Şirin Payzın Medyatava’ya konuştu: Bizde torba yasalar gibi torba konuşmalar var

Ekranların en deneyimli ve popüler isimlerinden olan Şirin Payzın, haber programlarından, konuklarına, HDP’den aday olup olmayacağından, sosyal yaşamına kadar pek çok konuyu Medyatava’dan Canan Kaya’ya anlattı.

Türkiye'de televizyon haberciliğinin ilk isimlerinden biri Şirin Payzın… Gazeteciliğe başladığı muhabirlik yıllarından bu yana siyaset koridorlarının nabzını tutuyor. CNN Türk’te yayınlanan “Ne Oluyor” ve “360 Derece” programlarını hazırlayıp sunan Payzın, programlarındaki konu ve konuklarıyla da siyaset gündemindeki gelişmeleri masaya yatırıyor. Özellikle “Ne Oluyor” programında yaşanan hararetli tartışmalar, sosyal medyada oldukça konuşuluyor. Türkiye medyasının deneyimli isimlerinden Şirin Payzın’la tartışma programları, milletvekilliğine aday olup olmayacağı ve programında sık sık konuk ettiği isimleri konuştuk.



Haftada 3 gün canlı yayın yapıyorsunuz. “360 Derece” 1 gün, “Ne Oluyor” ise 2 gün yayınlanıyor. Oldukça yoğun bir çalışma temponuz var. Peki programlarınıza nasıl hazırlanıyorsunuz?



İşe başlar başlamaz mümkün mertebe bütün gazeteleri gözden geçiririm. Küçük olsun büyük olsun bütün gazetelerin manşetlerine bakıyorum. Akit'e de, Sözcü'ye de, Aydınlık'a da, merkez medyaya da göz gezdiriyorum... Gündemi takip ediyorum. Alana çıkıyorum. Dolayısıyla işim bu. Bunu yapmak durumundayız.



Konuk seçimini nasıl yapıyorsunuz?



Bunu kurgularken her zaman bir dengenin olmasına özen gösteriyoruz. Milletvekilleriyle bir yayın yapacaksak, mümkün mertebe bütün partiler temsil edilsin istiyoruz. Yayını gazetecilerle yapacaksak, her görüşten gazetecinin orada olmasına özen gösteriyoruz. Ancak bu dengeyi kurabilmek çok kolay bir şey değil.



“HERKES EKRANA TEK BAŞINA ÇIKMAK İSTİYOR”            



Neden?



Bu dengenin kendisi parlamentoda kurulamamış ki biz ekranda kurabilelim. AK Partili milletvekilleri muhalefet milletvekilleriyle çıkmak istemiyor. Kimi zaman MHP'li milletvekilleri HDP'li milletvekilleriyle aynı ekranda yer almak istemiyor. Herkes tek başına çıkmak istiyor. Ama tartışma programı dediğiniz zaten farklı fikirlerin çakışmasından, fikir tartışmasından ortaya çıkar.



Son dönemde bu ortam biraz daha yumuşadı sanki...



Bunu bir miktar kırabildik. Eskiden daha da zorlanıyorduk. Hep tek başlarına gelmek istiyorlardı. Sadece kendileri konuşmak istiyorlardı. Şimdi bir nebze daha iyi.



“TARTIŞMAYI BİLMİYORUZ”



Peki bunun kırılma noktası nasıl oldu?



Sonuçta Türkiye tartışma kültürüyle çok yeni tanışan bir ülke. Tartışmayı bilmeyiz biz. Tartışmaktan kavga etmeyi anlarız. Eleştiriden de hakareti... Eleştirinin hakaret olmaması gerektiğini, tartışmanın da bir fikir tartışması çerçevesinde kalması gerektiğini daha yeni yeni öğreniyoruz. Bazı konuklarım bunu ya öğrendiler, ya da tercih etmediler. Bazıları da hâlâ meseleleri kendi üstlerine alınıp tartışmayı tercih ediyorlar. O zaman yayının dengesi bozuluyor. Ama biz hiçbir zaman sırf seyirciler öyle istiyor diye taraflı kurgulamadık. Her zaman hükümetin görüşlerini yansıtacak birilerinin de olmasına özen gösteriyoruz, muhalefetin de. Kürtler, Aleviler, kadınlar, gençler, konusuna göre bu dengeyi muhakkak gözetmeye çalışıyoruz.



