Uğur Yücel: 20'li yaşlardaki hayallerimi gerçekleştiremedim
Ünlü oyuncu, Milliyet'ten Aydın'ın sorularını yanıtladı.
Star TV'de yayınlanan Nefes Nefese dizisinde canlandırdığı Ayaz Kıran (Atmaca) karakteriyle ekrana dönen Uğur Yücel, geçmişe dair en büyük üzüntülerinden birini açıkladı: 20'li yaşlarımdaki sinema düşüncelerimi ve senaryo hayallerimi gerçekleştiremedim. Şimdi olsa, genç Uğur'u eve kapatır, bütün geçimini sağlar, yazdırır, film çektirir, sonra da bir yaban kuşu gibi hayata salardım. 'Çok kilo vermişsin' yorumlarına kızdığını belirten Uğur Yücel "Benim için sıra dışı olan kilo almaktı. Çok iştahlıyım ama bir Japon gibi yiyorum" diye konuştu.
Senem AYDIN / MİLLİYET
‘20’li yaşlardaki hayallerimi gerçekleştiremedim’
Nefes Nefese'nin çekimleri nasıl gidiyor?
İlk gün zordu çünkü çok sıcaktı. Ben tam kuzey insanıyım, soğuk iklim adamıyım. Mesela Kars benim için ideal, şu an gece 12 derece orada. Yazları Norveç’te iş arayacağım. İsveç dizilerinde göçmeni oynayayım. Ama hem Adana’yı hem de Antakya’yı seviyorum. Ülkede 4-5 şehir var, böyle çok bağlandığım. Antakya’da yaşayabilirim... Lezzet, insanlar ve dostlar mükemmel. İstanbul’dan tam anlamıyla koptum. İşimizin merkezi orası olmasa, semtime uğramam.
İlk bölümün yönetmenliğini de yaptınız. Oyunculuk ve yönetmenlik arasındaki farklar neler?
Bir orkestrayla şef arasındaki durum... Meraklısı bilir, şefin elindeki baget, eserin ruhunu değiştirir. Daha doğrusu şefin ruhu, eserin değerini değiştirir. Evet, koca bir oyuncu ve setten oluşan yüzlerce insan sana bakar. Bir sözüne... Ne büyük sorumluluk! Diğeri daha konforlu, sahnemi oynar giderim. ‘Haydi abi, senin sahneler geliyor kostüme alalım’ diyorlar. Ardından git monitöre, kendini izle. Tımarhanelik bir durum.
Yazarlık, yönetmenlik ve oyunculuk... Uğur Yücel’i hangisinde daha iyi ifade edebiliyorsunuz?
Kıvrak cevap verme pratiğim yok... Hemen itirafa geçiyorum. Bir kere adımı ve soyadımı yan yana getirmiyorum. Bir Uğur Yücel müessesem yok. Kendimi ifade etme yerimi henüz bulamadım. Hissettiklerim, yaptıklarımdan ileride gidiyor. Hislerimi tatmin edemiyorum. Arada esintiler oluyor, o kadar. ‘Aha bu oldu’ dediklerim, bazı anlardan ve paragraflardan ibaret. Okuyup, izlediğinde gömüyorsun kendini ancak. Tatmini orada buluyorum, bir eserin içinde kaybolduğumda...
Arabesk, Muhsin Bey ve Eşkıya gibi fenomen filmlerin efsane oyuncususunuz. Bu projelerin hayatınızdaki yeri nedir?
Seyircilerin övgüsü bitmiyor. Ruhumuz okşanıyor, mahcubiyet duyuyoruz.
Eşkıya, Türk sinemasının yeni çağı olarak gösteriliyor. Buna katılıyor musunuz?
O projeden sonra uzun süre oyunculuk yapmadım. Kendimi de beğenmem orada. Ama iki ay önce Midilli’de arkadaşlar, Panayudu Köyü’ndeki buzikici Yorgo’nun evinin bahçesinde, duvara bez gerip, ‘Eşkıya’yı oynattılar. Yunanca alt yazılı... Uzun bir masa etrafında 20-25 kişi izlediler. Gösterimden önce bir şeyler söylememi istediler; ‘Bir başka zamanın ilk adımlarıydı’ dedim. Sonra film izlenirken arkalarda bir kalasın üzerinde zırlayıp, ağladım.
İnsanın gençlik kırılganlığı, öfkesi çok uzağa fırlatıyor kendini. Ne kadar uzak düşmüşüm yaptığımıza o zamanlar... Birden eski bir günahımla karşılaşmış gibi oldum. Beslediğin duygular kırılıveriyor işte. Kırıldığın yerde çözülüyorsun. Esas önemli olan ne kadar gönül koyduğun o işe, çok duygulandım. Hiç duymadığım eleştiriler duydum. Yönetmene, yazara ve özellikle unutamayacakları insan yüzlerine övgüde bulundular. Galiba bir filmden çok başka şeylerle ilgilendiler. Kendilerine yakın bir dünya gördüler.
Kariyerinin başındaki Uğur Yüce'i görseydiniz, ne derdiniz?
