Timur Acar, Medyatava'ya konuştu!

Medyatava’dan Canan Kaya'ya konuşan Timur Acar, dizi sürelerinin uzunluğundan yakındı…

FOX’ta ekrana gelen “Gönder Gitsin” adlı yarışma programıyla sevenlerinin karşısına bu kez sunucu olarak çıkan oyuncu Timur Acar, Medyatava’dan Canan Kaya’nın sorularını yanıtladı.



Bazı yapım şirketlerinin çok acımasız olduğunu belirten Acar, hem sunuculukla ilgili hem de oyunculuk üzerine dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Yakında  baba olmaya hazırlanan başarılı oyuncu, heyecanlı bir bekleyiş içerisinde olduğunu da belirtti.



“Gönder Gitsin” adlı yarışma programıyla bu kez karşımıza sunucu olarak çıkıyorsunuz. Teklif nasıl geldi?



Dünyaca ünlü format şirketi Red Arrow formatlarını Türkiye’deki  Karga Seven Pictures yapım şirketi üzerinden faaliyete geçirmek istiyor. Bu da ilk yarışma programları… Ekip çok deneyimli. Teklif de menajerim aracılığıyla geldi.



“SUNUCULUĞU MERAK EDİYORDUM”



Hiç aklınızda var mıydı böyle bir şey?



Evet, ben de düşünüyordum açıkçası. Sunuculuk yapan yakın arkadaşlarım çok farklı bir deneyim olduğunu söylüyorlardı. Ben de merak ediyordum. Format da hoşuma gitti. Kabul ettim ve bir anda ekranda “Gönder Gitsin”de buldum kendimi…





Sunuculuğu sevdiniz mi?



Sevdim, niye sevmeyeyim ki… Tek başınasınız ve gelen konuklarınızla bir enerji yakalamaya çalışıyorsunuz. Genellikle doğaçlamaya ve anı yakalamaya dayalı bir iş. O yüzden keyifli benim için.



Yeni sunuculuk teklifleri gelirse devamını getirirsiniz o halde?



Elbette. Neden devam etmeyeyim! Sunuculuğun da ayrı bir keyfi varmış.



“İKİ AYRI KARAKTERİ CANLANDIRMAK BİRAZ ZORLADI”



Yakında da “Nerdesin Birader” adlı bir diziyle karşımızda olacaksınız. İki ayrı karakteri birden canlandırıyorsunuz dizide… İkiz kardeşleri oynuyorsunuz. Zorlandığınız oldu mu?



Teknik açıdan zordur iki karakteri aynı karede buluşturmak. Makyaj ve saç imajı yaratıp, tekrar onu bozup normal bir Timur yüzüne geçmek biraz zorladı tabii. Ama onun haricindeki karakter uygulamalarında zevk aldığım bir noktaydı benim için. Tamam, zor mu? Zor… Senaryoyu okuduğum zaman zor bulduğum yerleri vardı, bunu da ekiple paylaşmıştım. Biri polis, diğeri oyuncu… Oyuncu olanın polisin yerine geçmesi, polisi canlandırması ve aynı zamanda oyuncu kimliğini de devam ettirmesi, açık vermemek adına kardeşinin yerine geçmesi gerekiyor. Dolayısıyla ‘oradan buraya geçişi, iki karakter arasındaki ayrımı nasıl vermemiz gerekiyor’ gibi üzerinde kafa patlatmamız gereken bir durum. Tabii bunlar bizim işimiz. Bunun üzerine biraz düşününce mesleğin de güzelliği ortaya çıkıyor. Güzel oldu benim için de… Keyif aldım yani.





“GÜLSE BİRSEL’İN PROJESİ İÇİN HERHANGİ BİR TEKLİF GELMEDİ”



Televizyon dünyası sizi “Avrupa Yakası”yla tanıdı… Gülse Birsel de biri sitcom olmak üzere iki yeni proje için kolları sıvamış durumda. Size teklif geldi mi bu projeler için?



Gülse Birsel’in iki projesinde yer aldım elbette ama her projesinde de aynı isimlerle çalışmıyor Gülse. Bu bir ekip işi. O ekibin içinde yer almak tabii ki keyif verici olur ancak şu an için öyle bir şey söz konusu değil.