“HER ZAMAN DOĞRU İSMİ BULMAK KOLAY DEĞİL”



İsim bulurken zorlandığınız oluyor mu?



Her zaman televizyona doğru ismi bulmak o kadar kolay olmuyor. Çünkü hem aklı fikri yerinde olacak, hem fikir üretebilecek, hem yeni bir şey söyleyecek, hem de iyi konuşacak biri olmalı. Bunu bulmak kolay değil.





“DİĞER KANALLAR BİZİ TAKLİT EDİYOR”



Türkiye medyasında birkaç tartışma programı var ve bu programlarda aynı isimler dönüp dolaşıyor. Bunun nedeni nedir?



Bazı isimleri özellikle tercih ediyoruz. Benim programlarımda gördüğünüz, neden hep aynı isimler var diye sorduğunuz insanların çoğu aslında eski DYP muhabiri, ANAP muhabiri, uzun yıllar Ankara'da başbakanlık muhabirliği yapmış, bu işin kökeninden gelmiş insanlar. Dolayısıyla şu anki hükümet güçlü bir hükümet ve içinden bilgi almamız lazım. O zaman tabii ki hükümete yakın medyanın isimlerini kullanacağız. Diğer türlü kendimiz konuşup kendimizi ağırlamaktan ve kendi kendimizi mutlu etmekten başka bir yere varamayız.



Diğer kanalların da bizi taklit ettiğini düşünüyorum açıkçası. Bizim yaptığımız bir konuyu konuklarımızla, hatta attığımız manşetle iki gün sonra başka bir kanalda görüyoruz. Buna çok gülüyoruz. Örneğin İhsan Eliçak'ı ilk ben çıkarmıştım yayına. Sonra diğer kanallar da teker teker çıkarmaya başladı. Taklit edilme sorunumuz hep var. Seyirci de aynı isimler her yeri geziyor zannediyor. Aslında öyle değil. Mesela yeni isimler yaratıyoruz. Enteresan fikirler üretebilecek yeni insanlar çıkarıyoruz ekrana. Sonra bir bakıyoruz o isimler herkes tarafından kapışılmış.



Ekrana ilk kez çıkaracağınız konuklarda ne gibi özelliklere dikkat ediyorsunuz?



Bir kere kariyer gazetecisi olmasına dikkat ediyorum. Yani bir anda köşe yazarı olmuş ya da muhabirlik background'undan gelmeyen birilerini çıkarmamaya özen gösteriyorum.



“SÖYLEMLERİYLE HİÇ UYUŞMADIĞIM YAZARLAR VAR”



En kolay, en komik ve en zor konuk hangisi?



Konuklarımla her zaman saygı çerçevesinde bir ilişki kurmaya çalışıyorum. Bazılarının fikirlerine hiç katılmıyorum mesela. Hükümet cephesinden gelenler olarak bakmıyorum olaya. Bu yanlış anlaşılmasın. Muhalefetten de fikirlerine hiç katılmadığım yazarlar var. Ya da ortaya koydukları söylemleriyle hiç uyuşmadığım yazarlar var.



“TWİTTER’DAN ÇOK TACİZ GELİYOR”



Kimler onlar?



İsim vermek önemli değil. Onlarla ekran önünde bu tartışmayı yapıyor olmamız o stüdyoda sınırlı kalıyor benim açımdan. Dolayısıyla bana Twitter üzerinden çok fazla taciz gelir. Şu ismi niye çıkarıyorsun, bu ismi niye çıkarıyorsun diye...



“TWİTTER'DAKİ TACİZ MESAJLARI BENİM İÇİN YOK HÜKMÜNDE”



O mesajları okuyunca ne hissediyorsunuz?



Benim için o mesajlar yok hükmünde. Bana gelen hiçbir konuğu sosyal medya üzerinden tartışmaya açmam. Onlar benim konuklarımdır çünkü... Ayrıca da programı o şekilde kurgulamam gerektiğini düşünüyorum. Beğenen seyreder, beğenmeyen seyretmez. Ama bu kadar çok şikayet edip bu kadar çok izlediklerine göre, demek ki bir taraftan da herkes izlemeyi seviyor. "Ne Oluyor"un ratingleri şu anda çok iyi durumda.





“İSMAİL SAYMAZ’A ÇİN VAZOSU MUAMELESİ YAPIYORUM”



Programınızda özellikle olmasını istediğiniz, konuk almaktan keyif duyduğunuz isimler kimler?



