'Transeksüel olduğum için ölümle tehdit edildim'

Netflix'in orjinal dizisi "Orange is the New Black"in tek Türk trans oyuncusu olan Denise Türkan, Medyatava'dan Canan Kaya'nın sorularını yanıtladı.

Türk televizyonlarının en eski trans oyuncularından biri Denise Türkan… Türkiye’de Levent Kırca’nın yaratıcısı olduğu “Olacak O Kadar”ın kadrosunda uzun yıllar yer aldı, çeşitli tiyatro oyunlarında boy gösterdi ve unutulmaz sahne şovlarına imza attı…



Ancak cinsel kimliğinden dolayı Türkiye’de yaşadığı bazı problemler onu ülkesinden ayrılmak zorunda bıraktı... Türkiye’de çalıştığı dönemde bir polisin sözlü şiddetine uğradı, çalıştığı gece kulübünde ölümle tehdit edildi… 7 yıldır New York’ta yaşayan Türkan, önemli bir başarıya imza atarak dünyaca ünlü Broadway Müzikalleri seçmelerinde onlarca kişinin arasından sıyrılarak dereceye girdi ve güzel işlere imza attı. Son olarak ise önümüzdeki günlerde 6. sezonu yayınlanacak olan Netflix’in orijinal dizisi “Orange is the Black”in kadrosunda yer almasıyla da adından sıkça söz ettirdi.



Denise Türkan’la Türkiye’de yaşadığı zorlukları, New York’a uzanan yolculuğunu, Broadway sürecini ve “Orange is the New Black” dizisindeki rolünü konuştuk…





Canan Kaya / Medyatava



canankaya@medyatava.com





Netflix’in orijinal dizisi “Orange is the New Black’teki tek Türk transseksüel oyuncusunuz. Dizinin 6. sezonu da önümüzdeki günlerde yayında olacak. Nasıl bir deneyimdi?



“Orange is the New Black” güzel bir projeydi. Burada çalıştığım oyunculuk ajansı sayesinde o projeye dahil oldum. Dizide konuk oyuncuydum.



Nasıl bir karakteri canlandırıyorsunuz?



Dizi bir hapishanede geçiyor ve o hapishanede başka bir koğuş açıyorlar. Başrol oyuncularının bir kısmı da o koğuşa transfer ediliyor. Ben de o koğuşun sakinlerden biriyim.





*Primetime Emmy Ödülleri’nde 12 adaylığı bulunan komedi dram türündeki Orange Is the New Black, hapishane temalı yabancı bir dizi. Jenji Kohan tarafından yaratılan dizi hapishane temalı olarak devam etmektedir.Yazar Piper Kerman’ın hapishanede kendi başından geçenlerden esinlenerek yazdığı kitap, Orange Is the New Black: My Year in a Women’s Prison'dan televizyona uyarlanmıştır.



Nasıl bir set ortamınız vardı?



Aslında yine kayıtlı olduğum cast ajansı sayesinde burada yayınlanan “Law&Order” ve “Elemantary” dizilerinde de konuk oyuncu olarak yer almıştım. Daha sonra o ajans bana “Orange is the New Black” için transseksüel oyuncu aradıklarını ve özel bir cast olacağını söyledi.  Görüştük, anlaştık… Muhteşem bir set ortamı vardı ve son derece profesyoneldi.



“SİZE SANATÇI OLDUĞUNUZU HİSSETTİRİYORLAR”



Türkiye ile karşılaştırdığınızda ne gibi farklılıklar vardı sette?



Aşırı farklılıklar var diyemeyeceğim ama davranışsal olarak çok profesyoneller. Yani sanatçı olduğunuzu hissettiriyorlar size. Her şeyden önce kurmuş oldukları hapishane sistemi çok profesyoneldi. Çok büyük bir alana kurulmuş, A’dan Z’ye her şey düşünülmüştü ve “Vay be ne kadar güzel bir işte çalışıyorum” hissini yaşatıyorlardı size. Onun o manevi hazzı çok önemliydi. Çalışma saatleri olarak da aşırı yormuyorlardı.



“NEW YORK’TA ÇALIŞMA KOŞULLARI DAHA İNSANCIL”



Türkiye’deki gibi uzun uzun çalışma saatleri yok o halde. Burada oyuncular neredeyse setlerde yaşıyorlar…



Çünkü Türkiye’de 2 saatlik bölüm yayınlıyorlar. Burada ise 45-50 dakika olarak yayınladıkları için her bölümü, çalışma koşulları da daha insancıl oluyor haliyle.