Genç Uğur’u eve kapatır, bütün geçimini sağlar, yazdırır, film çektirir, sonra da bir yaban kuşu gibi hayata salardım. Sahiden kendimle ilgili tek üzüntüm demeyeyim, bileni gülümsetir bu şiir, ‘Yazık Oldu Süleyman Efendiye!’... Orhan Veli Kanık... ‘Geçiniz efendim geçiniz’i de ekleyeyim. Ben çok şey atladım. Eldeki malzemeyi pek kullanamadım. Örneğin 20’li yaşlarımdaki sinema düşüncelerimi, öykü ve senaryo hayallerimi gerçekleştiremedim. Ama geçti bizden demek istemiyorum.
Tekne hayatınız devam ediyor mu? Yazı nasıl geçirdiniz?
Devam... Arkadaşımın teknesi, zaten evde de yaşamıyorum. Sadece tekne ve oteller... Sırt çantasıyla geziniyorum. Bir nevi çadırcılık. Tekne deyince insanların aklına devasa bir şey geliyor. Gezen rezidans... Bizimki öyle değil. Yelken meraklısıyız. Sessizlik ve kimsesizlik. Yaz da öyle geçti. Baharda dört bölüm çekmiştik. Ağustosa kadar ara verdik. Midilli’ye götürdük tekneyi. Fırsat buldukça gittim. Orada arkadaşlarım var, çoğu müzisyen. Köy köy dolanıp, müzik yapıyorlar. ‘Rembetiko’ filmini yaşadım sanki. Bir de sinopsis çıkarttım. Güzel hikaye... İnceden senaryoya da giriştim.
Bayramda neler yapacaksınız?
Dört gün boşum var. 1-2 gün yayla, sonra arkadaşlar gelecek. Antakya’ya giderim herhalde. Çok iyi hissediyorum kendimi orada. Terzi, çorbacı ve esnaf ahbaplarım var. Uzun çarşıda bir pöç yiyip, çayla hayatı seyretmek… Mesela Dönerci Tacettin Usta’ya gidip, izliyorum adamı. Arkadaşlarımı da götürüyorum.
‘Nerede eski bayramlar...’ dediğiniz oluyor mu?
Ben hayatını kaybetmişlerden biriyim. ‘Neleri kaybettiniz?’ diye sorma... ‘Nerede eski zamanlar...’ diyeceğimi hiç düşünmemiştim. Ama buluyoruz işte ara sokaklarda. Bayramlık giyme telaşı var mı acaba şimdilerde? Sabah uyandığında baş ucuna bırakılmış gıcır bir kundurayla karşılaşmak?
Neredeyse tüm genç oyuncuların hayali, sizinle kamera karşısına geçmek... Bu, nasıl hissettiriyor?
Bunu anlayabiliyorum, çoğu beni çok seviyor. Çalışması kolay bir insanım. Eksikliğim masanın üzerindedir, saklamam. Kendime gereksiz süsler yakıştırmam. Gençliğimde, biriyle oynamak hissine hiç kapılmadım. ‘Şöyle bir karşılıklı oynasak’, ilginç bir his. ‘Selfie çeksek’ hissiyatı mı acaba? Herif ölmeden bir anımız olsa mesela... Bugün de aynıyım. Kimseyle oynamak istemiyorum.
Artık genç oyunculara daha çok şans veriliyor. Siz yeni nesli nasıl buluyorsunuz?
Çok iyi buluyorum, ama sahiden... Gençliğimizde, önümüzdeki jenerasyondan ilham alamıyorduk. Çok az sayıdaydı iyiler, yön verecek olanlar. Dünyayı yıllar sonrasından takip ediyorduk. Bizler klasik olandan kaçmaya başladık çünkü dünyayı izleme hevesine kapılmıştık. Video ve kasetlerle koyun koyuna yatıyorduk. Şimdikiler saat farkıyla her gelişimin farkında. Pozisyonlarını evrensel ölçeğe göre alıyorlar. Bizim kimi ihtiyarlar da iyiler. Üç kuşakla birlikte yaşıyorum. Evlat yaşındakilerle arkadaşım ve ilham alıyorum.
Son dönemde en çok kızdığınız şey, ‘Çok kilo vermişsin’ yorumlarıymış. Zayıfladıktan sonra hayatınızda neler değişti?
Kilo konusu bomba. Ben hep zayıftım, çocukken ve gençken. Hatta 45 yaşımdan sonra kilo aldım. Şimdi 2005 yılındaki kiloma döndüm. Dolayısıyla benim için sıra dışı olan kilo almaktı. Ömrümün dörtte üçünü ortalama bir kiloda geçirdiğim için eski yerime dönmekten mutluyum.
Çekimlerin yapıldığı yerler, yemekleriyle meşhur... Yediğinize, içtiğinize dikkat ediyor musunuz? Arada küçük kaçamaklarınız oluyor mu?
Çok iştahlıyım. Özlediğim yemeklerle karşılaşmak heyecan veriyor. Yemek de yapıyorum. İlk iki lokma çatal ya da kaşık her neyse uçuruyor beni ama doymadan, tadarak yaşıyorum. Japon gibi yiyiyorum. Pişirirken de öyle. Az ve doygun lezzetler. Yumurta kızartırken bile istediğim olmazsa tekrar yapıyorum. Kıt kanaat yemeği artık bundan sonra.
Röportajın devamını okumak için TIKLAYIN