Aslı Aydıntaşbaş'ı çok severek davet ediyorum mesela. Son dönemin en parlak gazetecilerinden biri olduğunu düşünüyorum. İsmail Saymaz'ın tükenen muhabirlik ruhuna bir hayat öpücüğü gibi olduğunu düşünüyorum. Dosya takibini, bir fikri takibi, bir olayın takibinin ne olduğunu unutmuştu bu medya... İsmail sayesinde onu öğrendik. Ama bir taraftan da ona bir nadide Çin vazosu muamelesi de yapıyorum. Çünkü çok fazla çıkarıp yıpransın istemiyorum. Özellikle kadın meslektaşlarımı davet etmeyi de çok seviyorum.



Ancak son dönemde kadın gazetecileri çok fazla çıkarmadığınız yönünde eleştiriler geliyor size...



Çünkü medyada özellikle gazetelerde köşe yazarı olarak çalışan kadın sayısında bayağı bir gerileme var. Televizyonlar için durum iyi. CNN Türk'ün pek çok sunucusu, program yapımcısı, program hazırlayıcısı, editörü, Ankara Temsilcisi kadın ama yazılı basında bu daha az.



Peki ya kadın muhabirler?



Onları da konuk alıyorum elbette. Mesela Cansu Çamlıbel'i yayınlarıma alıyorum. Zeynep Miraç çok beğendiğim röportajcılardan birisi. Ezgi Başaran gerçekten çok başarılı. Ceyda Karan'ı alıyorum mesela. Bunlar hep iyi gazeteciler diye düşünüyorum.



“ABDÜLKADİR SELVİ’YLE İLGİLİ ÇOK ELEŞTİRİ ALIYORUM”



Yeni Şafak gazetesi Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi’yle ilgili tepkiler de alıyorsunuz çoğu zaman...



Evet. Bu konuda çok eleştiri geliyor. “Neden programına alıyorsun” diyorlar. Şundan dolayı alıyorum; çünkü Abdülkadir Selvi, çok eski bir Ankara gazetecisi. Neredeyse muhabirlik yıllarımdan beri tanıyoruz birbirimizi. Ankara siyasetinin koridorlarında bir ömrü geçmiş. Fikirlerini beğenelim ya da beğenmeyelim Yeni Şafak gazetesinin de Ankara temsilcisi sonuçta... Dolayısıyla ben hükümetin içinde ne oluyor sorusunu doğal olarak Yeni Şafak'ın Ankara Temsilcisine sormayı tercih ediyorum. Ankara temsilcileri benim için çok önemli. O noktada şu gazete bu gazete ayrımına gidemem. Benim için mühim olan, haberleri yalanlanıyor mu, yalanlanmıyor mu? Abdülkadir Selvi bir şey söylediği zaman 3 gün sonra gerçekten hükümet cephesinde böyle gelişiyor mu, gelişmiyor mu? Dolayısıyla onu da alıyoruz. Ama onu yayına aldığım kadar, Sözcü gazetesinin Ankara temsilcisi Saygı Öztürk'ü de almayı seviyorum. Çünkü o da bilerek yazıyor...



“GELSELER SORARIZ”



Bir diğer eleştiri konusu da konuklarınıza fazla müdahale ettiğiniz yönünde. Bu doğru bir değerlendirme mi?



Sosyal medyadan gelen eleştirilere sadece bakıyorum. Umursamıyorum açıkçası. Gerçekten yapıcı eleştiriler yapanlar da e-mail yoluyla ulaşıyorlar zaten. Öte yandan yayın sırasında da ‘gördün mü bak ağzının payını aldın mı’ diyorlar mesela. Hala soru sormanın taraf tutmak olduğunu aldığım cevaba bozulmam gerektiğini düşünen insanlar var. Ben gazeteciyim, konuklarımın hepsini ben çağırmışım sonuçta… Sağı da ben çağırmışım, solu da. Gelmeyenler düşünsün. Gelseler sorarız.



“KEŞKE AKP CEPHESİNDEN DE KATILIM SAĞLANSA”



Neden hükümet cephesinden fazla katılım olmuyor? Ekrana çıkmak istemiyorlar mı?