Siz ne kadar süre geçirdiniz sette?



İlk set günümde 6 saat kaldım. İkinci gidişimde de 3 saat geçirdim. Öyle saatlerce de sette beklemiyorsunuz. 1 saat hazırlık süreci geçiriyorsunuz ve direkt olarak alıyorlar sahnenize sizi. Sonra da yolluyorlar. Boş boş oturtmuyorlar.



Kaç yıldır New York’ta yaşıyorsunuz?



7 yıl oldu.



“NEW YORK HERKESİN YAPABİLECEĞİ BİR ŞEHİR DEĞİL”



Yedi yıl içerisinde ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Çok kolay bir süreç olmamıştır muhtemelen…



Aslında buraya dil öğrenmek için gelmiştim. Biraz İngilizcem vardı okuldan dolayı ama buraya geldiğimde gördüm ki okullarda öğrendiğimiz İngilizce hiçbir şeymiş. Yeniden dil eğitimi almaya başladım. O nedenle birkaç yıl hem dil konusunda hem de adapte olmak konusunda çok zorluk çektim. Çünkü New York çok zor bir şehir. Herkesin yapabileceği bir yer değil. Sabırlı olmanız gerekiyor.



Yaşam şartları nasıl?



Çok pahalı. İnsanlar “Yurt dışına gitti hayatı kurtuldu” diyorlar ama hiç öyle değil. Burada gerçekten bir emek veriyorsunuz. Amaçlarınız ve hedefleriniz varsa o doğrultuda çalışmak zorundasınız. Bir taraftan da göçmen olduğunuz için problemler çıkıyor sürekli. Mesela burada ev tutmak hiç kolay değil. Mutlaka ilk etapta birisinin odasını kiralamak zorundasınız.



Maddi açıdan mı?



Paranız olsa bile kolay değil. 1 seneliğini peşin veriyorum deseniz bile çok zor. Çünkü sizin özgeçmişine bakıyorlar. Burada kredi geçmişi denilen bir uygulama var ve garantör istiyorlar.



“NEW YORK’TAKİ TÜRKLER HÂLÂ TÜRKİYE’DEKİ KAFAYI ATAMAMIŞLAR”



En çok zorlandığınız ya da sizi üzen konu neydi?



Aslında burada bir transseksüel olarak iş bulmanız çok zor değil. Bir restoran, kafeterya, mağaza veya herhangi bir yerde çalışabilirsiniz. Yasal olarak da böyle bir hakkınız var. Ancak ilk yıllarda çalışma izniniz olmadığı için böyle bir yer bulmak çok zor. Doğal olarak Türklerle çalışmak zorunda kalıyorsunuz. Fakat buradaki Türklerin geneli hâlâ Türkiye’deki kafayı atamamışlar. Bırakın bir transseksüelle çalışmayı, arkadaş bile olmuyorlar. Her şeyden önce New York gibi bir yerde size bunu hissettirmeleri çok kötü.





Nasıl iş buldunuz ?



Şanslı biri olduğumu düşünüyorum. Buraya ilk geldiğimde bir Türk radyosu buldum. Türkiye’de de radyoculuk geçmişim olduğu için gidip görüştüm. Bir deneme sonrası haftada 3 gün radyoda program yapmaya başladım. Oradan biraz para kazandım. Biraz da birikmiş param vardı. New York’taki ilk aylarımı bu sayede biraz düzene koydum. Ardından o radyo sayesinde yeni insanlar tanıdım. Ben sadece oyunculuk yapmıyorum. Aynı zamanda şarkı da söylüyorum. Buradaki Türk gecelerine yavaş yavaş girmeye başladım ve insanlar beni tanımaya başladılar. Tabii bu sürekli olmadı. Bunun problemini de hâlâ yaşıyoruz.



Ne gibi problemlerle karşılaşıyorsunuz?



Çünkü buradaki Türklerin eğlence anlayışı biraz farklı. Eller havaya, arabesk veya halay seviyorlar. Kimsenin eğlence anlayışını küçümsemiyorum elbette. Ancak benim öyle bir tarzım olmadığı için onların içinde pek barınamadım.



Nasıl bir tarzınız var?



Biraz “Huysuz Virjin” gibi. Hem oyunculuğumu kullanıyorum, hem de şarkı söylüyorum . Aslında çok eğlenceli ve değişik bir program. Ama değişimi çok kolay kabullenemiyorlar demek ki. Çünkü sonrasında Türkler tarafından çok fazla bir talep olmadı.