Yakın bir tarihte de baba olacaksınız. Bir kız çocuğunuz olacak. Şimdiden tebrik ediyoruz. Büyük bir heyecan vardır şimdi sizde…



Heyecanla bekliyoruz. O ayrı bir dünya yani…



Ne kadar kaldı doğuma?



5 hafta kaldı.



“BABA OLACAĞIM İÇİN ÇOK HEYECANLIYIM”



Çok az kalmış…



Heyecan dorukta yani… Bakalım bütün saha koşulları elverişli futbol oynamaya. Biz de gelince saldırılara karşı göğüs gereceğiz. Ve bekleyeceğiz işte, mamasını yedi mi, neden ağlıyor, gazı mı var… Uykusuz geceler bizi bekliyor.





Şimdiden kolaylıklar dileriz. Anneye yardımcı olacaksınız o halde?



Ee tabii ki yani. Günümüz koşullarında var mı öyle bir dava. Yardımcı olmak değil de, kaygılandığınız noktalar oluyor. Çalışma hayatında olduğumuz için zaman ayırmak veya o zamanı ayarlamak önemli olacak. Çünkü şu an bir yarışma programı ve bir dizi çekimi var. Tabii ki ister istemez nasıl olacak diye düşünüyorum. Aklına gelince hüzünleniyor insan, ‘Acaba yanında olamayacak mıyım, ne kadar yanında olabilirim’ diye. Çünkü her şeyi ilk defa yapacak ve o tepkileri kaçıracak mıyım acaba… Benim kaygılandığım noktalar burası. Çünkü zaman biz de çok değerli çalışmaya başladığımız anda. Bakalım, o zamanı yaratmaya çalışacağız.



Kızlar babaya düşkün olurlarmış…



Evet, etrafımda da birçok örneği var yani… Öyle de olacak tabii ki canım!



Bir de geçen yıl düğününüzde eşinizle yaptığınız Hint dansı çok konuşulmuştu… Nereden aklınıza geldi?



Çok farklı bir şey de yapmadık aslında. Otuz saniyelik bir şeydi o… Kendimiz istedik. Klasik düğün konseptlerinden farklı olsun dedik. Sonuçta 3 saat orada dolanıyorsunuz yani. Zor bir süreç. Biz de o sürecin içerisinde biraz eğlenelim istedik.





“KLASİK DÜĞÜNLERDEN KURTULALIM ARTIK”



Son dönemlerde ünlülerin düğünlerinde çok sık yapılmaya başladı bu tarz mizansenler…



Olsun böyle şeyler. Klasik düğünlerden kurtulalım artık. Gel oraya, dans et, sonra pasta kes… Bunlar sıkıcı ritüeller…



“ÇAKALLARLA DANS’IN ÖNÜMÜZDEKİ YAZ YENİSİ GELEBİLİR”



Gelelim Çakallarla Dans filmine… Filmin devamı gelecek mi, yenisi için herhangi bir hazırlık var mı?



Yenisiyle ilgili herhangi bir gelişme yok aslında. Bu işler biraz da kısmet işi. Film yapmak gerçekten keyifli bir süreç. Ama tabii uygun koşulların da oluşması bekleniyor. Biz 2 yılda bir buluşuyoruz gibi bir şey oldu aslında artık. Geçen yaz çektik sonuncusunu. Olursa önümüzdeki yaz çekilir diye düşünüyorum. Çünkü sevilen bir iş oldu. Sloganları oluştu.





Önümüzdeki yaz çekilme ihtimali yüksek diyorsunuz yani…



İlker Ayrık, Murat Akkoyunlu, Şevket Çoruh, Murat Şeker ve ben, 2 yılda bir buluşuyoruz gibi bir şey oldu aslında… Ancak biz şu zamanda şunu çekeceğiz gibi bir periyod yok Çakallarla Dans filmiyle ilgili. Oturuyoruz, konuşuyoruz, fikir alış verişi yapıyoruz ve sonrasında hayata geçiriyoruz.



“DİZİ SEKTÖRÜNDE DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY, İNSANLARIN SAATLERCE ÇALIŞMASI”



Peki oyunculuğa ilk başladığınız dönemle şimdiki dönem arasında ne gibi farklılıklar var? Özellikle televizyon dünyasında ne gibi değişiklikler gözlemlediniz?



