'Utanma duyguma defalarca tecavüz edilmiş biriyim'

Yazar Talip Emiroğlu, Medyatava'nın sorularını yanıtladı...

Sayım Çınar, yazar Talip Emiroğlu ile yeni romanı Linç’i konuştu. Yazarın söyleyecek çok sözü var!





Sayım Çınar



sayimcinar@gmail.com





İlk romanınız Babanın Adı Var ile edebiyat camiasına hızlı bir giriş yapmıştınız. İkinci romanınız Linç de okuyucuyla buluştu. Yine çok sarsıcı, hatta yer yer okuyucuyu şoke eden olaylar örgüsüyle Linç sahici ve cesur bir roman. Bu kitabı yazma fikri nasıl ortaya çıktı ve ne kadar sürede yazdınız?



Medyada insanların linç edilmesi maalesef bilişim çağının en önemli sorunlarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Batı, önleyici yasalarla bunu nispeten kontrol altına almayı başarabiliyor. Ama bizim gibi ülkelerde maalesef bu tür linçler sorgusuz sualsiz acımasızca yapılıyor. En hafif şeklini söyleyeyim: özellikle “ekşi sözlük”te kimliği belli olmayan kişiler, istedikleri kişiye istedikleri hakareti yapabiliyor. Mahkeme kararıyla hakkında yazılanları sildirebiliyorsun ama bu süre içerisinde itibar zedeleniyor. Ve bunun hiçbir telafisi de yok.



Haksız yere sosyal medya ve diğer medyalarda özel hayatımla ilgili olarak bir hayli yıpratılmış biriyim. Bu mağduriyet Linç adını verdiğim kitabımı yazmamı tetiklemiş olabilir. Babanın Adı Var’ın dışında Eğitim ve Çocuklar adlı bir makale kitabım var. Linç üçüncü kitabım oldu. Yaklaşık iki yıl çalıştım bu kitap için.



Kitaba konu olan linç girişimini gerçek hayatta yaşadınız. Kitapta, yaşanan olayların ne kadarını yansıttınız?



Bu kitapta yaşadıklarımı değil de yaşadıklarımın bende yarattığı hisleri aktarmaya çalıştım. Ben utanma duyguma defalarca tecavüz edilmiş biriyim. Günlerce, aylarca... Gece ve gündüz... Kitapta geçenlere yaşandı mı, yaşanmadı mı diye bakmamak lazım. Zaten yazar hissettiklerini önce kafasından geçirmişse, bu yaşanmış demektir.



Ama diğer taraftan da avukatlarımın deyimiyle “yüzyılın boşanma davası”nı yaşadım. Dört yıl süren çok zor bir süreçti. Şahsım ve kurumlarım hakkında sürekli şikâyetler, asılsız ihbarlar yapıldı. Sayısı kırkı aşan şikâyet ve davayla boğuştum. İş, boşanma merkezinden çıkarılıp benim yok edilmeme kadar götürülmek istendi. Diğer taraftan çocuklarımla iletişim kurma mücadelesi verdim. Düşünün, benim gibi otuz yılını eğitime vermiş birinin “Çocuklarının önünde karısını döven eğitimci!” diye haberleri çıkartıldı. Okullarımın kapatılması için ilgili makamlara yazılar gitti. Diploması sahte diye şikâyet edildim. Şirketleri vergi kaçırıyor diye şikâyet edildim. Binalar kaçak diye ihbar edildi. Vakfında sahtecilik yapılıyor, dendi. Şirketlerimin parasını yurtdışına kaçırdığım iddia edildi. Akıl ve ruh hastalıkları hastanesine gönderilmem için hâkim kararı çıkartıldı. En iğrenci de FETÖCÜ diye hakkımda soruşturma açtırıldı. Vatanımıza, milletimize ihanet eden alçaklarla aynı tarafa konulmaya çalışılması insanın derinde bir yerlerini acıtıyor. Hepsini burada saymayacağım. Sonuçta bunca çamur değerimizi düşüremedi. Ancak bu kitabın duygularına katkısı elbette oldu.