Üzücü bir durum olmuş… Bir de “Broadway Müzikalleri” konusu var tabii. Şanslı olmanızın yanında yetenekli de birisiniz ki dünyaca ünlü “Broadway Müzikalleri”ne seçildiniz ve oradaki oyunlarda yer aldınız. Bu süreç nasıl başladı?



Biraz hırslıyım galiba. New York’ta, Türkiye’de çok sevdiğim halde yapamadığım oyunculuğu yapmak için bulunuyordum.  Öte yandan ben transseksüelliğe geçiş sürecimi tamamladıktan sonra oyunculuğa başlamadım. 17- 18 yaşlarımdan itibaren birçok tiyatro, sinema ve reklam filmlerinde rol aldım. Yine rahmetli Levent Kırca’yla 2002’den 2006’ya kadar olan “Olacak O Kadar” sezonlarında beraber çalıştık. Sonrasında yine Levent Kırca’nın yapmış olduğu birkaç tiyatro oyununda oynadım. “Olacak O Kadar” bitince de oyunculuk yapabileceğim alan bulamadım kendime. Televizyon ya da tiyatro olarak gittiğim yerler oldu ama insanlardan sağlıklı geri dönüş alamadım. Mesela burada “Sadece transseksüeli oynayacaksın” demiyorlar. Her rolü oynayabiliyorsunuz. Örneğin geçtiğimiz haftalarda bir Audition çekimi yaptım. Lezbiyen rolüydü ve birkaç gün önce filme kabul edildiğimi söylediler. Ağustos ayında da Los Angeles’a gidiyorum bu film için.



“İLK HOLLYWOOD FİLMİM “DEATH AND BOWLİNG” OLACAK”



Filmin adı nedir?



Lyle Kash’ın yöneteceği “Death and Bowling”… Bu benim ilk Hollywood filmim olacak ve “Arnie” isimli lezbiyen bir karakteri canlandıracağım.



Merakla bekliyoruz… Broadway süreci nasıl başladı peki?



Burada bir sürü Audition’lar oluyorlar. Mesela burada oyunculukla ilgili web siteleri var. Oyunculukla ilgilenen insanlar bu web siteleri üzerinden Audition’ları takip ediyorlar. Bu işler için kullanılan bir sürü stüdyo da var. Bu stüdyolarda hem küçük küçük provalar yapılıyor, hem de yapımcılar buraları kiralayarak Audition’lar yapıyorlar. Şarkı yada 1 dakikalık monolog hazırlamamız isteniyor. Siz de hazırladığınız metin ya da şarkıyla gidiyorsunuz ve kendinizi gösteriyorsunuz. Beğenirlerse tekrar çağırıyorlar. Yani Türkiye’deki gibi “Denise’cim şöyle bir film var, sen gel bu filmde oyna” gibi değil yani… Ben de birazcık gözümü kararttım ve Audition’larına gittim. Geçen sene 4 farklı tiyatro oyunu yaptım.





“BROADWAY’E SEÇİLECEĞİMİ HİÇ BEKLEMİYORDUM”



Broadway’de mi?



Bir tanesi Broadway’di. Tabii hiç beklemiyordum beni seçeceklerini.



Neden?



Çünkü Audition’a gittiğimde çok profesyonel olduklarını gördüm. Bir hafta sonra sözleşme yapmak için çağırdıklarında şok olmuştum. Sözleşmemizi yaptık, provalar başladı. Tabii şarkı da söylüyoruz Broadway olduğu için. Sonra bir Broadway şovunun nasıl oluştuğunu ve pazarlandığını gördüm. Oyun 2 ay boyunca kapalı gişe oynadı. Her gece sürekli kapalı gişe oynadık. Burada bir oyuna girdiğim zaman, sadece ‘seçildim, oynuyorum’ gözüyle bakmıyorum. Orayı bir okul olarak da görüyorum. Türkiye’de bilmediğim bir sürü oyunculuk tekniği var burada.





Türkiye’de sizi inciten olaylar yaşadınız mı? Kırgınlıklarınız var mı?



Levent Kırca’dan sonra başka kapıları da çaldım. Çünkü başka bir iş yapmadım, hep sahnedeydim. Dolayısıyla hayatımı nasıl idame ettirebilirim diye düşünürken bana bir gece kulübünden teklif geldi. Orada çalışmayı da çok istiyordum. Çünkü Levent Kırca da artık bir şey yapmamaya karar verdiği için ‘eyvah’ dediğim bir dönemdi. Benim tek gelir kaynağım oyunculuktu. Başka kapıları zorlamaya başladığım dönemde çok iyi bilinen bir oyunculuk ajansına gittim. Ama beni kabul etmediler…



"LEVENT KIRCA BENİM İKİNCİ BABAMDI"



Hangi ajanstı?



