'Türkiye'nin En Genç Tutuklu Gazetecisinin tahliyesi istendi

Sami Menteş serbest bırakıldı.

İstanbul- Yurt gazetesi muhabiri Sami Menteş'in de aralarında bulunduğu 18'i tutuklu 29 sanığın, terör örgütü DHKP-C'nin gençlik yapılanmasına ilişkin, "silahlı terör örgütüne üye olmak" ve "terör örgütünün propagandasını yapmak" suçlarından yargılandığı davada, 5 tutuklu sanığın tahliyesine karar verildi.





İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya, avukatların savunmalarının alınmasının ardından ara verildi.



Aranın ardından taleplere ilişkin kararını açıklayan mahkeme heyeti, tutuklu sanıklar Yurt gazetesi muhabiri Sami Menteş, Cemil Onur Çelikdağ, Duygu Yücel, Ulaş Doğan ve Tahsin Sağtıcı'nın tahliyesine karar verdi.



Diğer 13 sanığın tutukluluk halinin devamını kararlaştıran heyet, duruşmayı erteledi.



SAVUNMANIN TAM METNİ



“Bana isnat edilen hiçbir suçlamayı kabul etmiyorum. Hiçbir örgütle uzaktan yakından bir ilişkim yoktur.



Türkiye’de sansürün kaldırılışı Basın Bayramı olarak kutlanıyor. Gazeteciler ise her zaman bir şekilde susturulmak istenildi. Bu kimi zaman faili meçhul cinayetlerle kimi zaman da tutuklamalarla yapılıyor. Gazeteciler üzerindeki tutuklamalar ve baskılar arttıkça basın özgürlüğü ve demokrasi sıralamasında 2005’te 98.sırada yer alan Türkiye 2012 yılında 148, sansürün kaldırılışının 105. Yılı olan 2013’te ise 179 ülke arasında 157. Sırada. Bu sıralamaya göre Etiyopya, Yemen, Libya gibi ülkelerde basın Türkiye’den daha özgür. Dünyanın önde gelen, saygın gazeteci örgütleri ve insan hakları kuruluşları Türkiye’yi Dünyanın En Büyük Gazeteci Hapishanesi olarak görmekte. Ben de bu hapishanede Dünyanın En Genç Tutuklu Gazetecisi olarak yer alıyorum.



Bilgilendirici işleviyle özgür basın demokrasi için fazladan bir öğe değil, olmazsa olmaz bir öğedir. Gazetecilerin tutuklanması, işini yapmasının engellenmesi, demokrasinin önünde büyük bir engel olmakla birlikte halkın haber alma hakkının da yok edilmeye çalışılması demektir.



İddianamede bana yöneltilen suçlamalar arasında 4 arkadaş birlikte kaldığımız evden el konulanlar bulunmakta. Aramada el koyulan ve iddianamede “çok sayıda örgütsel doküman” olarak nitelendirilenler Çağdaş Hukukçular Derneği Öğrenci Komisyonunun hazırladığı dergilerdir. Arama sırasında avukatımı çağırmak istediğimi söylediğimde emniyet tarafından: “Bomba patlatmayacağını vereden bilelim” denilerek engellendim. Aramayı yapan polisler bomba yerine haberlerimi yazdığım not defterlerimi, fotoğraf makinesini ve bilgisayarları buldular. El koyulan eşyaların kime ait olduğuna bakılmadan hepsi bir çuvala koyuldu.



El konulan bilgisayarlardan Samsung marka laptop ile Samsung marka netbook bana iat iken, Samsung marka 500 gb Hard Disk bana ait değildir. Dolayısıyla bu HardDisk içinden çıktığı iddia edilen hiçbir şeyi şahsım adına kabul etmem mümkün değildir.



Samsung marka laptopta bulunan, iddianamede “11.09.2012 günü Sultangazi ilçesi 75.yıl polis merkezi amirliğine İbrahim Çuhadar’ın yapmış olduğu canlı bomba eylemi sonrası olay yeri fotoğrafları ve olay yerinde yer alan polislere ait fotoğraflar olduğu” ifadeleriyle tanımlanan fotoğraflar haber için çektiğim fotoğraflardır. Bu alana polis basın mensuplarını, basın kartları ve kurum kartlarını kontrol ederek aldı. O gün orada bulunan bütün gazeteciler benim çektiğim fotoğraflara benzer fotoğraflar çekmişlerdir. Bu fotoğraflarında yer aldığı haber olaydan birgün sonraki Yurt Gazetesinde benim imzamla yayınlanmıştır.



İddianamede “İstanbul Adalet Sarayı önünde DHKP-C terör örgütü organizesinde yapılmış eylemlere ait fotoğrafların yer aldığı” ifadeleriyle bahsedilen fotoğraflarda yine haber için kullanılmış ve Yurt Gazetesinde benim imzamla yayınlanmıştır. Bahsettiğim bu iki haber hemen hemen bütün gazetelerde ve haber sitelerinde yer almıştır.