“MAĞDUR BABALARIN KURDUĞU DERNEKLE GÜZEL İLETİŞİMİMİZ OLDU”



Mağdurlar genelde kadındır, ancak sizin ilk romanınızda olduğu gibi bu romanda da mağdur yine erkek. Bir anlamda mağdur erkeklerin öncüsü gibi bir misyon da üstlenmiş oldunuz. Benzer bir durumu yaşayan erkekler sizinle iletişim kurdu mu hiç?



Elbette kurdular. Sorunlu boşanmalardan dolayı çocuklarını göremeyen veya sınırlı görebilen babaların kurdukları sivil toplum örgütleri var. Özellikle “Babasız Bırakılan Çocuklar, Çocuksuz Bırakılan Babalar Derneği” ile güzel iletişimimiz oldu. Derneğin başkanı İbrahim Aksoy bu konularda çok aktif biri. Boşanmalarda çocukların velayetinin sorgusuz sualsiz anneye verilmesi pek çok babayı mağdur ediyor. Oysa velayetin ortak olması, çocukları da baba şefkatinden uzaklaştırmayacaktır.





Linç konusu, kurgusu ve yazım dili olarak bir film veya diziye çok rahat uyarlanabilir. İleride böyle bir teklif gelirse düşünür müsünüz?



Her şeyden önce bu kitabı medyada mağdur olan insanlara dikkat çekmek için yazdım. Önceden taşlı sopalı yapılan linçler, artık günümüzde mutasyona uğrayarak kamuoyu önünde suçlanarak, hakaret edilerek ve hedef gösterilerek yapılıyor. Elbette filmlerle bu probleme daha çok dikkat çekilebilir ve önlem alınmasına katkı sağlayabilir. Bu yüzden neden olmasın, diyorum.





Kitabı okuyanlardan nasıl tepkiler aldınız?



Sanıyorum az işlenmiş bir konu. Okuyucuya ilginç geliyor olmalı.



“MAALESEF GÜNÜMÜZDE HAYATIN ORTAK HEDEFİ GENELDE PARA VE GÜÇ”



Linç’te başarılı bir işadamının duygusal olarak en dibe kadar inişini görüyoruz. Yaşadıklarınızdan esinlendiğinizi biliyoruz. Okuyucunun karşısına en savunmasız, en aciz ve güçsüz halinizle çıkıyorsunuz bir anlamda. Sizin deyiminizle “çıplak” olarak…  Çok cesur bir tarz. İç dünyanızı nasıl bu kadar net aktarabildiniz?



Benim zaten bütün mahremim kamuoyunda ortaya konmuştu. Gerek özel hayatımda gerekse iş hayatımda gizlim saklım kalmamıştı. Kitaptaki dibe vurmuş, rezil olmuş bir işadamının duygularını yansıtmaya bir altyapı oluşturdu benim yaşadıklarım. Benim kendimi çırılçıplak sokakta dolaşıyormuş gibi hissetmiş olmam, kitaptaki işadamını daha iyi anlatmamı sağladı. Dediğim gibi defalarca utanma duyguma tecavüz edilmişti.



Kitapta geri planda toplumsal değerlerdeki çöküş, ikiyüzlülük ve önyargı gibi ahlaki değerlerin dejenerasyonunu da resmediyorsunuz. Geldiğimiz nokta gerçekten bu mu? İnsanları güç ve para mı kontrol ediyor?



İnsanları güç ve para kontrol ediyor demeyelim ama nefsleri yönlendiriyor. Nefsi yönlendiren de daha çok aile ve aldığı eğitimle oluşan ahlaki altyapısı diyebiliriz. Maalesef günümüzde hayatın odak noktası genelde para ve güç olduğu için nefs onları istiyor. Aileler ve toplum böyle insanlar yetiştiriyor. Üniversite sınavlarında hangi ilk üçe giren öğrenci tarih veya edebiyatı tercih etti? Etmez, çünkü para ve gücü orada görmüyor.





“MALI MÜLKÜ OLANLAR, İŞADAMLARI EVLENİRKEN MUTLAKA PROTOKOL YAPSINLAR”



İki romanınız da edebiyatımızda çok örneği olmayan bir yüzleşme ve iyileşme kitapları. Bu kitaplar geçmişle yüzleşip, yolunuza devam etmenizi sağladı mı gerçekten? Mesela kendi kızlarınızla ilişkileriniz, sosyal hayatınız nasıl?