Tümay Özokur… Hatta çok kırıcı bir cevapla reddetti. Türkiye’de böyle insanların olduğuna inanamıyorum. O nedenle Levent Kırca’nın yeri çok ayrıdır bende. Toprağı bol olsun, ikinci babamdı…



“TÜMAY ÖZOKUR TRANSSEKSÜEL OLDUĞUM İÇİN BENİMLE ÇALIŞMAK İSTEMEDİ”



Neden kabul etmedi, nasıl bir cevap verdi?



“Ben bir transseksüelle çalışmak istemiyorum. Zaten Denise çok güzel değil” demiş… Benim yeteneğimi biliyor muydu acaba? Beni piyasaya karşı küstürdüler. Zaten Türkiye’de de bir önyargı var biliyorsunuz. Bazı insanlar için ‘Aslında o öyle düşünmez, çok çağdaş’ desek de özünde onlar da aynı düşüncedeler… Bu olaydan sonra başka kapıları zorlamaya da korktum. Kendi imkânlarımla bir şey yapmaya çalıştım ama tiyatro sizi ne kadar geçindirebilir ki… Türkiye’de insanlar tiyatroya ünlü görmek için gidiyorlar. Dolayısıyla hayatımı idame ettirmek için o gece kulübünde işe başladım. “Huysuz Virjin” gibi sahne şovları yaptım.



Orada herhangi bir olumsuzluk yaşadınız mı?



Başta şov ekibi “Biz bir transseksüelle sahneye çıkmayız” dediler. Sonrasında beni tanıdıkça sevdiler ve ben onların şovlarına dahil oldum. 5 yıl boyunca da o gece kulübünde çalıştım.



Yıl kaçtı bu arada?



2006’da başladım. 2011 yılına kadar da devam etti. Sonrasında da New York’a gittim zaten…



Sonra birden bire yurt dışına gidip eğitim almaya mı karar verdiniz? Ani bir karar mı oldu?



Aslında ben hayatımın hiçbir döneminde yurt dışına gidip yaşamayı düşünmemiştim. Ama Türkiye’de hem oyunculuk hem de sahne anlamında yaşadığım zorluklar beni bu düşünceye yöneltti. Açıkçası New York’ta uzun süre yaşamak gibi bir planım da hâlâ yok. Sadece başka bir dünyayı görmek istedim. Türkiye’de çalıştığım son sene yaşadığım bir takım olaylar da tuzu biberi olmuştu bu gidişin. Ben bir transseksüelim ve bir hayatım var. Ama yaptığım işten ve bulunduğum çevreden ötürü düzgün bir hayatım olduğunu düşünüyorum. Bu diğerlerinin hayatı düzgün değil anlamına gelmiyor elbette. Yolda bir polisin beni çevirip hakaret etmesi beni fazlasıyla üzüyor. Çok duygusal biriyim. Her şeyden önce ben bir insanım… Bu yaşadıklarımı hep içime atıyordum.





“POLİS BENİ “EVE GİR” DİYEREK AZARLADI”



Polis size transseksüel olduğunuz için hakaret mi etti? Nasıl oldu bu olay, detaylarını anlatır mısınız?



O dönem Beşiktaş’ta yaşıyordum ve herkes beni tanır, çok da saygılı davranırlardı. Bir gün çalıştığım gece kulübüne gitmek için akşamüstü evden çıktım, kapının önünde taksi bekliyorum. İki tane Yunus polisi çıktı ve “Eve gir” diyerek beni azarladılar. “İşe gidiyorum” diyorum ama anlatamıyorum bir türlü. Onlar başka bir iş zannediyorlar herhalde… İçeri girdim ve makyajım bozuluncaya kadar ağladım.



Çok incitici bir durum bu… Utanç verici.



Hem de nasıl… Sadece bu değil ki… Yine bir akşam çalıştığım gece kulübündeyim. Oraya böyle mafya görünümlü insanlar da gelirdi. Sahneden indim ve doğal olarak geçmem gereken bir yol var. Ayağımda da çok yüksek topuklu ayakkabılar… Rahat geçebilmek için bir adamın omuzuna dokunarak “Afedersiniz” dedim. Aman dokunmaz olaydım. Adam beni yakamdan tutarak ayağımdaki koca topuklu ayakkabılarla kapıya sürükledi ve “Sen bana nasıl dokunursun” diye bağırdı. Meğer adam mafyaymış.



