitingler yapıyoruz. Türkiye'de 2 şey oluyor. Bir, ana muhalefet partisi tarihte görülmediği bir şekilde tematik mitingler yapıyoruz sorunun olduğu yerde. Bu mitinglerde iklime rağmen, bir seçim atmosferi olmamasına rağmen seçimden daha azla katılım gösteriyor insanlar. Tüm siyasi partilerden katılım var. Tayyip Erdoğan'ın memleketinde her siyasi partiden büyük bir miting yaptık. 

İkincisi de bizim hiç dahilimizin olmadığı şekilde kimi yol kesiyor, kimi yol kesip isyan ediyorlar. Bu önemli bir gelişme. Mesela emekliler, emekli maaşı meselesine sahip çıktı. Bu asgari ücret ve diğer geçimle ilgili zorluklara vatandaş kitlesel sahip çıkarsa günü gelir erken seçim talep edilen mitingler de yapılabilir. Seçimden sonra erken seçim isteyenler yüzde 30'lardayken şimdi yüzde 60'lara tırmandı. Ama sokağa yansırsa o zaman olabilir. O zamana kadar ben derdi olanın derdini en yüksek şekilde sahiplenip hakkını savunmaya devam edeceğim. Türkiye böyle gider, bu toplumsal hareketlenme daha da kabarırsa erken seçim mitingleri olur. O tip bir mitingin toplumda yükselen tansiyonun üzerine gelişmesi çok daha kıymetli. 

Meclis'teki kanlı oturum çok tartışıldı. Ertesi gün pek çok köşe yazarının size yönelik eleştirilerini gördüm. 'Alpay Özalan'ın yaptığıyla Ahmet Şık'ın yaptığı aynı şey miydi?' demiş yazarlar. Siz kendinizi doğru ifade mi edemediniz? Sözleriniz yanlış yere mi çekildi? 

Sadece o konuşmayı öyle izleyince Murat Sevinç de haklı. Ama orada şu detay var; Meclis'te kısa söz talebiyle yaptığım ve şu şerhi düştüğüm bir konuşmaydı: Bütün itirazlarımız duruyor ve birazdan arkadaşlarımız dile getirecek. Grubumuz adına grup başkanvekillerimiz konuşacak ve konuşacakları konu hukuksuzluk ve orada yaşanan her şey. Onlardan önce genel başkanın söylenecek sözü söylemesi, o arkadaşlara 'Siz bu işi beceremezsiniz' demek. Ben grup başkanvekiliyken bana yapsaydı mesela Kemal Bey, ben herhalde görevi bırakmayı düşünürdüm. 

Birincisi bu arkadaşlara büyük bir saygısızlık olurdu. İkincisi ben Mahmud Abbas oturumuna katılamamışım çünkü ayağım kırılmış. Ertesi gün geliyorum. Dış politika açısından da insanlar 'Ana muhalefet katılmadı' diyebilir. Oraya bir şerh düşmem lazımdı, onu söyledim. 'Dün bu yüzden gelemedim, bugün geldim ama Mahmud Abbas ile telefon görüşmesi yapacağım' dedim. Ertesi gün de yaptım zaten. Ayrıca ben kavga çıkıp Alpay Özalan saldırdığında Meclis Başkanı'nı aradım. Ondan önce Ahmet Şık'a geçmiş olsun telefonu açtım. Gülistan hanımı odasında ziyaret ettim. Bizim Okan (Konuralp) yaralanmıştı. Hem yüz yüze ayaküstü hatırını sordum hem de sonra telefonla sağlık durumunu takip ettim. Ardından Meclis Başkanı'nı aradım. Meclis Başkanı'na 'Anayasal bir suç işleniyor. Bekir Bozdağ'ı taşere edemezsiniz. Suçu ona işletemezsiniz. O görüşmeye başkanlık etmelisiniz. Oturumu siz yönetmelisiniz, Bekir Bozdağ yönetmemeli' dedim. Benim dediğimi yaptı. 

Meclis Başkanı'na 'Müdahale etmeniz, şiddete karşı tavır koymanız önemli. Sizin yaptığınız uygulamalara ilişkin bütün itirazları arkadaşlarımız söyleyecek' dedim. Ben bu kapsamda kaldım, gerisini arkadaşlar söyledi. 