Başladığım süreçle şimdiki zaman arasında fark var tabii ki. Senaryoda da oyunculuklarda da değişimler oldu elbette. Sonuçta 10 yıl geçmiş aradan. Ancak dizilere baktığımız zaman, zaten dizi sektörü tüketime dayalı bir sektör. Şu an ne olduğunu anlayamadan dizi çekebiliyorsunuz yani. Dört bölümle ne işler gidiyor, büyük paralar yatırılıyor. Çok şey değişti ama değişmeyen tek şey insanların yine saatlerce çalışması oldu. Dizi sektörüne baktığını zaman geriye kalan bu…





"BAZI YAPIMCILAR ÇOK ACIMASIZ"



Uzun çalışma saatleri o dönemlerde de vardı değil mi?



Daha sıklıkla vardı. Şimdi birazcık daha olgunlaştı şartlar. Tabii bu yapım firmasıyla da ilgili biraz. Bazıları çok acımasız davranıyor. Ama sonuçlarına da katlanıyorlar tabii. Artık dizi sektöründeki şeylere şaşırmamaya başladığımı fark ettim.



Neden?



Çünkü dar alanda ve kısıtlı zamanda dünyanın işini yapmaya çalışıyorsunuz. Bu saçmalık! Herkes bunun olmayacağını da biliyor aslında. Kalifiye elemanın da kalmadığını da fark ettim açıkçası. Azıcık aklı başında olan bir insan dizi sektöründe çalışamayacağını anlıyor ve gidiyor.



“SÜREKLİ DİZİ ÇEKEN BİRİ OLSAYDIM MUTSUZ OLURDUM”



Fakat birçok oyuncu da sırf para kaygısından dolayı dizilerde oynadığını dile getiriyor mesela… Tiyatro ya da sinema yapmak yerine dizi yapmayı tercih ediyorlar…



Bu farklı bir bakış açısı. Yaptığınız ya da yapacağınız işin ne kadar arkasında duracağınızla ilgili bir durum bu. Örneğin ben uzun yıllardır tiyatro yapıyorum ve bırakmayı da düşünmüyorum. Dolayısıyla o durum birazcık da oyuncunun kolaya kaçmasıyla ilgili bir şey. Tabii ki herkes para kazanmaya çalışacak ama ‘Para kazanmak için dizi yapıyorum’ dendiği zaman olmuyor yani… Tamam para da kazanacağız ama kendimizi de geliştireceğiz yani. Bir dizide ne kadar geliştirebilirsiniz ki kendinizi. Açıkçası ben devamlı dizi çeken biri olsaydım mutsuz olurdum.



Bu arada Beyoğlu Sineması geçtiğimiz günlerde borçlarından dolayı bir kapanma tehlikesi atlattı… Ne diyeceksiniz?



Aslında Beyoğlu’na, İstiklal Caddesi’ne baktığımız zaman içimiz burkuluyor artık. Son 4 senedir 2 ya da 3 defa gitmişimdir İstiklal Caddesi’ne… Maalesef oraların kimliği gitti. Artık biz turist gibiyiz orada. Gitsem çok da şaşırmam açıkçası. İnsan burkuluyor tabii… Düşünsenize orada kaç çeşit millet, ırk yetişmiş yani… Dolayısıyla ara sokaklara daldığınızda eski esnafları bulunca içiniz cız ediyor. Maalesef çabuk tüketime geçmeyi çok sevdiğimiz için Beyoğlu ve İstiklal’in o ruhu gitti gibi görünüyor şu anda. Ama işte eskiyi korumayıp, yerine lüks binalar koyarsak, ne bekleyeceğiz ki vatandaş olarak İstanbul’dan… Yine de her şeye rağmen direnen bir şehir burası. Ne kadar üstünü yenileseniz de altından o eski gelir, sizi yakalar ve sevmeye başlarsınız kenti…





Canan Kaya / Medyatava



canankaya@medyatava.com










A101 26 Aralık Perşembe aktüel kataloğu yayımlandı Galatasaray, Kayseri'yi ezdi geçti Maximin, Mourinho'yu hayal kırıklığına uğrattı Türkiye'nin en zeki illeri belli oldu! AFAD duyurdu: Muğla açıklarında deprem İstanbul'da polise saldırı: Şüpheliler gözaltında