Az sayıda milletvekili var. Ben AKP’nin bu kadar kendini çekmesinin doğru bir iletişim stratejisi olmadığını düşünüyorum. O zaman bütün meseleleri kavga üzerinden konuşuyormuş gibi oluyoruz. Keşke AKP cephesinden daha fazla katılım sağlansa. Bu yeni dönem biraz daha sert anladığım kadarıyla. Bakanlar genellikle toplu programlara katılmıyorlar. Cumhurbaşkanı da zaten kendi belirlediği gazetecilerle çıkıyor. Orada biz konu dışıyız.





“STÜDYODA OLAN STÜDYODA KALIR”



Programlarınızda çoğu zaman tansiyon yükselebiliyor. Sert tartışmalar kuliste de sürüyor mu? Örneğin reklam arası verdiğiniz anlarda neler yaşanıyor?



İnsanlar genelde canlı yayında daha fazla motive olup daha fazla konuşurlar. Kimi zaman tartışmanın reklam arasına uzadığı da oluyor. O anlarda tartışmanın o reklam arasında devam etmesini çok istemiyorum. Çünkü reklam arasında konuşulan şeyler zaten konuşuldu diye kabul edilip konuklarım o konuyu ekranda söylemiyorlar. Oysa o sırada önemli şeyler söylenmiş oluyor. Ancak bizde stüdyoda yaşanan stüdyoda kalır. Allah’a şükür bugüne kadar kavga dövüş stüdyodan ayrılan kimse olmadı.



“BUNU RATİNG İÇİN YAPTIĞIMIZI ZANNEDİYORLAR”



Yurtdışındaki tartışma programlarına baktığımızda bizdeki gibi sert tartışmaların yaşanmadığını görüyoruz. Herkes söyleyeceğini söyleyip gidiyor. Türkiye’de neden durum farklı?



Bir kere siyasetin dilinden kaynaklanıyor bu durum. Bakın siyasete, dünyanın hiçbir ülkesinde dakikalarla bile bu kadar büyük gündem değişiklikleri olmaz. İçinde bulunduğumuz siyasi ortam çok gergin ve tartışmalı, çok kutuplu ve çok ayrışmış bir siyasi gündem var. Siyasetçilerin kürsü üslubu son derece gergin tonda. Başbakan Davutoğlu’nun gelmesiyle salı konuşmalarının temposunda bir düşme oldu. Biraz daha normalleştik ama geçtiğimiz yıllarda salı günleri hepimiz böyle tef gibi geriliyorduk. Ancak genelde bütün siyasi konuşmalar da üzücü. İnsanlar gerilmiş durumdalar. Sokaktaki insan, esnaf, gazeteci, doktor, siyasetçi, işçi, memur, emekli, kim varsa herkes patlamaya hazır. Toplumun içinde bulunduğu şartlar tartışmanın diline de yansıyor doğal olarak. Biz kimseyi buraya gelsinler de kavga etsinler diye çağırmıyoruz. Bunu rating için yaptığımızı zannedenler var. Alakası yok. Çünkü o tip kavgaya dönüşen tartışmalar hem programı yöneten bizler için hem de seyirci için hem de orada bulunanlar için aslında son derece zor ve gerçekten insana kendini kötü hissettirdiği anlar. Ratingler de bize insanların o tarz bir kavga seyretmek ve dinlemek istemediğini de gösteriyor.



“BİZDE TORBA YASALAR GİBİ TORBA KONUŞMALAR VAR”



Bir de konuşmayı uzatanlar var tabii…



İnsanlar bizde çok uzun konuşuyorlar ve ben onların laflarını kesmek zorunda kalıyorum. Bu da çok eleştiri alıyor kimi zaman. Dünyanın hiçbir yerinde bizim kadar söz hakkı geldiğinde lafı uzatan konuklar yoktur herhalde. Hatta bazı konuklarım konuyu o kadar uzatıyorlar ki kendisi bile cümlelerinin içinde kayboluyor ve “ben şimdi ne diyecektim” durumuna düşüyor. Halbuki tartışmanın özü ve üslubu şu; bir konuda bir fikrini üç cümleyle anlatırsın, sonra senin söylediğin o üç cümle üzerine öbür konukta bir üç cümle söyler, o altı cümleden yeni bir fikir çıkar. Onun üzerine diğer konuklar da üçer cümle söyler… Güçlü fikirler, güçlü argümantasyonlarla kurgulanmış cümlelerle konuşmak lazım. Bizde öyle değil torba yasalar gibi torba konuşmalar yapılıyor.



