Yaşar Kemal'in ölümsüz ruhuna Palazzo Gradenigo'da açılacak hafıza odasından bakılacak. Sanatçı Ahmet Güneştekin'den Medyatava'ya çok özel açıklamalar

Yaptığı her işle çok konuşuldu. Hafıza Odası, Gavur Mahallesi başta olmak üzere tüm sergileriyle bu topraklardaki acıları gün yüzüne çıkardı. Venedik'te Rönesans döneminin en büyük sanat yapılarından biri olan Palazzo Gradenigo’yu alarak kültürel mirası korumaya yönelik büyük bir adım attı. 2024'ün sonlarında ise Kayıp Alfabe adlı sergisini açmaya hazırlanıyor. Dünyaca ünlü sanatçımız Ahmet Güneştekin, geçmişten bugüne sanat yaşamını, gelecekte yapacaklarını MedyaTava'ya anlattı.

Bu toprakların hikayesi çok anlatıldı, çok yazıldı. Fakat bir isim var ki o sanatın her dalıyla içimizdeki acıyı, yakın geçmişimizi, acılarımızı, üzüntülerimizi ve sevinçlerimizi bize hatırlattı. Sadece bize de değil, tüm dünyaya...

Birbirleriyle yan yana gelmeyecek insanlar onun sanatının etrafında birleşti.
Yeni sanatçılar yetiştirmek vakıf da kurdu.
Rönesans'ın en önemli yapılarından birini sanata kazandırdı.
Ahmet Güneştekin, adını sanat tarihine altın harflerle yazdırdı.
MedyaTava'nın sorularını da büyük bir samimiyetle yanıtladı.

Keyifli okumalar dileriz!

Sanat yolculuğunuzda hep bu toprakların acılarına dikkat çektiniz, çekmeye de devam ediyorsunuz. Bu bağlamda sanat acıdan beslenir ve aynı zamanda acıyı da dindirir diyebilir miyiz?

Yaşadığımız evreni dolduran fikirlerin bazıları içinde olduğumuz ânın zorunluluklarına cevap veren duygulara karşılık gelir. Biz onları ne kadar bastırmaya uğraşırsak uğraşalım, bilinçdışımızı doldurur ve beklenmedik patlamalarla kendilerini dışarı çıkarmanın bir yolunu bulurlar.

Acısı olmayan bir insanın estetik duyarlılığa sahip olamayacağını söyleyemem ama bu dünyayla bir derdi olmayanın varoluş biçimi olarak sanatsal ifade araçlarına yönelmesi pek olası değil. Sanat her zaman şahsi deneyimlerden doğmuştur.

Yapıtlarımın hepsi benim için deneyim ifadesidir. Belki de bu yüzden kurguladığım evrenlerin gerçeküstücü bir yanı var.  Sanat, bir şekilde acıya, yokluğa, kayıplara farklı bir açıdan bakmamızı sağlıyor. Ancak benim benimsediğim yine de acı dolu bir perspektif değil, iyimser bir bakış ve bundan güç alan yaratma arzusu.

Dünya çapında bu kadar ünlü olan nadir sanatçılarımızdan birisiniz. Ve size hep Batman’da doğup, orada yaşayıp nasıl bu kadar başarılı olduğunuz soruluyor. Mücadelenin ve emeğin dozunu arttırmak başarıyı da mı artırıyor? Başka bir şehirde, kimliklerle, siyasi ideolojilerle hiç tanışmadan büyüseydiniz her şey daha mı farklı olurdu?

Nereden geldiğiniz önemsiz olamaz elbette, çünkü bu dünyada şekillenir, bu dünyada büyüyerek kendinizi anlatırsınız. Başka bir yerden gelseydim kim olurdum? Bu soruya cevap vermek pek mümkün görünmese de şunu söyleyebilirim. Tarihsel boyutta gözden saklanan ve baskılanan şeylerin görünürlük kazanma ihtimali her zaman epey yüksektir. Bu şeylerin belirli bir yere ait olma ayrıcalığı da yoktur.