“ÇALIŞTIĞIM GECE KULÜBÜNDE TRANSSEKSÜEL OLDUĞUM İÇİN TARTAKLANDIM, ÖLÜMLE TEHDİT EDİLDİM”



Tehdit etti mi?



Etmez mi… Tartaklayarak “Seni vurayım mı burada” dedi. O kadar üzücü bir durum ki… Orada sanki sanatçı değil de başka bir şeymişsin gibi muamele görüyorsun. Herkes bizi sevmek zorunda değil elbette. Ama saygı duymak zorunda.



Size yardım etmediler mi?



Güvenlikler, müdürler dahil hiç kimse yaklaşmadı. Adam beni orada öldürebilirdi biliyor musun…



Çok üzücü gerçekten…



O kadar zoruma gitti ki. Sonra da gitmeye karar verdim Türkiye’den. Altı ay tanıdım kendime. Yapabilirsem yaparım, yapamazsam da “Allah büyüktür” dedim. Ama Allah’a şükürler olsun başardım.



Şu an mutlusunuz anladığım kadarıyla…



Mutluyum elbette ama ülkemi çok özlüyorum. Burada bir şeyler yapmaktansa Türkiye’de yapmayı tercih ederdim. Kendi insanım ve kendi kültürüm için bir şeyler üretmek isterdim. Tabii bazı şeyler değişmeye de başladı artık. En azından daha bir görünür olmaya başladık.



“TÜRKİYE’DE YAVAŞ YAVAŞ GÖRÜNÜR OLMAYA BAŞLADIK”



Türkiye’de böyle bir değişim olduğunu mu gözlemliyorsunuz?



Türkiye’de şu an transseksüel olarak oyunculuk yapan iki tane arkadaşım var. Biri Ayta Sözeri, diğeri ise Seyhan Arman… Her ikisi de güzel işler yapıyorlar. Türklere transseksüellerin oyunculuk da yapabileceğini gösteriyorlar. O nedenle ben de Türkiye’de oyunculuk yapabilmeyi bu açıdan isterdim. Ama hâlâ televizyonda yer bulamıyoruz bizler. Herhalde yasak var. Çok aşağılayıcı bir şey bu. Ama New York’ta insanlar seni asla cinsel kimliğinden dolayı yargılamıyorlar. Çalıştığın alanda başarılıysan yükselme imkânın oluyor. Bir kere eğitim hakkınız var. Türkiye’de mümkün değil bir transseksüelin üniversiteye gitmesi. Asla almazlar. Ancak burada gerçek anlamda rahat rahat yaşayabiliyorsunuz.



“TÜRKİYE’DEKİ PROJELERDE DE YER ALMAK İSTİYORUM”



Peki Türkiye’deki projelerde de yer almak gibi bir planınız var mı?



Artık yavaş yavaş Türkiye ayağına da ağırlık vereceğim. İyi bir menajer ya da iyi bir oyunculuk ajansı bakıyorum şu anda. Aslında birkaç kişiye yazdım Türkiye’den ama dönüş almadım. Burada büyük işler yaptığımı düşünüyorum ama onlar pek ciddiye almıyorlar sanırım. O nedenle Türkiye’den beni temsil eden bir menajer ya da bir oyunculuk ajansı olursa tabii ki orada bir şeyler yapmam da daha kolay olabilir.





Temelli dönmeyi düşünüyor musunuz?



Bilmiyorum… Ama gelip yılın bir bölümünü orada bir bölümü de New York’ta geçirebilirim.  İş anlamında Türkiye’de olmayı çok istiyorum çünkü.



Orada olmaktan dolayı mutlu olduğunuzu belirttiniz ama zaman zaman “Keşke gelmeseydim” dediğiniz de oldu mu?



Açıkçası oldu…



Buna neler sebep oldu?



Bir kere kültür farklılığı çok önemli. Mesela komedyenim ve bir şaka yapmak istiyorum; benim yaptığım şakayı onlar anlamıyor, onların yaptığı şaka da bana komik gelmiyor. Komedyenliğimden şüphe duymaya başladığım zamanlar oldu. Ancak New York’ta bin bir çeşit millet yaşıyor. Hiç kimse burada gerçek Amerikalı değil. Bir sürü göçmen var. O anlamda bazen kolaylık olabiliyor. Öte yandan ben oğlak burcu olduğum için biraz işkoliğim ve gerçekten işimi çok seviyorum. Bir dönem burada sahne anlamında hiçbir iş yapamamak beni demoralize etti.