Samsung netbook bilgisayar içerisinde bulunan resimler de yine haber olarak, çalıştığım Yurt Gazetesi’nde yayınlanmıştır. Bahsettiğim haberlerin yer aldığı gazeteler nüshalarını mahkemeye sunacağız.



Bu iki bilgisayara bakıldığında içinde daha başka yüzlerce haber fotoğrafı ve yayınlanan ya da üzerinde çalışılan haber metinleri ile raporların olduğu görülecektir.



Şahsıma yöneltilen suçlamalardan bir diğeri ise en sonu 2011 yılında olan 8 basın açıklamasına katılımımdır. Bunlardan 3’ü halen öğrencisi olduğum İstanbul Üniversitesi’nde gerçekleştirilen ve çok sayıda öğrencinin katıldığı basın açıklamalarıdır. Her yıl ülkedeki çoğu üniversitede yapılan ve geniş öğrenci katılımı olan YÖK protestosu İstanbul Üniversitesinde de yüzlerce öğrenci tarafından yapılmıştır. Üniversitede açılan soruşturmalar ile 16 Mart Beyazıt katliamının yıldönümünde yapılan basın açıklamaları suç olarak gösterilmiştir. Bu açıklamalar her yıl yapılır ve yüzlerce öğrenci katılır. Benim katıldığım bu basın açıklamaların hiç birinde olay çıkmamış kimsenin burnu bile kanamamıştır. Ayrıca hakkımda bu konular veya diğer başka nedenlerle herhangi bir disiplin soruşturması açılmadığına dair İstanbul Üniversitesi’nden alınan resmi yazı da avukatım tarafından mahkemenize iki defa sunulmuştur.



Suçlamalar arasında yer alan basın açıklamalarından iki tanesi de Yürüyüş dergisine yapılan operasyondan sonraki basın açıklamalarıdır. Ben İletişim Fakültesi öğrencisiyim. İletişim Fakültelerinin ilk yılında öğrencilere basın özgürlüğünün önemi öğretilir. Bu basın açıklamalarına da basın ve ifade özgürlüğünü savunmak için katıldım. Yine yukarıda belirtilenler gibi herhangi bir olay çıkmamış gözaltı yaşanmamış basın açıklamalarıdır.



Parasız eğitim talebi için yapılan basın açıklamaları da suç olarak nitelendirilmiştir. Her Dönem kayıt yenileyebilmek için 481 TL yatırması gereken bir öğrenciyim. Benim eğitimin ücretsiz hale getirilmesini talep etmemden daha doğal ne olabilir ki? Bu konuyla ilgili TBMM’de düzenleme yapılmışken be bu talebi dillendirdiğim için yargılanıyorum.



Basın açıklamaları modern demokratik hukuk devletlerinde en yasal eylem olarak kabul edilmektedir. İddianamede yer alan 8 basın açıklamasına polis ne bir uyarıda bulunmuş ne de müdahale etmiştir. Bu açıklamalar suç teşkil ediyorsa neden müdahale edilmemiştir anlamakta zorlanıyorum. Yasalarla güvence altına alınan ifade özgürlüğü iddianamede suç olarak görülmektedir.



İddianamede şahsıma yöneltilen suçlamalara kanıt olarak 11 adet de iletişim tespiti bulunmaktadır. Bu telefon görüşmelerinden birçoğu ev arkadaşlarım ve yakın arkadaşlarımla yaptığım görüşmelerdir. Telefon konuşmalarının somut delillerle desteklenmesi gerekirkn, dosyada konuşmalarla ilgili hiçbir somut delil olmamakla birlikte, çoğunda niyet okuması yapıldığı görülmektedir. 1 numaralı telefon görüşmesinde “gözaltının olduğu yerde yoktum Ferhat’la Berna da gitti zaten” demem örgütsel ilişki olarak ele alınmış ve benimde o gün eyleme katıldığım sonucu çıkarılmıştır. Gazete okuyan, haberleri takip eden hemen hemen herkes parasız eğitim istedikleri için tutuklanan Ferhat ve Berna’yı tanır. Bu görüşme gece 02:37’de yapılmış, bahsedilen eylemi haberlerde gördüm ve görüşmede orada olmadığımı da açıkça belirtiyorum. 2 numaralı görüşmeyi ev arkadaşım umut, avukat Günay Dağ ile yapmıştır. O gün okulda yaşananlardan dolayı okuldan çıkmak zorunda kalmıştık. Bahsedildiği gibi eylemlere katılmamış söz konusu değildir. Olaylarda yer alıyor olsak telefonla konuşma fırsatı bulamazdık. Yine ev arkadaşlarımdan Umut ve Koray ile yaptığım konuşmalardan eylemlere katıldığım ve hakkımda soruşturma açıldığı sonucu çıkarılmış. Ancak dosya da yer alan İstanbul Üniversitesi’nin yazısında öğrencilik hayatım boyunca hiçbir yasadışı eyleme katılmadığım ve hakkımda hiçbir soruşturma açılmadığı resmi yazıyla kanıtlanmaktadır. Örgütsel ilişki olarak gösterilen görüşmelerden biri ise Hafize AKYILDIZ ile yaptığım bir konuşma. Bu konuşma da okulundan mezun olduktan sonra memleketine dönmeye karar veren eski ev arkadaşımız için yapacağımız veda yemeği hakkındadır.