Ben de muhtemelen aynı estetik duyarlılığa ulaşmanın bir yolunu arardım. Aynı şekilde, çok çeşitli kaynaklardan hareket etmek isterdim. Katı yöntemlere güvenmez, tavizler karşısında kayda değer bir bağışıklığa sahip olurdum. Amacım, insan gerçekliğinin birçok veçhesini bünyesinde barındıran sahici bir tecrübeyle yoğrulmuş işler çalışmak olurdu. Sözlerimi zamanın geçici modalarına uydurmayı umursamadığımdan olsa gerek söyleyeceklerimin de yine sonu gelmezdi.

Heybenize 6 yıl hikayelerinizi doldurduktan sonra 2003’te ilk serginizi açtınız. O günden bugüne 21 yıl geçti. Hala her sergi açılışınızda aynı heyecanı duyuyor musunuz? Daha çok hangi serginiz sizin için daha önemliydi?

Sergi yapımları zorlu süreçlerdir. Sergilerin tematik içeriğini geliştirmekten görsel ve tarihsel temsile bağlı çok biçimli anlam inşasına duyarlı olmayı gerektiren bir tasarım düşünmeye kadar çok denklemli bir çalışma. Her sergiyi kendisine özgü bir yorumlama stratejisiyle çalışmam gerekiyor. Başlangıçta içi boş olan bir kabı hakikatler arasında anlamlı ilişkiler kurarak doldurmak gibi. Bu güçlüklere rağmen aynı zamanda oldukça heyecan verici bir pratik. Bu nedenle sergilerimi bende yarattığı duyguya göre sıralayamam ama kapsamı genişledikçe seçimlerin ve kompozisyonların daha katmanlı olduğu sergi üretimlerini daha çok önemsiyorum.

Ne yazık ki ülkemizde sanat çok konuşulan bir şey değil. Sanatçılarımız da çok ön planda değil. Siz neredeyse hiç konuşmadan, hiç polemiğe girmeden hep gündemdesiniz. Eserleriniz ve sergileriniz çok konuşuluyor. Hatta belki birbiriyle yan yana gelmeyecek insanlar bile söz konusu siz olduğunuzda birleşebiliyor. Bunu nasıl sağladınız?

Sanatın evrensellik üretmek gibi bir gücü var. Potansiyel bir izler kitle yaratabiliyor ve hatta bunun ötesine geçebiliyor. Bu birleştirici gücü yaratan unsur evrensel bir dil konuşması ve tüm dünyaya hitap edebilmesidir. İyi sanatı tanımlayan şey, insanları birbirine yaklaştıran, farklı düşünüşlere sahip insanlar arasında etkileşimini mümkün kılan dönüştürücü etkisidir. Ayrıca yaşadığımız zamanların ruhu, sanatın insanların buluşabileceği bir platform olmasına çok uygun. Bu yüzden benim ve çalışmalarım etrafından bir araya gelebilen insanların farklılıkları çok doğal.

“İşte Türkiye’den bir sanatçı aldı” dediğimiz bir işe imza attınız. Dünyanın en önemli sanat şehirlerinden biri olan İtalya-Venedik’te Rönesans yapılarından Palazzo Gradenigo’yu satın aldınız. Bir sanatçı için satın aldı demeyi de doğru bulmuyorum. Sanatınızı oraya taşıdınız demek daha doğru olacak gibi. Bu fikir nasıl doğdu, buradan sonra nasıl gelişecek?

Venedik çok sevdiğim ve sergi çalışmalarım için sık sık gittiğim bir şehir. Palazzo Gradenigo da beğendiğim yapılardan biriydi. Eski ve yeniyi bir araya getiren klasik eski-dünya iç tasarımının zarafet ve inceliğini taşıyan bir yer.

Oldukça görkemli bir geçmişi var. Güneştekin Vakfı açıldıktan sonra bu yapının sanat rafinerisi için uygun bir mekân olabileceğini düşünerek süreci başlattım. Bu tür tarihi yapıların mülkiyet değişikliği konusunda Venedik Miras Vakfı ve Kültürel Miras Bakanlığı’nın çok detaylı prosedürlerinden geçmek gerekiyor.