Ahmet Şık ile de konuştum. Bu pazartesi de konuştum. Ben kendisini aradım, o da bana geçmiş olsun demek için ulaşmaya çalışmış. Kendisine de 'Asla ikisi denk tutulamaz. Ama bizim açımızdan da yaptığı ilk cümlenin o cümleler olması ve oturumun bu noktaya gelmesi hiç faydalı olmadı. O yüzden bir kez daha çağıracağım' dedim. Ben başka partiye nasıl konuşacağını tarif edemem. Ama Ahmet Şık'ın ilk cümleden kullandığı o kelimeler.... İç Tüzük'e göre o lafı söylüyorsan o cezayı alıyorsun. 

-O zaman iç tüzük'e göre Alpay Beye verilen ceza da doğru değil. 

Alpay beyin milletvekili yapılması doğru değil. Meclis İdare Amiri yapılması doğru değil. Alpay beye ödenen maaşının her bir kuruşu israftır bu memleket için. O kadar kötü bir şey ama mikroba 'Niye Hastalık yapıyorsun?' diye sorulmaz. Bana diyorlar ki 'O da ceza aldı, o da ceza aldı.' İç Tüzük'e göre saldırı ve küfür/hakaretin cezası bu. İlkinde kınama, sonra çıkarma veriyorsun. Bu Alpay ile Ahmet Şık'ı denk tutmak meselesi değil. Esas mesele mikroba 'Neden hastalık yapıyorsun?' diye sorulmaz. Ama Alpay'a bu fırsatı vermeden biz o oturumda usul tartışmasıyla bütün imkanları tüketmeliydik. Biz hiçbir şey yapamadık ki o gün. Kan bulaştı. Gözümüzün önünde kadın dövdüler. O tansiyonun içinde bir genel görüşme oldu gitti. İnsanları bizim vicdana davet etmemiz gerekirken herkes tuttuğu safta yürüdü. Oysa ki genel görüşme açılmasını öneriyorduk. Belki gruplar arası diyalogla bir genel görüşme açılsa 2 gün istişareler olabilirdi partiler arasında. Ama o an ben Ahmet Şık'ın o gün söylediği sözün ve üslubun taktiksel olarak da yanlış olduğunu düşünüyorum. Ayrıca İç Tüzük'e göre de sorunlu ifadeler. Karşı tarafa hak etmediği bir mağduriyet yarattı. Sen bütün AK Parti vekillerine 'cibiliyetsiz' deyince biz bütün haklı davamızdan savunmaya geçmek zorunda kaldık muhalefet olarak. Onlar için bahane oldu. Ama Ahmet Şık'a 'Neden yanlış yaptın?' diyebilirim. Bu hakkım var, onlar da bizi eleştiriyorlar. Alpay demokrasi mikrobudur. Onun işi hastalık yapmak. 

-MYK değişikliği düşünüyor musunuz? 

Şu an için bir MYK değişikliği yok. Partide işler iyiye gidiyorken nasıl ki seçimli kurultay saçmaysa herkes işini gücünü yapıyorken MYK'yı değiştirmek de saçma. Ama geçen bir arkadaşımız istifa etmişti aday belirleme sürecinde. Yerine bir görevlendirme yaptık. MYK'da kapsamlı bir değişiklik yapacak bir ihtiyaç yok. Onu yapacak olan Tayyip bey. İşler orada kötü gidiyor. 

-Siz sürekli 'cumhurbaşkanı adayımızı anketlere, toplumun isteğine göre belirleyeceğiz' diyorsunuz. Daha önceki anketleri biliyoruz ancak potaya çok güçlü bir şekilde siz girdiniz. Tüm anketlerde oy oranı en hızlı yükselen bir lidersiniz. Anketler masaya geldiğinde ekrem beyin önünde çıkarsanız genel başkan olarak nasıl bir yol izleyeceksiniz? Halk sizi isterse ne yapacaksınız? 

Benim hızla yükselen ivmem görev onayıdır. 'Kendimle ilgili bir talebim olmayacak. Partide kavgaya izin vermeyeceğim. Ankette en yüksek kimse onu yapacağım. Kimsenin önünü kapamayacağım. Benim görevim partiyi iktidar yapmak' dediğim için ve buna samimi şekilde çaba sarf ettiğim için görev onayım hızla yükseliyor. O yüzden benim için en büyük hata günü geldiğinde teknik direktörlüğün gereğini yapmamaktır. Penaltıyı kimin atacağına karar vermek... İyi bir hakemin -en doğru kararı vermesi gereken kişinin- kendisiyle ilgili hırsa, ihtirasa, bir talebe bürünmesi her şeyi allak bullak eder. 

Günü geldiğinde penaltıyı sizin atmanız gerekirse ne yapacaksınız? 

Teknik direktör, penaltı atmaz; en doğru oyuncuya attırır.

 

Sıradaki Haber İçin Sürükleyin