Bu konuşmada yiyecek ve içecek dışında bir şey konuşulmamışken sadece Hafize AKYILDIZ’ın daha önce gözaltına alınmış olmasından dolayı örgütsel ilişki olarak değerlendirilmiştir. Arkadaşlarımdan adli sicil belgesi istemek hiç aklıma gelmemişti, bu suçlamalarla karşı karşıya kalmamak için istemek mi gerekiyor.



Dosya incelendiği zaman atılan her adımın takip edildiği ve fotoğraflandığı görülüyor. 5 ve 6 numaralı telefon görüşmelerinde 1 Mayıs’la ilgili yakın arkadaşlarımla yaptığım konuşmalar görülmekte. 2012’nin 1 Mayıs’ında Şişli’de gazetecilerin oluşturduğu korteje uğradıktan sonra bütün alanı dolaşarak fotoğraf çekmiştim. 5 numaralı iletişim tespitinde etrafımda bulunan kortejleri Denizli’de ki arkadaşıma anlatıyorum. 6 numaralı konuşmayı her ne kadar net olarak hatırlamıyor olsam da iddia makamının nitelendirdiği gibi “örgüt içi kavgaya karışmış” olsam kiminle kavga ettiğimi doğru bilirdim. Konuşma metnine bakıldığında benim yanlışlarımı iddia makamının düzelttiğini görüyoruz. Böyle bir olayın içinde yer almış olsam bunun somut delillerinin mutlaka olacağını düşünüyorum. Taksim’den de öğle saatlerine doğru arkadaşlarımla buluşup ayrılmıştık.



7 numaralı görüşmede ise Mehmet Ali Yılmaz’ın beni yapılacak bir etkinliğe çağırdığı yer almaktadır. Mehmet Ali Yılmaz’ı tanımadığım gibi görüşmede çalıştığımı ve gelemeyeceğimi söylüyorum.



Hakkımda ifade veren ÇELİK mahlaslı gizli tanığın söyledikleri ise gerçeği yansıtmaktan çok uzaktır. Basın açıklamalarına kimseden talimat almadan katıldım. Açıklamaların yapılacağını ya okuldaki afişlerden ya da sosyal medyadan öğrendim.



İddianamede gözaltına alınışımla ilgili hiçbir cümle geçmezken, gözaltına alınma sırasındaki eylemlerimden dolayı da cezalandırılmam isteniyor. İddianamede bu eylemlerin ne olduğunu göremedim. Gözaltına alınırken ne yaptığımı çok merak ediyorum. Gözaltında ise yaşadığım tek şey not defterimde yazılı olan haberlerin sorulması ve çalıştığım Yurt Gazetesinin eski sayılarının önüme koyulup “Keşke bu haberleri yapmadan önce bize sorup gerçekleri öğrenseydin, öyle yazsaydın. Bunu elbet birgün yaşayacaktın, erkenden yaşamış olman senin için daha iyi oldu” denmesiydi.



Tutuklanmamla birlikte anayasada güvence altına alınan eğitim hakkım da engellendi, eğer tutuklanmamış olsaydım bu sene 4. sınıfa başlayacak büyük olasılıkla mezun olacaktım. Şu an en iyi ihtimalle bir sene kaybettim.



Türkiye’de gazetecilerin kaderinde maalesef ki hapishaneler var. Hapishanelere gazetecilerin staj yeri olarak bakılıyor. 9 aydır tutukluyum ve bu stajın bitmesi gerektiğini düşünüyorum. Suçsuz olduğuma inanıyorum ve tutuklanmadan önce yaptığım gibi gazeteciliğe devam edeceğim. Tüm deliller toplandı, bu delillerin karartılma ihtimali yok. Kaçma ihtimali şüphesini gerektirecek ne niyetim ne de maddi durumum yok. Bu nedenlerle ve tarafınızdan dikkate alınacak lehime olan diğer hususlar ile tahliyemi ve beraatimi talep ediyorum.”  DHA


Galatasaray, Kayseri'yi ezdi geçti Wanda Nara Siyah Tangasıyla Meydan Okudu! Maximin, Mourinho'yu hayal kırıklığına uğrattı Şakir Paşa Ailesi'ndeki yatak sahneleri alev aldı! AFAD duyurdu: Muğla açıklarında deprem Narin Güran cinayetine ilişkin kritik bilgi