Bu en zorlandığınız anlardan biri olsa gerek…



En zorlandığım değil de… Bazen tartışmanın ekseni kaymasın diye çok uğraşıyorum.



“GELSEYDİ, DERDİNİ ANLATSAYDI NE OLURDU YANİ...”



Geçtiğimiz Perşembe günü çok ilginç bir olay yaşandı. Birleşik Haziran Hareketi İzmir Sözcüsü Onur Kılıç programınıza katılacaktı ancak canlı yayından hemen önce gözaltına alındı. Bu haberi duyunca tepkiniz ne oldu?



Gerçekten çok şaşırdık ve çok üzüldük. Özellikle de Onur adına… Editörlerim hemen kendisiyle temasa geçtiler. Durumu anlamaya çalıştık. Ve hemen yerine de yine İzmir şubesinden başka bir ismi konuk aldık. Dolayısıyla garip bir durumdu. Biz onu yayına beklerken karakolda gözaltında çıktı. Ne yazık ki sonrasında da tutuklandı. Gelseydi konuşsaydı, herkes derdini anlasaydı ne olurdu yani… Tutuklanma konusu da tutuklanmasını gerektirir mi bu da ayrı bir tartışma konusu tabii.





“ORADA OLMASI DİĞER KONUKLARIM KADAR MEŞRUYDU”



Aynı akşam konuk aldığınız Yeni Şafak yazarı Sevda Türküsev, Twitter’da adeta olay oldu. Söylemlerinden dolayı çok eleştirildi. Sizin programlarınızda görmeye çok alışık olduğumuz bir isim değildi Türküsev ve onun bazı sözlerinden dolayı eleştiri okları zaman zaman size de döndü. Nasıl yorumladınız o akşamki eleştirileri? Yayında zorlandınız mı?



Hayır hiç zorlanmadım. Perşembe akşamı zorlandığım tek şey 7 konuk vardı ve herkese bu uzun konuşmalardan dolayı eşit davranamayacağım kaygısını çok taşıdım. Türküsev’den dolayı bir zorluk yaşamadım. Sonuçta kendisi Yeni Şafak gazetesinde yazan ve hükümetin politikalarını olumlu bulan kendini görüş ve duruş olarak AK Parti’nin icraatlerine yakın hisseden biri. Dolayısıyla orada olması diğer konuklarım kadar meşruydu. Kendi fikirlerini savundu. Seyircinin bir kısmı sevmemiş olabilir.



Peki bu kadar tepki toplayacağını tahmin etmiş miydiniz?



Biz gelen tepkilere göre kurgulamıyoruz ki. Çünkü Sevda Hanım’ı sevmeyen bir sürü insan olduğu kadar orada olmasını isteyen de bir sürü insan var. Sadece Yeni Şafak’tan yeni bir yazara yer açtık ekranda. Dolayısıyla değiştirmeye çalışıyoruz.



“CANLI YAYINDA GERİLMİYORUM”



Canlı yayın gerginliğini üzerinizden nasıl atıyorsunuz?



Ben hiç gerilmiyorum desem… Öyle mi görünüyor bilmiyorum ama çoğu zaman çok gülüyorum. Çünkü karşımdaki koca koca insanlar manasız bir nokta üzerinden birbirlerini yiyorlar. Açıkçası ben öyle bir stres içinde değilim. Sinirimin bozulduğu anlar çok az olur. Ancak sinirimin bozulması fikir tartışması yüzünden değil de lafın uzatılmasından dolayıdır. Bir cümlenin noktalanamaması zannedildiğinin tersine beni en fazla geren konu. (Gülüyor…)



Siyasetin nabzını tutan bir gazeteci olarak zaman zaman programlarınızda da konuk olarak gördüğümüz gazeteci Hüseyin Yayman’ın AK Parti’den milletvekilliğine aday olmasını nasıl yorumluyorsunuz? Daha önce de sık sık aday olacağı konusu gündeme gelmişti…



Hüseyin Bey zaten özellikle bu çözüm süreci ve Kürt sorunu konusunda çok aktif çalışan bir gazeteci yazardı. Dolayısıyla siyasette de yararlı olacağını düşünüyorum. Kaliteli insanların siyasete girmesi parlamentonun bilgi birikiminin çok daha üst seviyelerde olması tabii ki ümit edilen şey.