Hiçbir yaşanmışlık tesadüf değildir, başımıza geliyorsa, bize bir mesaj vermek isteniyordur. Bu mesajı doğru alamazsak, aynı şeyi tekrar yaşamak zorunda kalabiliriz. Ben yaşadıklarımın mesajını okumaya çalıştım tabii… Önceden, anlaşma imzalanarak yapılan evliliklere karşıydım. Daha baştan güvensizlik görüntüsü veriyordu. Her evlilik başlarken güzeldir, sözleşme bu güzel rüyaya limon sıkar şeklinde düşünüyordum. Ama artık fikrim değişti. Özellikle malı mülkü olanlar, işadamları evlenirken mutlaka protokol yapsınlar. Yok aşkmış, şuymuş buymuş… Leyla ile Mecnun bile olsan evlilik protokolü yapacaksın. Bu ilişkiyi de daha sağlıklı olmaya sevk edecektir. Ayrıca bir boşanma halinde çocukların çekiştirilerek zarar görmesini de önleyebilir.



Kızlarımı her an sevdim, en kötü şartlarda bile peşlerini bırakmadım. Kızlarımla benim sevgimin karşılıklı ve güçlü olduğunu biliyorum. Bunu hiçbir şey bozamadı. Ben kendimi zayıf hissettiğim zamanlar, kızlarımı düşünerek güç kazanıyorum.





Sizi besleyen, yazmaya iten konular nelerdir? Yeni bir kitap yazma düşünceniz var mı? 



Bundan sonra sırada bir öykü kitabım var. Bu kitapta okuyucuları üzmeyeceğim, söz. Hatta tebessümle okunacak öyküler olacak.



“HAYVANLAR HAYATIMDA HEP OLDU”



Yerli ve yabancı yazarların hemen hemen hepsinin bir kedisi var. Sizin de bir kediniz olduğunu öğrendik. Biraz kedinizden bahseder misiniz? Hayatınıza nasıl girdi?



Aslında sadece kedi değil, köpek, kuş ve kümes hayvanları gibi pek çok hayvan barındırıyorum. Hayvanlar hayatımda hep oldu. Kedim biraz yakışıklı, ilgi çektiği için bu kadar ön plana çıkıyor. Sadakat çok önemli benim için. Galiba hayvanları bu nedenle yakın hissediyorum kendime.



Türkiye’de her ay yeni bir sürü kitap okuyucuyla buluşuyor. Ancak okunma oranları basılan kitaplara nazaran hayli düşük. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?



Evet, UNESCO raporlarında görmüştüm, kitap basım endüstrisinde dünyada 11’nci sıradayız, okumaya gelince 86’ncı sıraya düşüyoruz. Sanırım basılanların yüzde altmışından fazlası eğitim kitapları olduğu için okuma oranıyla basım oranı orasında bu uçurum var. Ama maalesef şu gerçek ki, günde altı saat televizyon izleyip, sadece bir dakikasını okumaya ayıran bir toplumla hedeflenen gelişmeyi gösteremeyiz. Önce kitabın ve okumanın öncelikli ihtiyaçlarımızdan biri olduğunu düşünecek seviyeye gelmeliyiz.  



Geriye baktığınızda kızgın veya kırgın olduğunuz insanlar var mı?



İnsan acı çekip yanarken ilkin tütüyor, yani sebep olanlara kızıp ah edebiliyor. Ancak piştikçe bu durum değişiyor. Artık yanmaya devam etse de tütemiyor. Bu yüzden ben dünyanın kötülerini de seviyorum. Acıyorum da onlara. Çünkü onların işi, bu hayattaki rolleri daha zor.


Galatasaray, Bodrumspor'u tek golle geçti Narin Güran cinayetinde kritik gelişme Yenidoğan Çetesi davasında ara karar! En yüksek emekli promosyonu veren bankalar O Ses Türkiye'ye damga vurmuştu! İşte son hali... 11 kilo verdi! Demet Akalın'ın son hali olay oldu