Kaç yaşındasınız?



44 yaşındayım.



İstanbullu musunuz?



Babam Üsküdar doğumlu ama dedelerim Erzincan’dan gelmişler.



Akrabalarınızla görüşüyor musunuz, aile ilişkileriniz nasıl?



Görüşüyorum. Babam 5 yıl önce vefat etti. Annem hayatta ve İstanbul’da yaşıyor. Bir erkek, bir de kız kardeşim var. Aile bağlarım da gayet iyi. O açıdan da biraz şanslıyım sanırım.



“AİLEMİN DESTEĞİ BANA GÜÇ VERDİ”



Transseksüelliğe geçiş sürecinde size destek oldular mı?



Aslında olmadılar… Çok çekindiğim ve korktuğum için 1998 yılında evden kaçtım. 1-2 yıl içinde de cinsel gelişimimi tamamladım. Ama 1 yıl sonra ailem bir şekilde bana ulaştı ve benim onlar için önemli olduğumu söylediler. Tabii ki ‘seni destekliyoruz iyi transseksüel oldun’ demediler ama yanımda olduklarını hissettim. Hayatımdaki başarılarımı biraz da buna borçluyum.



Görüşmediğiniz akrabalarınız var mı?



Var elbette. Hâlâ beni istemeyen ve kabullenmeyen akrabalarım var. Çünkü bir sanatçı olarak da çok fazla göz önündeyim. Gizliden gizliye beni takip ettiklerini biliyorum ama görüşmek istemiyorlar. Ben de onlara saygı duyuyorum. “Her şerde bir hayır var” derler ya, babamın cenazesinde yıllardır görüşmediğim akrabalarımla görüştüm. Şimdi tekrar kuzenlerimle ve bazı akrabalarımla yeniden görüşmeye başladım.



Peki Türkiye’deki yapımları yakından takip etme imkanınız oluyor mu?



Elbette bakıyorum Türkiye’de neler yapılıyor diye. Açıkçası sinema filmlerini çok fazla takip edemiyorum. Mesela “Ayla” filmini izlemeyi çok istedim ama hâlâ bulamadım filmi nasıl izleyeceğimi… Dizileri izlemek biraz daha kolay. İnternetten izleyebiliyorsunuz.





“TİYATRO SAHNESİNİN TOZUNU YUTMAYAN OYUNCUYUM DEMESİN”



Hangi dizileri izliyorsunuz?



“Ufak Tefek Cinayetler”i  sıkı takip ediyorum. Aslıhan Gürbüz, Tülin Özen ve Mert Fırat’ın oyunculuğunu çok seviyorum. Yine Çağan Irmak’ın yeni dizisi “Gülizar”ı severek izliyorum. Çünkü ben bir Farah Zeynep Abdullah hayranıyım. Farah Zeynep Abdullah ve Aras Bulut İynemli ile aynı projede yer almayı çok isterdim. Yönetmenlerden de Çağan Irmak ve Ferzan Özpetek’le çalışmak isterdim.



Oyunculukla ilgili şunu da özellikle belirtmek istiyorum; bana göre kişi eğer tiyatro oyunculuğu yapmıyorsa veya yapmamışsa ve sadece kamera önü oyunculuğu yapıyorsa , ben o kimseyi oyuncu olarak adlandıramıyorum. Yani dizilerde sinemada herkes oynuyor, illa oyuncu olmasına gerek yok. Ama tiyatro bu işin kalesi. Sahnede canlı olarak oynamak her babayiğidin harcı değil ve eğer geçmişinde tiyatro oyunculuğu yoksa, hiç boşuna oyuncuyum demesin. Dizilerde ya da sosyal medya sayesinde ünlü olmak çok kolay. Türkiye’de Kerimcan Durmaz da şöhret… Ya da yıllarımı sahneye verdiğim halde Selin Ciğerci benden daha ünlü. Ne yapıyorlar, ne üretiyorlar ya da topluma ne veriyorlar? Hiçbir şey!






Galatasaray, Kayseri'yi ezdi geçti Maximin, Mourinho'yu hayal kırıklığına uğrattı Türkiye'nin en zeki illeri belli oldu! AFAD duyurdu: Muğla açıklarında deprem Narin Güran cinayetine ilişkin kritik bilgi İstanbul'da polise saldırı: Şüpheliler gözaltında