“HDP’DEN ADAY OLMAYACAĞIM”



Sizinle ilgili de benzer iddialar gündemde. HDP’den milletvekilliğine aday olacağınız konuşuluyor. Aday olacak mısınız?



(Gülüyor…) Hayır, siyasete girmeyi düşünmüyorum.



Ancak ben duruş olarak sizi HDP’ye yakın buluyorum…



Bence Selahattin Demirtaş Türkiye’deki siyaset açısından son dönemde yetişen daha genç ve çok iyi bir isim. Bir kere Zaza ve Kürt hareketinin içinden geliyor. İnsan Hakları konularıyla uğraşmış bir hukukçu. Genç ve espritüel bir isim. Siyasetle espriyi birleştirmeyi becerebiliyor. Hakikaten kendisiyle röportaj yapmak çok zevkli. Siyasi birikimi yerinde. Dolayısıyla böyle bir liderin çıkması çok önemli bence. Keşke diğer partilerden de işinin ehli, birikimi yerinde, iyi siyaset yapan ve genç bir lider çıkabilse…





“SİYASET KONUŞMAYI SEVİYORUM”



Siyaset konuşmaya devam edeceksiniz o halde?



Siyaset konuşmayı seviyorum ama girmeyi düşünmüyorum. (Gülüşmeler…) Öte yandan medyanın siyaset açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla biz siyasetçiler kadar aslında bir şeylerin daha iyiye gitmesi için önemli bir uğraş ortaya koyuyoruz gazeteci kalabilenler olarak.



Medya, ifade özgürlüğü açısından kara bir dönem yaşarken bu nasıl mümkün olacak? Özellikle yolsuzluk haberleri yapan gazetecilere ciddi baskılar uygulanıyor. Türkiye medyası bu baskı ve sansürü ensesinde hissetmekten nasıl kurtulabilir?



Eğer her alanda şeffaf olabilirsek, örneğin; siyaset şeffaflaşabilse, siyasetin dengeleri yerli yerine oturabilse, eski sorunlarımızdan ders çıkarabilmiş olsak, bu ülkedeki siyaset ticaret ilişkisi eskisi gibi olmasa zaten hem demokratikleşme konusunda hem de basın özgürlüğü konusunda çok büyük yol alacağız. Ama maalesef ortaya çıkan durum, bizi çok zor duruma koyuyor. Çünkü her şey çarpık. Yolsuzluk haberlerini yapacaksınız ama diğer taraftan illegal dinlemeler de var. Çarpıklıklar içinden doğruyu ve doğru ışığı bulmaya çalıştığımız bir ortamdan geçiyoruz. Dolayısıyla çok zor dönemler. Gazetecilerin mutlaka bir taraf seçmesine zorlandığı, doğruyu aramanın önüne çok fazla engeller çıkarıldığı bir dönemden geçtik. Basının normalleştirilmesi gerekiyor.



“DAHA FAZLA HABERCİ OLMALIYIZ”



Nasıl normalleşebilir?



Önce işe kendi içimizden başlamamız lazım. Gazeteciler olarak mesleğimizin etik değerlerine sahip çıkmamız gerekiyor. Mesleğin özü olan muhabirlere sahip çıkmamız gerekiyor. Zor… Nasıl içinden çıkılır ben de bilmiyorum. Ama galiba daha fazla haberci kalarak, daha fazla gazeteci olarak, daha fazla her ne şartla olursa olsun tarafsızlığımızı koruyarak ama korkmadan da her bir konu üzerine giderek ilerleyeceğiz.



Daha önceki röportajlarınızda kültür sanat ağırlıklı bir haftasonu programı yapmayı çok istediğiniz belirtmişsiniz. İleride böyle bir şey yapmayı düşünüyor musunuz? Yoksa artık siyaset mi konuşurum diyorsunuz?



Siyaset konuşmayı çok seviyorum. Küçüklüğümden beridir bu böyle. O zamanlar açık oturum programlarını seyrederdim. Belki de 13 yaşımda bir açık oturum programı yapıyordum. (Gülüyor…) O nedenle siyaseti çok seviyorum ve elimden geldiğince de gazeteciliği bırakmayı düşünmüyorum. Ancak onun dışında kültür sanat ağırlıklı bir şey yapmayı da istiyorum evet. 360 derece’ye biraz bunu koymaya çalışıyorum.