Bu aşamalardan sabırla geçtik, şimdi restorasyon çalışmalarına başlıyoruz. Güneştekin Sanat Rafinerisi olarak 2025 yılında açmayı planlıyoruz.

Sanırım orada bir de Yaşar Kemal için oda yapacaksınız. Yaşar Kemal’le nasıl tanıştınız? Sizi bu kadar yakınlaştıran da ortak acılarınız mıydı?

Yaşar Kemal yeri doldurulamaz bir insan, hayatına dokunduğu her insan için bu geçerli olmalı. Çocukluğumdan beri onun dünyasına aşinaydım. İlk sergime geldiğinde tanıştık ve hayatlarımız kesişti, dostluğumuz ömrünün sonuna kadar devam etti.

Her zaman onun renklerini, seslerini, doğasını, hikayelerini bir mekânda yeniden kurgulayıp, yarattığı evreni yorumlamak istemiştim. Ona ait bir hafıza odası. Sanat Rafinerisinin salonlarından birine onun adını vereceğim. Böylece bu oda onun zaten ölümsüz olan ruhuna yeniden bakma fırsatı sunacak.

 Ben sizin sanatı insan için yaptığınızı düşünüyorum. Çünkü sanattan kazandıklarınızla insanlara dokunuyorsunuz. Kurduğunuz vakıfta dezavantajlı koşullara sahip öğrencilere burs da veriyorsunuz çünkü. Vakfınızın burs verdiği öğrencilerle aranız nasıl? Görüşüyor musunuz? Bu bursla yetişen- yetişecek yeni sanatçılarımız var mı?

Sanat yaşamım boyunca sanatın eğitimin vazgeçilmez bileşeni olduğu anlayışla öğrencilere hangi alandan olursa olsun yardım ettim ve etmeye de devam ediyorum. Görüşmeye devam ettiğim öğrenciler olduğu gibi, yıllar önce yardım ettiğim ve sonra bana ulaşan öğrencilerle de görüşüyorum.

Vakfın tam olarak çalışmaya başlamasıyla birlikte bu faaliyetleri kurumsal düzeyde yönetebileceğiz. Gençlerin sanat eğitimine erişimini yaygınlaştırmak ve üretim olanaklarını genişletmek için projeler de üreteceğiz.

 Kişisel tarihimin en büyük sergisi dediğiniz “Kayıp Alfabe” adını taşıyan serginizin de müjdesini verdiniz. Neden en büyük serginiz ve bu sergi kimlerin acısını anlatacak?

Esas itibariyle ne malzeme kullanımında ne de araştırmalarda makro unsurları ön planda tutmuyorum. Ortaya çıkan büyüklük, benim düşünme tarzımın doğrudan bir ürünü gibi görünse de öyle değil.  Makro ve mikro düşünceleri ve yöntemleri iç içe geçirerek çalışmayı tercih ediyorum. Sezgilerim bana bunu söylüyor. Anlaşılırlığın menzili biraz da kapsamın genişliğinin bir işlevi değil midir? Çalıştığım konudan çıkardığım görüşlerin mayalanması sonucu kapsam ne kadar genişlerse geçmişin o kadar çok kısmını anlaşılır kılabileceğimi düşünüyorum. Bu unsurlar doğal olarak makro bir ölçek ortaya çıkarıyor. Artİstanbul Feshane’de açılacak sergim için de durum aynı.

Serginin kapsamını, hayal gücünün sunabileceği kadar çok bileşen, etken ve veçheyi içeren mümkün olduğunca çok düzeyde baktığım bir mecra olarak düşünüyorum. Bu nedenle Feshane’deki sergi bu şehrin ve insanlarının kültürel tarihini ve sürekliliklerini, geçmiş olaylara dair kavrayışımı, ve geçmişe gösterdiğim ilginin güncel meselelere nasıl bağlandığını gösterdiğim, yorumladığım bir sergi olacak.

Enes Güran'ın Ses kayıtları Ortaya Çıktı Okan Buruk'un özel isteği Michail Antonio Derin yırtmaçlı sahne kıyafeti olay yarattı Sıcaklıklar 15 derece birden düşecek Narin Güran cinayeti davasında yeni gelişme! Restorandaki yangından acı haber geldi