“SANAT ÜZERİNDEN PEK ÇOK SİYASİ DURUŞU SERGİLEYEBİLİRSİNİZ”



‘360 Derece’de ağırlıklı olarak devam mı edecek kültür sanatla ilgili bölümler?



Şu anda elimde olan imkan 360 derece. 70 dakikalık bir program. Ben istediğim gibi tasarlayabiliyorum. Dolayısıyla kendi insiyatifimde. Programın son 15 ya da 20 dakikasını bir kitaba, bir yazara, bir müzisyene, bir sanatçıya ayırmaya çalışıyorum. Şu an elimden gelen bu. Sonuçta o da bir siyaset programı. Ama ilerde siyaset konuşmamız bu kadar kolay olmazsa o zaman sadece kültür sanat programı da yapabilirim. (Gülüyor…) Ama unutmayın ki kültür sanat üzerinden de aslında pek çok siyasi duruşu sergileyebilirsiniz.





“TİYATRO İYİ BİR DURUŞ OLURDU”



Sanat demişken, lise yıllarınızda bir süre tiyatroyla ilgilenmişsiniz. "Keşke devam etseydim" dediğiniz oldu mu?



Evet. O dönemlerde bayağı bir avangart oyunlar oynadım. Bazen acaba tekrar sırf katkı olsun diye tekrar yapabilir miyim, öyle bir cesaretim olabilir mi diye düşünüyorum. Sahneyi ve sahnenin gücünü seviyorum. Orada kendimi iyi hissediyorum. O gücü hissettiğim için de hala tiyatroya belki bir ucundan tutunabilir miyim, asla bir iddia değil ama o eski günlerde yaşadığım mutluluğu yaşayabilir miyim diye soruyorum kendime. İyi bir duruş olurdu.



Bir gün sizi tiyatro sahnesinde de görebileceğiz o halde…



Şu an böyle bir teklif yok. Vaktim de yok açıkçası… Ama kim bilir, belki bir gün bir oyun yazıp sahneye koyarız. (Gülüyor…)



“Vaktim yok” dediniz. Ben de tam o konuya değinecektim. Bu kadar yoğun bir tempoda çalışırken kendinize vakit ayırabiliyor musunuz? Sosyal yaşamda nasıl biri Şirin Payzın?



Özellikle kadın konularında çalışan bazı sivil toplum kuruluşlarının konferanslarını sunuyorum. Moderatörlük yapıyorum. Bazı panellere konuşmacı olarak gidiyorum. Bu tarz yan uğraşlarım var evet. Bu kendimi iyi hissetmemi sağlıyor. Onun dışında, seyahat etmeyi çok seviyorum. Vakit buldukça İstanbul’dan kaçmayı seviyorum. Yemek pişirmeyi seviyorum. Müzik dinlemeyi çok severim. Spor yapıyorum.



Başka bir program projeniz var mı?



Şimdilik hayır. “Ne Oluyor” gayet güzel gidiyor. “360 Derece”yi de aynı şekilde götürüyoruz. Zaten seçim sürecindeyiz. Gayet yoğun bir şekilde seçim programları yapacağız.



“BU MESLEĞİN KADINLARLA KURTULACAĞINI DÜŞÜNÜYORUM”



Beğendiğiniz televizyoncular kimler?



Muhakkak var ama isim vermek doğru olmaz. Ancak şunu söyleyebilirim; iyi rakip insanı her zaman iyiye götürür. Ben hiçbir zaman ‘keşke o yapmasaydı da ben yapsaydım’ diye bakmam. ‘Vay ne güzel iş yapmış, kahretsin niye benim aklıma gelmedi, keşke ben ondan daha güzelini yapsaydım’ diye düşünürüm. Bu mesleğin rahli tedrisatından geçtiğim ustalarım bunu öğrettiler. Ekranda çok güzel kadın meslektaşlarım var. İyi işler de yapıyorlar. Daha çok olalım. Bu mesleğin kadınlarla kurtulacağını düşünüyorum.





Canan Kaya / Medyatava



canankaya@medyatava.com



twitter.com/ckayacanan



Fotoğraflar: Burak Hakan Karadiş






Galatasaray, Kayseri'yi ezdi geçti Maximin, Mourinho'yu hayal kırıklığına uğrattı Türkiye'nin en zeki illeri belli oldu! AFAD duyurdu: Muğla açıklarında deprem Narin Güran cinayetine ilişkin kritik bilgi İstanbul'da polise saldırı: Şüpheliler gözaltında